The Menu: Tadından Yenmeyen Bir Kara Komedi

Yazı İçindekiler [hide]

Sedef Hızlan
Sedef Hızlan
“I’ll see you at the movies!”
spot_img
Editör:
Berfin Sayarsoy
spot_img

Henüz The Bear dizisinin gözlerimizin önüne serdiği bozulmuş şef psikolojisini, sektörün zorluklarını, mutfak gerilimlerini atlatamamıştık ki, geçtiğimiz hafta Mark Mylod’un yönetmen koltuğuna oturduğu; ünlü bir şefin eşi benzeri olmayan menüsünü tatmak için restoranın bulunduğu ıssız adaya giden bir grup insanın hikayesini konu alan kara komedi/gerilim filmi The Menu vizyona girdi. 

Anya Taylor-Joy, son derece seçkin bir şefin ıssız bir adada bulunan restoranına giden Margot rolünde oynuyor. Şef Slowik’in (Ralph Fiennes) servis ettiği yemekler Margot’nun ilgisini çok çekmese de, onu bu restorana götüren Tyler (Nicholas Hoult), Slowik’in yemekleri konusunda takıntılı denebilecek kadar meraklı. Margot ve Tyler tuhaf bir çift olduklarının sinyallerini en başından itibaren veriyorlar ve aralarında açığa çıkmayı bekleyen sırlar olduğu açık bir şekilde seyirciye geçiyor. 

Tabii sırları olanlar sadece bu çift değil. Bu özel akşamın diğer misafirleri arasında, burnu havada bir yemek eleştirmeni olan Lillian (Janet McTeer) ve onun yalaka editörü Ted (Paul Adelstein); kariyerinin sönme noktasında olan bir film yıldızı (John Leguizamo) ve onun asistanı Felicity (Aimee Carrero); sıradan görünen yaşlı bir çift Richard (Reed Birney) ve Anne (Judith Light); üç genç ukala teknoloji girişimcisi Bryce (Rob Yang), Soren (Arturo Castro) ve Dave (Mark St. Cyr) ve tek başına oturan gizemli bir yaşlı kadın (Rebecca Koon) yer alıyor. 

Hawthorne adası, bir takım gerçekleri açığa çıkarmayı kendine hedef edinmiş Şef Slowik ve ekibinin de yardımıyla, herkesin kendiyle yüzleşeceği sembolik bir Araf gibi işliyor. Şef Slowik’in bundan önce New York’ta açtığı restoranın isminin Tantalus olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu okuma daha da mantığa oturuyor. Yunan mitolojisine göre Tantalus yaptığı kötülüklerin karşılığında Tanrılar tarafından cezalandırılır. Cezası ise, dalları alçak, binbir çeşit meyvenin asılı olduğu bir meyve ağacının altında, çenesine kadar su dolu olan bir havuzda bekletilmektir. Ancak ne zaman sudan bir yudum içmeye çalışsa su çekilir ve ne zaman meyvelere uzanmaya çalışsa rüzgar meyveleri kaçırır. Başka bir deyişle Tantalus, bu kadar varlıklı ve bereketli bir yerde olmasına rağmen, her daim aç ve susuzdur. Bu hikaye ile film arasında bağlantı kurmak, elbette pek de zor değil. 

The Menu’nun, diğer zengin, kendini beğenmiş, kaba insanları hedef alan, intikama dayalı klasik gerilim filmlerinden hemen ayrıştığını söylemek mümkün. Öncelikle film seyirciyi, Şef Slowik’in psikolojisine başarıyla sokuyor ve Margot başta olmak üzere sürekli filmin derinlikle tasarlanan karakterleri hakkında yeni bilgiler keşfedilmesini sağlıyor. Adeta başta seyircinin hiç tanımadığı ve bazı hareketlerine anlam veremediği bir grup yabancı insanı yavaşça o kadar ayrıntılı tanıtıyor ki, bir süre sonra yaptıkları her davranış, ne kadar saçma, hatta ne kadar canice olursa olsun, anlam kazanıyor seyircinin kafasında. Bunların yanı sıra, filmdeki incelikle işlenmiş kara mizah, en gergin noktada bile seyirciyi bir şekilde güldürmeyi başarıyor. Özellikle menüdeki yemek isimlerine ve açıklamalarına dikkat etmenizi şiddetle öneririz. 

Tabii ki filmin bazı zaafları da var. Örneğin Slowik’in konuklarına duyduğu hınç kimi yerlerde orantısız kalıyor. Öyle ki bazılarının suçları daha yüzeyselken, bazılarının ki daha kişisel ve anlamlı. Söz konusu durumun bu noktada film anlatısını biraz sekteye uğrattığı söylenebilir. 

The Menu’nun yapımcıları Adam McKay ve Will Ferrell’ı Succession dizinin uygulayıcı yapımcıları olarak da görmüştük. Filmin yönetmeni Mark Mylod, Succession’ın uygulayıcı yapımcısı olmasının yanı sıra, dizinin tam 13 bölümü için yönetmen koltuğuna oturmuştu. Filmin iki senaryo yazarından biri olan Will Tracy’nin ise Succession’ın iki bölümünü yazdığını biliyoruz. Hal böyle olunca, özellikle benzer kara mizah öğeleri ve belli bir sosyo-ekonomik sınıfa yaptığı hiciv sayesinde, The Menu ile Succession arasında birtakım benzerliklerin hissedildiğini söylemek mümkün.

Filmin diğer yapımcısı Betsy Koch katıldığı bir Q&A’de Leguizamos’un karakterini, daha önceden Harry Potter rolünden aşina olduğumuz Daniel Radcliffe’e oynatmayı düşündüklerini söyledi. Üstelik bir üstkurmaca, yani kendini oynayacağı bir karakter olarak. Şef Slowik rolünün aynı seride Voldemort karakterini oynayan Ralph Fiennes tarafından canlandırıldığını göz önünde bulunduracak olursak; eğer bu durum gerçekleşseydi, beyazperdenin belki de en ünlü iki azılı düşmanını tekrar birbirlerine karşı izlemek, meraklısı için film izleme deneyimini etkiler miydi acaba diye düşünmekten kendimizi alıkoyamadık. Yeri gelmişken, filmin başrol oyuncuları Ralph Fiennes ve Anya Taylor-Joy’a, ortaya koydukları başarılı performansları için haklarını vermek lazım. Ancak bize göre oyunculuk konusunda bu filmin yıldızı, Şef’in sağ kolu Elsa karakteri ile hem soğukkanlılığı hem hırsı net bir şekilde seyirciye geçirmeyi başaran, Hong Chau. ‘‘Arzuladığınızdan daha az, hak ettiğinizden daha fazla yiyeceksiniz’’ gibi ikonikleşmeyi hak eden, otoriter ve son derece kendinden emin kurduğu cümleler ile, restorandaki karakterlerin yanı sıra seyirciyi de gerim gerim germeyi başarıyor Elsa. Chau’nun bu sene The Whale filminde sergilediği performansı da göz önünde bulunduracak olursak, kendisini senenin en iyi yardımcı kadın oyuncu kategorisindeki Oscar adayları arasında görmemiz kuvvetle muhtemel.  

The Menu için yavaş yavaş açılan, açıldıkça her biri karakteri hakkında yeni bilgiler ortaya koyan, insanların baskı altında kaldıkça ise çatlamaya başladıkları uzun bir tek perdelik tiyatro oyunu havasında ilerliyor demek mümkün. Filmin prodüksiyon tasarımcısı Ethan Tobman bu ortamı yaratırken, Luis Buñuel’in 1962 yapımı The Exterminating Angel filminden (akşam yemeği için bir araya gelip, sonrasında bulundukları ortamdan kaçmaya çalışan kibirli elitler ile alakalı başka bir film) ilham aldığını söylüyor. Görüntü yönetmeni Peter Deming ise, restorandaki şık ve kaliteli ortama; sinematografisi aracılığıyla hem yemeklerdeki ‘sıcaklık eksikliğini’ hem de Şef Slowik’in karanlık ruh halini vurgulayan bir soğukluk katmayı başarıyor. Kostüm tasarımcısı Amy Westcott; diğer tüm müşterilerin giydiği pahalı, ağır ve siyah rengin baskın olduğu kostümlere karşın, Margot’ya mor renkli incecik bir elbise giydirerek onun oradaki herkesten farklı olduğunun sinyallerinin en baştan naif bir şekilde verilmesini sağlıyor. Yönetmen Mylod’un, sadece yemekleri değil ama restoranı da gösterirken kimi zaman kullandığı yaratıcı üst açıları ise, izleyicinin mekanı farklı şekillerde de keşfetmesini sağlıyor. 

Özetlemek gerekirse The Menu, incelikle kurgulanmış, görsel açıdan oldukça tatmin edici, kendini izleten, her daim ne olacağını merak ettiren, yer yer ise güldüren bir yapım. Son önerimiz ise izlemek için geç saatte olan bir seansı tercih etmemeniz. Çünkü film bittikten sonra canınızın en azından bir cheeseburger çekeceğinden neredeyse eminiz! The Menu’yu 18 Kasım’dan itibaren sinemalarda izleyebilirsiniz. 

Kaynakça: 

The Menu Production Notes. Searchlight Pictures. Web. 22.11.2022
https://dps03o6uurl7v.cloudfront.net/The_Menu_Production_Notes_FINAL_6F1PcNZ.pdf

‘‘John Leguizamo’s The Menu Character Could’ve Been Played By Daniel Radcliffe’’. SlashFilm. Web. 22.11.2022 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.