Filmin oluşturduğu absürt dünya bir miktar gerçek bir miktar distopik izler taşıyor. Modern toplum eleştirisinin yanında kişiler arası iletişimde toplumun ne kadar bilgisiz olduğunu vurguluyor. Yalnızlığı tercih edip evlenmemiş olmanın toplum tarafından dışlanma sebebi olması durumu günümüz modern dünyasında da bir gerçek. Kısaca, temel hatlarıyla film, yalnız bir bireyin sosyalleşme çabalarını ele alıyor diyebiliriz.
Film iki bölüm ve üç mekana bölünmüş. Mekanlar sırasıyla otel, orman ve şehir. Bölümler ise karakterimizin otel yaşamı ve orman yaşamı. Filmdeki absürt olayların ilk ilmiğini otel ve otelin ziyaretçilerine dayattığı koşullar atıyor. İçinde bulunduğumuz sistemin ve çevrenin kadın erkek ilişkisi temelinde bizi nasıl şekillendirdiği anlatılıyor. Otelin kendi içinde diktatoryal bir sistem mevcut. Sistemin başında ise müdüre karakteri var. Otel ziyaretçileri cinsel yönelimlerini ve tüm kişisel özelliklerini otele kaydolurken belirtiyorlar. Bu onlara en uygun eşin bulunmasının ilk basamağı.
Filmin genelinde episodik bir anlatım görmek mümkün. Örneğin otel bölümünde her bir absürt olay yaşandıktan sonra peşinden gelen mizahi ya da durağan sahneler seyircinin önceki olayı sindirmesini sağlıyor. Ziyaretçilerin otelde vakitleri kısıtlı. Her ziyaretçiye aynı süre tanınıyor. Bu süre içinde otelde bir eş bulamazlarsa diledikleri hayvana dönüşüp vahşi doğaya salınıyorlar. Bu noktada, bir sabah hamam böceği olarak uyanan Gregor Samsa’nın hikayesinden esintiler görmek mümkün. The Lobster’da da hayvana dönüştürülmenin anlamsal karşılığı, toplum tarafından aşağılanma. Fakat burada tek fark dönüşmek istediği hayvanı birey kendisi seçiyor. Oteldeki son önemli kural ormanda öldürdüğün yalnız gezen insan sayısı otelde kalma sürene ekleniyor. Yalnız gezenler silahsız, ormanda ilkel şekilde yaşamaya çalışan kimseler. Bu da zayıfın sırtına basarak güçlenilen kapitalist sistem düzenine bir eleştiri niteliğinde.
Dünya Ekonomi Forumu’nun Davos’daki yıllık toplantısı öncesinde Oxfam tarafından yayımlanan “Önemseme Zamanı” isimli raporda, dünyanın yüzde 1’lik en zengin kesiminin, 6,9 milyar kişiden 2 kat daha zengin olduğu belirtildi.
Bu veri filmdeki otel ziyaretçileri ve yalnız gezenler arasındaki sosyoekonomik ilişkiyi anlatıyor diyebiliriz. Filmin ikinci bölümüne geçiş David’in kendine uygun eşi bulduğunu düşünmesi (buna zorunda olması) sonrası yaşadığı yıkım ve otelden kaçışıyla başlıyor. Böylece David artık bir yalnız gezen konumuna geliyor ve filmin ikinci mekanı ormana geçiyoruz. Ormanda yaşayan yalnız gezenler de bir takım otoriter kurallar çerçevesinde yaşamaktalar. Onlardaki kurallar oteldeki sistemin tamamen antisi. Örneğin, cinsel veya duygusal bir yakınlaşma yasak. Bu olduğu takdirde ölümle sonuçlanabilecek ağır cezalar veriliyor. Vaadleri ise özgürlük başlığı altında, onlara katılan kişi burada istediği kadar yaşayabilir, dans edebilir ve cinsel olarak kendi kendini tatmin edebilir. Yönetmenin yalnız gezen insan figürünü metropol insanına benzettiği gözleniyor. Günümüz dünyasındaki büyük şehirler de yalnız gezen insanlarla dolu birer orman değil mi zaten?
Filmde bütün yaşananlar sistemin devamlılığını sağlamak için yapılan bir tiyatro gösterisi gibi. Yönetmen bu tiyatral hissi aşılamak için Lars Von Trier’in Dogville filminde tiyatral hissi arttırmak için uyguladığı tekniğe benzer bir anlatıcı dış sese başvuruyor. Hikayenin ilerlemesiyle de bu anlatıcının aslında kritik öneme sahip bir karakter olduğu öğreniliyor. Ormanda yalnız yaşayanlar, liderlerine körü körüne bağlılar. Miyop kız karakterinin kör edilmesi sonrası otoyolda yaşanan aksiyon sonunda, lider sembolik olarak ölüp yeniden diriliyor ve yenilmezliğini meşru kılıyor. Ayrıca iki bölüm George Orwell’in iki romanı ile benzerlik gösteriyor. Otel bölümü 1984 romanı ile orman bölümü ise hayvan çiftliği ile benzerlikler taşıyor. Hatta orman bölümünde liderin iri bir domuzla yakınlaşması bu benzerliği güçlendiriyor.
Son mekan ise iki dünyayı birlikte gördüğümüz şehir. Yalnız gezenlerin de gizlice sızabildiği, otelde eş olarak gezenlerin ise evlilik belgeleri sayesinde rahatça gezebildikleri mekan. Karakterlerimiz filmin sonunda ormandan kaçıp şehre sığınıyorlar. Bu sığınış bana Atinalı Timon’un modern toplumu terkedip ormana sığınışını hatırlattı. Burada orman ve ormanda yaşayan topluluk bir çeşit temsili anarşist toplum modeli. Filmde oradan kaçmak da yönetmenin, son tahlilde toplumsal sistemlerden bir kaçışın olmadığı mesajını bizlere ulaştırıyor. Son sahnede ise karakterimiz hem sevgisi için, hem de normları yıkmak adına kendi gözlerini kör ediyor. Karakter fiziksel bizse sinematografik olarak karanlığa düşerek filmi bitiriyoruz.