Margaret Atwood tarafından kaleme alınmış son derece ilgi çekici The Handmaid’s Tale isimli kurgu romanından uyarlanan aynı adlı dizi, Türkçe adıyla Damızlık Kızın Öyküsü, geçtiğimiz haftalarda 4. sezonun ilk 3 bölümü ile geri dönmüştü. Atwood’un, yaşadığı dönemde Amerika’daki muhafazakar kesimin yükselişinden etkilenip 1985’te yazdığı kitap, 1990 yılında da aynı isimle filme çekilmiş ancak günümüzde uyarlanmış dizi hali kadar ilgi görmemiştir. 2017 yılından beri çekimlerine devam edilen Elizabeth Moss, Joseph Fiennes, Yvonne Strahovski, Ann Dowd gibi başarılı oyuncuların yer aldığı günümüzdeki uyarlaması ise tüm dünyada oldukça ilgi görüyor, ödüller almaya doymuyor ve hatta son zamanların en iyi dizilerinden biri olarak kabul ediliyor.
Diziyi takip edenlerin bileceği üzere Handmaid’s Tale, oldukça karanlık distopik bir gelecekte geçen, izlemesi bazen zor ve vurucu olabilse bile içimizde bir yerlere dokunmayı da çok iyi bilen, sinematografisiyle bizi kendine hayran bırakan muazzam bir dizi. Geçtiğimiz sezonun 2019’da yayınlanmasının ardından, korona salgını nedeniyle çekimlerine ara verildiği için yaklaşık iki senedir beklediğimiz dizinin yeni sezonunda da temposu ve sürükleyiciliği kaldığı yerden devam ediyor. Bu arada eğer bu harika diziyi hala izlemeyenleriniz varsa bir an önce izlemenizi tavsiye ediyoruz.
Dilerseniz, sitemizdeki The Handmaid’s Tale ile ilgili dizi incelemesinin yapıldığı The Handmaid’s Tale – Damızlık Kızın Öyküsü (Dizi) İncelemesi başlıklı yazıya; roman incelemelerinin yapıldığı Bir Roman olarak Damızlık Kızın Öyküsü ve Damızlık Kızın Öyküsü – Margaret Atwood başlıklı yazılara da göz atabilirsiniz.
Biz bu yazıda tüm dünyada çok konuşulan The Handmaid’s Tale’in yeni sezonuna bir göz atalım istedik ama bundan önce dizinin konusu ve önceki sezonlarına da kısaca bir değinmek istiyoruz. Yazı bazı noktalarda tat kaçıran bilgiler (spoiler) içermektedir, söylemiş olalım.
The Handmaid’s Tale’in Konusu
The Handmaid’s Tale, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan bir dizi çevresel felaketin ardından doğum oranlarının düşmesi sonucunda bir çözüm olarak kurulmuş olan Gilead toplumunda geçiyor. Gilead; din, baskı ve işkence yoluyla erkeklerin kadınlar üzerinde oldukça şiddetli bir hakimiyet kurduğu ileri ataerkil ve muhafazakar bir toplum. Cinselliğin, eşcinselliğin, teknolojinin, arzu ve şehvetin ve bunun yanında birçok şeyin yasak olduğu ve bunların ağır cezalara tabii tutulduğu korkunç ve insanlık dışı bir sistemi var. Aslında dizinin izlenmesinin yer yer bu denli zor oluşu da buradan kaynaklanıyor.
Kuşkusuz dizinin hikayesi distopik bir geleceği konu almakta ancak hikayenin içinde bize aktarılanlar hiç de yabancı olmadığımız bir yerden aktarılıyor nitekim günümüzde var olan dünya düzeni de ataerkil sistem üzerine kurulu. Dolayısıyla karanlık bir geleceği öngörüyor olsa da diziyi günümüzden bağımsız düşünmek imkansız bir hal alıyor.
Gilead’da kadınlar, çocuk sahibi olabilenler ve olamayanlar olarak sınıflandırılmış durumda. Doğum yapabilenler ülkenin yönetici erkeklerine damızlık olarak verilirken doğum yapamayanlar, ya bu erkeklerin eşleri olarak yaşamlarına devam edebiliyor ya ev içi birtakım işlerde çalıştırılıyor ya da ağır işlerde çalıştırılıp ölüme terkediliyorlar. Bildiğimiz üzere Gilead’daki kadınlar kitap okumak gibi en basit haklardan dahi yoksunlar ve tamamen devletin mülkü olarak görülüyorlar: sadece çocuk doğurması gereken bir doğum makinası gibi. Tüm bunların yanında kadınlar yalnızca söylemsel olarak değil eylemsel olarak da giydikleri kıyafetler aracılığıyla birbirlerinden ayrıştırılmış durumda. Hikayenin bu kısmı, dizinin sinematografisine oldukça başarılı bir şekilde yansıtılıyor yönetmenler tarafından.
Damızlık kadınlar, yönetici elit kesimin ailelerine çocuk doğurmaları için gönderiliyorlar ve bir bebek sahibi olana kadar da aynı evde yaşıyorlar; bu korkunç evlerde şiddetin her türlüsüne ve tecavüze maruz kalıyorlar. Gilead kurulmadan önceki hayatlarından, ailelerinden, eşlerinden ve çocuklarından da koparılmışlar.
Biz ise damızlık kadınlardan biri olan, Elizabeth Moss‘un hayat verdiği June Osborn karakterinin bakış açısından hikayeye dahil oluyoruz. Gilead’ın baskıcı, acımasız, korkunç sistemine tanıklık ederken bir yandan da bu sistem içerisinde June’un hikayesini, sistemle nasıl başa çıkmaya çalıştığını, bulduğu yolları, direnişini izliyor zaman zaman da diğer kadınların hikayelerini öğreniyoruz. June da tıpkı diğer kadınlar gibi eşinden ve çocuğu Hannah‘tan koparılmış; eşi bir şekilde Kanada‘ya kaçmayı başarsa da kızı Hannah, yönetici ailelerden birine evlatlık verilmiş. June da doğurgan bir kadın olduğu için damızlık kadınlardan biri olmuş ve sisteme esir edilmiş.
Önceki Sezonlarda Neler Olmuştu?
İlk sezonda, Gilead’ın renksiz havasını solurken Fred ve Serena‘nın evinde damızlık olarak görevlendirilen June’un hikayesine ortak olmuş ve olayların nasıl bu hale geldiğini, bu sistemin nasıl kurulup işlemeye devam ettiğini izlemiştik. Dizide tüm bunlar Gilead kurulmadan önce olanları anlatan flashbacklerle bize aktarılmıştı. Dizinin belki de en vurucu yanlarından biri de bizim bildiğimiz gibi “modern” bir hayat yaşıyorlarken bu duruma nasıl gelindiğini adım adım gözlerimizin önüne sermesi. Bu noktada dizinin feminist bir dilinin olduğunu da söylemekte fayda var. Bununla birlikte Gilead’da insanların nasıl yaşadıklarını ve yaşananların hem damızlık kadınlar üzerinde hem diğer sınıflardaki kadınlar üzerinde bıraktığı etkilere şahit olmuştuk.
Bir sonraki sezondaysa yine oldukça etkileyici olaylar yaşanmıştı ve June’un hamileliği etrafında yaşananlar bizlere aktarılmıştı. June ve arkadaşlarının, yani diğer damızlık kadınların kurdukları ilişkilere, Gilead’a karşı birlikte gizlice gerçekleştirdikleri eylemlere tanık olmuş ve heyecanlanmıştık. Bir yandan da karakterlerin değişimlerini yavaş yavaş sezmeye başlamıştık ikinci sezonda. June bu sezonda Kanada’ya kaçmaya çalışırken bir türlü kaçamamış ve “damızlık olarak” ilk bebeğini tek başına doğurmuştu.
Üçüncü sezonda da June’un evlatlık verilen kızı Hannah’ı Gilead’dan kurtarmak isterken bir yandan da ne pahasına olursa olsun Gilead’ı sarsmaya kararlı olduğunu ve bunun için yaptığı planı heyecanla takip etmiştik. Hem Gilead’ın sistemine lanet etmiş hem de yavaş yavaş içimizi intikam ateşi sarmaya başlamıştı. Gilead’dan kurtulmak çok da kolay değildi ancak June, Gilead’ı kökünden yok etmeye kararlıydı.
Üçüncü sezonun son bölümlerinde, June’un Gilead’dan 52 çocuğu Kanada’ya kaçırma planı yaptığını ve bunun hazırlıklarını izlemiştik. Sezon finalindeyse nihayet plan gerçekleşmiş ve June’un tahmininden de fazla çocuk Kanada’ya kaçırılmıştı. Ancak planda değişime uğrayan bir şey vardı o da damızlık kadınların kaçıp geride kalanları bu sistemle baş başa bırakmaktansa Gilead’ı yok etmek için kalıp birlikte savaşmaya karar vermeleriydi. Zaten June’un defalarca kaçmaya fırsatı varken kızı için Gilead’da kalmayı tercih ettiğini biliyorduk önceki sezonlardan da. Kendisi kaçmak yerine arkadaşlarının Kanada’ya kaçmasına yardım etmişti hep.
Elbette June’un gidememesinin nedenlerinden biri de küçük kızının hala başka bir ailenin evinde bu sisteme esir olması ve diğerleri gibi onu da burada bırakmak istememesiydi.
Yeni Sezonda Neler Oldu?
Dördüncü sezonda gördüğümüz June önceki sezonlarda gördüklerimizden çok farklı. Gilead onu tamamen değiştirmiş ve kendisi gibi acımasızlaştırmış. Zaten her sezon karakterin değişimine tanık olmuştuk buradaysa tam bir değişim söz konusu, artık kesin kararlar verip bir an önce uygulamaya çalışıyor. Gilead’dan intikam almak istiyor June ve bunun için gözünü karartmış durumda.
June ve arkadaşları, Kanada’ya kaçırdıkları çocuklardan sonra, birinci sezondan beri damızlık kadınlar ve marthalar arasında oluşmuş gizli ağ yardımıyla bir şekilde Gilead’dan uzak saklanacak bir ev buluyorlar. Burada yaşı daha çok küçük olmasına rağmen yaşlı bir komutanla evlendirilmiş, defalarca tecavüze maruz bırakılmış Mrs. Keyes‘in çiftliğinde kalıyorlar bir süre. Mrs. Keyes, her ne kadar komutan eşi olsa bile, Gilead’ın kokuşmuş sisteminden derin yaralar almış biri. O da diğer komutan eşlerinden farklı olarak bu sistemin bitmesini istiyor bu yüzden de damızlık kadınlara yardım ediyor.
Damızlıklar Mrs. Keyes’in evinin pek de güvenli olmadığını bildiklerinden kaçış planı yapıyorlar bir yandan da. Ancak planları düşündükleri gibi işlemiyor ne yazık ki. June komutanların kaldıkları bir eğlence evini öğreniyor, burada komutanlara “küçük bir sürpriz” hazırlamak için evden ayrıldığı sırada Gilead, damızlıkların saklandıkları evi öğreniyor ve döndüğünde arkadaşları kaçmış oluyor. June ise yakalanıyor. Türlü işkencelerle, şiddetle June’a damızlıkların nereye kaçtığını söyletmeye çalışsalar da June direniyor, arkadaşlarını elbette ele vermek istemiyor ve hatta ölümü göze alıyor. Gilead’ın ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha görüyoruz buraları izlerken.
Aynı zamanda, zamanında June’a yardım etmiş ve onunla bu korkunç ülkede iyi ilişkiler kurmuş insanların da güç uğruna ona ihanet ettiğini görüyoruz. June tüm bunlar karşısında yıkılmamakta kararlı ancak Gilead ona karşı son kozunu da kullanıyor ve June, kızı Hannah’a zarar vermekle tehdit edilince maalesef daha fazla dayanamıyor.
Tüm bunların ardından, June ve yakalanan arkadaşlarının ıslah edilmeleri için bir süre tarlada çalıştırılmaları ve sonrasında tekrar damızlık görevlerine devam etmeleri kararı veriliyor. Çünkü bu kadınlar doğurgan ve Gilead bu köleleştirdikleri kadınlar olmadan sistematik olarak ayakta kalamaz, hepsini idam etmeleri de olanaklar dahilinde değil elbette. Biz ise tüm bu yaşananlardan sonra yine başa mı döneceğiz diye şaşırmış ve kafamız karışık halde buluyoruz kendimizi.
Tam bu düşünceler aklımızdan geçerken June ve arkadaşları için de her şeyin bu kadar basit olmadığını ve artık bu noktada iplerin koptuğunu anlıyoruz. Tarlada çalışmak için bir arabayla götürülürlerken küçük bir aksaklık yaşanıyor ve bu sırada damızlık kadınlar kaçmayı başarıyorlar. Bu sahneleri bir yandan içimizde çiçekler açarak bir yandan kurtulmayı başardılar diye sevinerek izliyoruz. Ancak senaryo yazarları burada biraz kalbimizi kırıyor ne yazık ki. June yine de kaçmayı başarıyor gibi görünüyor 3. bölümün sonunda, en azından şimdilik görünen bu.
Henüz izlemeyenler için çok fazla spoiler verip tat kaçırmak istemediğimizden yayınlanan 3 bölüm hakkında söyleyeceklerimiz şimdilik bu kadar. İzlerken duygularımızın birbirine karıştığı bizi darmadağın eden bu dizinin 5. sezon onayı aldığı da yeni sezon gelmeden önce duyurulmuştu. Hem bu durumdan hem dizinin fragmanından anladığımız kadarıyla gelecek bölümlerde olaylar iyice karışmış durumda. June onu bu hale getirenlerden ve Gilead’dan intikam, kendisi ve diğer tüm kadınlar içinse adalet istiyor. Bakalım Gilead’dan sonrası mümkün olacak mı yoksa bizi düşündüğümüzden çok farklı şeyler mi bekliyor? Yeni bölümleri merakla bekliyoruz.