Neil Gaiman‘ın ödüllü çizgi romanlarına dayanan ve yazarın kendisinin de içinde bulunduğun senaryo ekibi tarafından uyarlanan yeni Netflix dizisi The Sandman geçtiğimiz günlerde 10 bölümü ile seyirci karşısına çıktı.
BİZ Mİ RÜYALARIMIZI YÖNETİYORUZ YOKSA ONLAR MI BİZİ?

“İnsanlık buna gerçek dünya demekte kararlı. Onlar her nedense gözlerini kapattıklarında yaşadıkları dünyadan pek bahsetmezler. Orası benim diyarım.”
Hepimiz zaman zaman düşler ve kabuslar görürüz. Peki bunların oluşmasının sebebi bilinç altımız mı? En derin isteklerimiz ve arzularımız mı oluşturur düşlerimizi veya korkularımız ve çekincelerimiz mi şekil verir kabuslarımıza? Belki de tam tersi bu düşler ve kabuslar uyanık dünyada ne isteyip istemediğimizin kontrolünü sağlıyor olabilir mi?
Dizi, kendilerini “Sonsuz” (İngilizce adıyla The Endless) olarak adlandıran 7 kardeşin üçüncüsü Dream‘in (Tom Sturridge) hikayesini anlatmaktadır. Dream, diğer adıyla Düşler Kralı Morpheus veya The Sandman, uyurken ziyaret edilen yer olan The Dreaming’e hükmetmedir ve onu düzende tutmaktan sorumludur.
İlk bölüme Dream’in sakin ve derin sesiyle, ölümlülerin gerçek dünya olarak adlandırmakta ısrar ettikleri bu dünyanın tek olmadığını açıklamasıyla başlıyoruz. Fakat dizi bu sakin girişe tezat olarak ani bir viraj alıyor ve olaylara hızlı bir giriş yapıyoruz. Uyanık dünyada yarattığı kaçak bir kabusu arayan Dream, Ölüm‘ü yakalayabileceğini ve savaşta kaybettiği oğlunu hayata döndürmeye zorlayabileceğine inanan zengin bir İngiliz sihirbaz olan Roderick Burgess’in yaptığı yanlış bir ritüel yüzünden tutsak edilir. Yaklaşık 100 küsür yıl hapis edilen Dream özgürlüğüne kavuştuğunda felakete sürüklenmiş bir uyanık dünya ve yerle bir olmuş sarayı ile karşılaşır.
The Sandman gibi görsel olarak çarpıcı ve yaratıcı bir çizgi romanı uyarlamak her zaman riskli bir iştir. Çizgi romanlarının çıkışından bu yana ekrana uyarlanması yaklaşık 30 yıl alan serinin tüm detaylarını 10 bölüme sıkıştırma fikri gülünç geliyor fakat Neil Gaiman’ın usta hikaye anlatıcılığı ve başarılı oyuncu performansları sebebiyle The Sandman bizce günümüzdeki en başarılı uyarlamalardan biri. Dizi, kaynak materyale Yüzüklerin Efendisi serisinin yönetmeni Peter Jackson düzeyinde sadık kalırken, yeni ortamı için bazı gerekli tavizleri de veriyor. Böylece bu evrenle yeni tanışan kişiler kendilerini bunu anlatının en yalın ve çarpıcı halinde bulurken aynı anda hayran kitlesi de tatmin ediliyor.
Diziye geri dönecek olursak, böylesine tanrısal bir varlığın başrolünü üstlendiği, şeytanların ve hayali yaratıkların bulunduğu yapımda insani çıkarımlar yapmayı beklemek başta saçma gibi duruyor fakat daha ilk dakikasında sizi içine çeken dizi tüm bu tabuları yıkıyor.
Kısmen orta yaş bunalımı yaşayan Dream’in insanlık üzerine tanrısal yaklaştığı bakış açısı insan tuhaflıkları ve hassasiyetleri üzerinde düşünmemize olanak sağlıyor: Ölümden neden korkarız, neden bariz bir şekilde sığ hayallere tutunuyoruz, yaşamın büyük bir kısmı bizlere acı verirken neden ölümsüzlüğü istiyoruz? Bu sorular dizide hiçbir zaman gerektiği gibi yanıtlanmıyor çünkü belki de belirli bir cevabı bulunmuyor.
UYARLAMADAKİ DEĞİŞİKLİKLER

Bir live-action projesine uyarlanması yaklaşık 30 yıl süren The Sandman’de yapılan değişiklikler, duyurulduğu ilk günden bu yana hayranların eleştirilerine maruz kalmıştı. Bu değişikliklerden en belirgini dizide Gwendoline Christie ve Jenna Coleman tarafından hayat verilen Lucifer Morningstar ve Johanna Constantine karakterlerinin çizgi romanların aksine kadın cinsiyetiyle ekrana taşınmasıydı. Bizce tüm bu eleştirilere ve olumsuz beklentiye rağmen ikisinin performansı oldukça başarılıydı. Özellikle dördüncü bölümde Lucifer ve Dream arasında gerçekleşen düello eminiz ki izleyen herkesi beklenmedik bir hayranlığın içinde bırakacak. Böylesini daha önce görmediniz!

Dizinin kuşkusuz en etkileyici bölümü, Harry Potter serisinin Lupin’i David Thewlis tarafından hayat verilen John Dee karakterinin öne çıktığı “24 saat” isimli beşinci bölümüydü. Kendi başına bir film gibi geçen ürkütücü araba yolculuğundan sonra John, 24 saatini bir lokantada geçirir ve orada bulunan insanları dürüst olma politikasına yönlendirerek deneyler yapar. Her bir kişinin duygularının gün yüzüne çıktığı bölümde seyirciye aynı anda hem korkunç hem büyüleyici hem de tekinsiz bir his veriliyor.

The Sandman, bunun gibi ağzınızda yıllarca unutamayacağınız bir tat bırakacak tek düze ilerlemeyen bölümlere sahip. Dizide yeni şeyler denendiğini ve bunların senaryoya ustaca hizmet ettiğini görüyoruz. Zaten hali hazırda ilgi çekici konulara değinen ve Neil Gaiman’ın çılgın hayal dünyasını ekrana taşıyan yapım seyirciye bu deneyimleri yaşatarak ekrana kilitlemeyi garantiliyor.
SONUÇ

Son dönemde çıkan ve hayal kırıklığı trenine her geçen gün yeni bir vagon ekleyen Netflix yapımlarının artık bizlerde pek heyecan uyandırmadığını söylesek yanılmış olmayız. The Sandman gibi başarılı bir çizgi roman serisinin de bu platformda yayınlanacağı duyurulduğunda ister istemez endişeli adımlarla yaklaşıyor ve beklentimizi düşüyoruz. Fakat The Sandman adeta bu yapımların arasında parlıyor. Dizi, sinemada veya televizyonda uyarlama iş yaptığınızda o evreni büyük kararlarla değiştirmenin ve evreni en iyi bilen kişinin yani yazarın saha dışında bırakılmasının ne kadar büyük bir hata olduğunu tekrardan bizlere hatırlatıyor. Özellikle serinin hayranları oyuncu seçimlerinden set tasarımlarına, senaryodan kostümlere kadar her aşamada yer alan yazar Neil Gaiman’ın dizideki dokunuşlarını rahatlıkla okuyabiliyor.
Elbette ki diziyi bu denli başarılı bir uyarlama yapan şey sadece bu değil. Oyuncu seçimleri ve performanslar. Yaklaşık 1000 kişinin içinden seçilen başrol Tom Sturridge’ın Dream karakteri için ne kadar doğru bir karar olduğunu dizide çok net bir şekilde görebiliyoruz. Sturridge huysuz, içine kapanık ve sessiz bir tip olan Dream’in duygularını bazı noktalarda tek bir bakışı ve hareketleriyle seyirciye aktarabilmiş. Sadece o da değil: Dream’in sağ kolu Lucienne rolünde Vivienne Acheampong, yürüyen kabus Corinthian rolünde Boyd Holbrook ve Death rolünde ise Kirby Howell-Baptiste oldukça başarılı performanslar ortaya koymuş.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde ise geriye yapılacak tek bir şey kalıyor. Arkanıza yaslanıp 10 bölümlük bu çılgın maceranın akışına kendinizi bırakmak.
The Sandman şimdi Netflix’te yayında.


