Bugüne kadar okuduğunuz masalların içinde bulunduğu kurgusal dünyayı gerçeklerle karıştırdığınız oldu mu? Peki, ‘‘masal’’ diyerek geçtiğimiz anlatılar gerçekliği şekillendiriyor olabilir mi? Yani ya gerçek veya doğru kabul ettiklerimiz; masalları yazanlar ya da anlatanların söylemlerinden farklı bir hal almamaya başladıysa, masallar bir kurgu olmaktan çıkıp yaşadığımız gerçeğe dönüştüyse, masal karakterleri kurgusallığını aşıp davranışlarımızda vücut buluyorsa…
Masalların kendi düzenini kuran otoritelerin eline geçtiğini ve onların mesajlarını, bakış açılarını, isteklerini dayatmak için bir araca dönüştüğünü bir an için fark ettiğinizi düşünün… Masal kitaplarını yeniden okumaya ve anlatılanlarla yüzleşmeye cesaret edebilir miydiniz? The Sea Beast (Deniz Canavarı), masallarla yüzleşmeye cesaret edenlerin değiştirme potansiyalini örnek alıp, sorgulama ve önyargıların yükünden kurtulma cesareti bulabileceğiniz bir film.
The Sea Beast, 2023 Oscar’larına aday gösterilen, 2022 yapımı, bilgisayar animasyonlu bir macera filmi. Filmin senaryosunu Nell Benjamin ile birlikte yazan, yapımcılığını ise Jed Schlanger ile birlikte üstlenen Chris Williams, aynı zamanda filmin yönetmenliğini de yapıyor. Filmdeki ana karakterleri ise Karl Urban, Zaris-Angel Hator, Jared Harris ve Marianne Jean-Baptiste seslendiriyor. Film, yıllar boyunca masallarla aşılanan korkunun insanları nasıl tek bir gerçek etrafında topladığını anlatıyor ve bunun bir kırılma noktası olacağını umut ederek izlemeye devam etme isteği uyandırıyor. O halde, biraz bu kırılma noktasının nasıl ortaya çıktığından da bahsetmek üzere film incelememize başlayalım.
Film, denizde bir tahta parçası üzerinde kurtarılmayı bekleyen bir çocukla başlıyor. Bu çocuğun ilerleyen sahnelerde ünlü deniz canavarı avcı gemisinin kaptanı himayesinde büyüyen ve döneminin ünlü avcılarından biri haline gelen Jacob Holland olduğunu anlıyoruz. Jacob, kendisi gibi deniz canavarı avlayan bir ekibin içinde büyümüş. Halkın deniz canavarlarına duyduğu korku Jacob gibi deniz avcılarını ortaya çıkarmış. Bu korku, zamanla halkın kendi kurtarıcılarını ve kahramanlarını yaratmasını sağlamış. Böylece deniz canavarlarını avlamak meşrulaştırılmış. Canavar avında ölen avcıların ölümü ise “görkemli” olarak nitelendirilmiş.
Masallara göre, deniz canavarları yıllar boyunca insanların yaşam alanlarına saldırmış, deniz kıyılarındaki yerleşim yerlerini korumak için cesur “kahramanlar” da bir savaş başlatmış. Deniz canavarlarını öldürmek için denizlere açılan gemilerde hayatını kaybeden avcılar, kahraman olarak anılmaya başlamış. Yani korku, hem kahramanlarını yaratmış hem de düşmanları. Peki bu korku nasıl yıllarca şehirlere, denizlere gölge düşürmüş? Aslında bu sorunun cevabını filmin ilk sahnelerinde görmek mümkün.
Bir yetiştirme yurdunda kalan -hemen araya girelim ve bu yurdun, krallığın himayesinde, hayatını avcılık nedeniyle kaybeden kişilerin çocukları için kurulduğunu söyleyelim- filmin baş karakteri olan Maisie Brumble’ı, filmin ilk sahnelerinde, Kaptan Crow’un deniz canavarlarıyla mücadelelerini anlatan bir masal kitabını arkadaşlarına okuyan ve kahramanlaştırılan, yani avcılara hayranlık duyan bir çocuk olarak görüyoruz. Tabii masalları dinleyen çocuklar da deniz canavarları karşısında mücadele eden avcılara büyük hayranlık duyuyor. Ancak bu çocuklar içinde Maisie’yi, hem ailesini deniz canavarı avcılığı nedeniyle kaybetmiş olduğu için, hem de avcıları rol model alarak korku duygusunu tutkuyla değiştirmiş olması nedeniyle diğer çocuklardan ayrı bir noktaya koyuyoruz.
Maisie, bir akşam bu tutkusunu deniz avcılarına gösterme kararlılığıyla yurttan kaçıyor. Maisie’nin mürettabatla masallar dışında ilk kez karşılaşmasıyla, mürettebatın yakaladıkları canavarların uzuvlarını krallığa teslim etmek üzere şehre geri döndüklerini öğrenmesi aynı gün gerçekleşiyor. Mürettebatın tertip ettiği kutlamaya katılmayı başaran Maisie, burada masallardan tanıdığı Jacob’la da karşılaşıyor. Maisie, geçmişinden ve tutkularından bahsettikten sonra, tıpkı Jacob gibi bir avcı olma isteğini anlatıyor. Elbette Jacob, “büyük kahramanlık” hikayelerinin yaşandığı gemide bir çocuğun bulunmasını olumlu karşılamıyor. Bunun üzerine Maisie’yi bir at arabasıyla yurda geri gönderiyor. Ancak Maisie, “Kızıl Fırtına” olarak bilinen ve en korkulan “canavarı” yakalamak için krallıktan emir aldıktan sonra yola koyulan gemiye bir fıçı içinde binmeyi başarıyor.
Durumu fark ettiklerinde çoktan denize açılmış olan gemi mürettebatı ve kaptan, Maisie’nin varlığını kabullenmek zorunda kalıyor. Kızıl Fırtına’yı gemiye çekmek için işaret fişekleriyle ilk hamle yapılıyor ve Maisie, Kızıl Fırtına ile ilk kez karşılaşıyor. Böylece canavar avcıları ile Kızıl Fırtına arasındaki mücadele başlıyor. Kızıl Fırtına kendisine atılan ipli mızraklarla gemiye bağlanıyor ve böylece canavarın gemiyi çekerken yorulması hedefleniyor. Kızıl Fırtına kendi etrafında dönerken bir girdap başlatıyor ve baba oğul gibi ilişkileri olan kaptan ile Jacob arasındaki ayrılık ilk kez bu sahnede yaşanıyor. Jacob girdaptan geminin kurtarılması için canavarı gemiye bağlayan iplerin kesilmesini mantıklı bulurken; kaptan 30 yıllık intikam planını gerçekleştirme kararlılığını sürdürmek istiyor. Jacob gibi düşünen Maisie, ipleri kesmeyi başarıyor ve Jacob ve Maisie denize düşüyor. Kararlarının dinlenmemesine öfkelenen kaptan, Jacob’a Maisie’yi cezalandırmak üzere gemiye getirmesini emrediyor. Kaptan tam silahını ikilinin üzerine doğrulttuğu anda, Kızıl Fırtına ortaya çıkıyor ve üzerinde bulundukları sandalla birlikte ikiliyi yutuyor. Kendilerini bir anda “canavar”ın ağzında bulan ikiliden umudu kesen mürettebat, hasar alan gemiyle birlikte denizde ilerlemeye devam ediyor. Böylece kırılma noktasının yaşanacağı sahneler, ikilinin gemiden ayrılması ve kaptanla Jacob arasındaki ilk fikir ayrılığının yaşanmasıyla başlıyor.
Kızıl Fırtına’nın kendilerini yutmadığını fark eden ikili, Kızıl Fırtına’nın ağzında bir keşfe çıkıyor. Kızıl Fırtına ile birlikte denizde yol aldıktan sonra yolculuk bir adada son buluyor. Burada Kızıl Fırtına’nın içinden çıkmayı başaran ikili, Kızıl Fırtına ile karşı karşıya geliyor. Canavar algısının kırılmaya başlayacağı bu adanın daha pek çok canavara ev sahipliği yaptığı görülüyor. Adadan uzaklaşmak için fırsat kollayan Jacob, Maisie’yi adayı keşfetmemesi ve canlılarla iletişim kurmaması konusunda uyarıyor. Bu sahnelerde, Jacob’ı adada karşılaştıkları canlılara karşı kaygılı ve tedirgin görüyoruz.
Maisie ise, Kızıl Fırtına’nın kendilerine zarar vermemesinden cesaret alarak çevreyi keşfetmeye devam ediyor ve karşılaştığı canlıları tanımaya çalışıyor. Maisie, önyargıları aşmaya çalışan bir duruş sergileyerek, Jacob’ın fikirlerini de etkilemeye başlıyor. Ancak Maisie’in, adada tanıştığı mavi renkli bir canlıyla arkadaş olmaya çalıştığı bir sahnede, Jacob telaşlanarak yerdeki yumurtaları kırıyor ve yeni canavarların dünyaya gelmesine neden oluyor.
Bu esnada adadan kaçma telaşına giren ikili ile yumurtadan çıkan yavrular arasında bir koşuşturmaca başlıyor. İkili tam denize ulaşmışken, yavruların annesi ortaya çıkıyor. Burada Jacob’ın canavar algısını devreye sokarak telaşlandığını görsek de, annenin onların değil Jacob’ın ceketine yapışan yavrusunun peşinde olduğunu anlıyoruz. Böylece, yavrunun annesine ulaşmasıyla koşuşturmaca da son buluyor. Bu sahne Jacob’ın önyargılarını kıran bir an oluyor ve “acaba” ile başlayan sorular ortaya çıkıyor.
İkili denizde ilerlemeye çalışırken bu sefer de devasa boyutlarda bir yengeç, yolculuğun başlamasına engel oluyor. Bu sırada Kızıl Fırtına yeniden ikilinin yardımına koşuyor. Burada ‘iyi canavar, kötü canavar’ ikilemine gidilerek bir antagonizm yaratıldığını görüyoruz. Kötü canavarı alt eden iyi canavarın kurtarma girişimi sonrasında Maisie, üst üste yaşadıkları olayları bir arada düşünerek artık masallarla inşa edilen yanlış bir canavar algısıyla büyüdüğünden emin oluyor. İkilinin, Kızıl Fırtına ile ikinci yolculukları da böyle başlıyor. Ancak bu yolculuk Dregmorr Denizi’nde yapılan tüm yolculuklardan farklı seyrediyor. Çünkü ilk kez bir canavar ile insanlar iletişim kurarak anlaşmaya çalışıyor. Kızıl Fırtına’nın üzerinde geçen yolculuk boyunca Maisie, Kızıl Fırtına’ya “Kızıl” demeyi tercih ediyor. Sadece bu isimlendirmede yapılan değişiklik bile canavar tanımının değişebileceğini izleyiciye hissettiriyor.
Kızıl üzerinde geçen bu yolculukta, Jacob ve Maisie’nin denizde ilk kez bambaşka bir bakış açısıyla ve korkusuzca ilerlediğini görüyoruz. Kızıl ile Maisie arasındaki iletişime hayran kalan Jacob, Maisie’nin “ya o şeyler söyledikleri gibi kötü değilse, ya onları rahat bıraksaydık” soruları üzerine düşünmeye başlıyor. Kızıl, ikiliyi ulaşmak istedikleri noktaya getirdiğinde, Jacob’ın artık avcı olmak istemediğini ve savaşa son vermek istediğini görüyoruz. Jacob, sembolik bir anlamı olması nedeniyle yıllarca canavarları öldürmek için kullandığı mızrağı Kızıl’ın önünde kırmaya çalışarak savaş bitirme sözü veriyor. Ancak bu huzurlu sahne, ulaştıkları yerde denk geldikleri krallık donanması tarafından Kızıl’a ateş açılmasıyla çok kısa sürüyor. Krallık donanmasını alt eden Kızıl, bu kez de Jacob’ın mürettebatıyla karşı karşıya kalıyor. Kızıl’ı öldürmek için cadı ile görüşen kaptan, cadı tarafından hazırlanan zehirli silahla hedefini vurma emri veriyor. Maisie ve Jacob bu kez kendi türlerinin önyargılarının karşısında durarak savaşa son verme sözlerinde kararlı olduklarını gösteriyorlar. Kızıl’ı oradan uzaklaştırmaya çalışan Maisie, bu kargaşada yaralanıyor. Zehirli silahın hedefinde olan Kızıl vuruluyor ve krallığa teslim edilmek üzere gemiyle yola çıkılıyor. Bu sırada ikilinin üzerinde bulunduğu sandalda gözlerini açan Maisie, Kızıl’ı, baygın halde gemi tarafından sürüklenirken görüyor.
Bir sonraki sahnede gözlerini gemide açan Maisie’yi kendine geldikten sonra kızılla yaşadıkları yolculuğu mürettebattaki önemli isimlere anlatırken buluyoruz. Canavar algısının yanlış olduğunu yaşadıklarıyla açıklayan Maisie, gemide kaldığı odadaki kitaplıkta bulunan ve üzerinde krallık sembolü olan kitapları fark ediyor. Kitapları bu kez Kızıl’la yaşadığı deneyimlerle birlikte okuyup incelemeye başlayan Maisie, krallığın bu kitapları birer yalan üzerine yazıldığını fark ediyor ve halkı yıllarca kandıklarından ve bir korku atmosferi yarattıklarından emin oluyor. Krallığı deniz ötesine açabilmek için yaratılan canavar hikayelerinin, yıllarca krallığın amaçlarına hizmet ettiğini ve halkın kandırıldığını fark ediyor. Krallığın çıkarları için kullanılan avcıların yaşanan kayıplar karşısında isyan etmesini önlemek için de halka bir kahramanlık olgusunun benimsetildiğini görüyoruz. Saray etrafında toplanan halkın, oraya ulaşan mürettebatı yıllarca korku duyulan Kızıl’ı yakaladıkları için hayranlıkla karşılarken gördüğümüz sahne de bu durumu doğruluyor.
Maisie’nin değişime olan inancı, mavi dostunun yardıma gelmesiyle bir eyleme dönüşüyor. İlerleyen sahnelerde, avcılığı bırakmaya söz veren Jacob’ı, Kızıl’ı öldürmek için mızrağıyla hamle yapmaya hazırlanan kaptanla düello yaparken buluyoruz. Öte yandan Maisie’yi ise, Kızıl’ı bağlı olduğu iplerden kurtarmak için uğraşırken görüyoruz. Bu sırada hiç umulmadık bir isim de Kızıl’ı kurtarmak için yardım ediyor. Bu sahnede yıllarca aynı inanç ve kararlılıkla yaşamış kişilerin bile fikirlerinin değişebileceğini anlıyoruz. Maisie’nin de söylediği gibi: ‘‘Dünya çok büyük ve biz her şeyi bilmiyoruz.’’
Yazının sonuna yaklaşırken, filmin sonunda, Maisie’nin Kızıl’ı kurtardıktan sonra yıllarca halkın okuduğu masal kitabını göstererek kral ve kraliçenin önünde yaptığı konuşmadan bir kesit paylaşmak istiyoruz:
“Kitaplarımız ve tarihimiz bir yalan. Canavarların, kıyılarımızı tehdit ettiğine inanmıyorum. Hepsi bir hikayeydi. Onların anlattığı bir hikaye (kral ve kraliçeyi göstererek). Nesiller boyunca bize canavar nefreti aşılandı ve onları yok etmek için avcılar gönderme fikri. Bu yüzden bizden korktular, nefret ettiler ve savaşa karşılık verdiler…”
Heyecanınızı taze tutmak için değinemediğimiz birçok sahne olduğunu belirterek film incelememizi bitirirken, tanımadan tanımladığımız ve böylece canavarlaştırdığımız, ötekileştirdiğimiz, ortaklaşa yaşamaktan kaçındığımız ne varsa barışmak için bu filmi bir fırsat olarak gördüğümüzü söylemek istiyoruz. Elbette bunun için biz izleyicilere, filmde beklediğimiz sonu deneyimlerken, yaşadığımız hayatta kendi düzenlerini sürdürmek için gerçekleri çarpıtan otoritelerin yazdıkları masallardaki kahramanlara dönüşüp dönüşmediğimizi sorgulamak düşüyor. Maisie’nin de dediği gibi “Kitaplar bizden uzun yaşıyor!“.














