The Gray Man, Mark Greaney’in aynı adlı 2009 romanına dayanan Netflix’in ‘en yüksek bütçeli yapımı’ olarak lanse edilen bir aksiyon filmidir. Başrollerinde Ryan Gosling, Chris Evans ve Ana De Armas gibi yıldızları bulunduran filmin yönetmen koltuğunda Avengers: Infinity War, Captain America: The Winter Soldier ve Avenger: Endgame gibi Marvel filmlerinden hatırlayacağımız Russo Kardeşler oturuyor.
Film aslında hepimizin aşina olduğu klasik ajan filmlerinden farksız. CIA, karanlık operasyonlarını acımasız bir verimlilikle yürütmesi için hapishaneden suçluları seçiyor ve onları eğitiyor. Filmde bu eğitimi almış kişilere ise “Gri Adamlar” deniyor.
CIA tarafından eğitilmeyi ve kiralık bir katile dönüşmeyi kabul eden Six (Ryan Gosling) gönderildiği görev sırasında Carmichael (Regé-Jean Page) hakkında gizli bilgiler içeren bir dosyaya ulaşır, hedef haline gelir ve hikayemiz başlar. Bu andan itibaren film bizleri hızlı bir dünya turuna çıkartıyor. Prag’da, Hırvatistan’da, Hong Kong’da ve Türkiye’nin herhangi bir yerinde havada helikopterler düşürülüyor, el bombaları atılıyor ve yardımcı karakterler katlediliyor. Fakat film bizlere bütçesine rağmen bunca mekanda yeterli görsellik sunamıyor. Öyle ki bu sahnelerde ekranda beliren yer isimleri olmasa karakterlerin gerçekten orada olduğunu kanıtlayacak herhangi bir işaret dahi bulunmuyor.
Daha filmin afişini gördüğünüzde bütçenin büyük çoğunluğunun kadrodaki yıldız isimlere ayrıldığını anlıyorsunuz. Bizce Six karakterine hayat veren Ryan Gosling bütçede kendine ayrılan payın hakkını veriyor. Karakterin gizemli, huysuz ve bir o kadar da esprili halini her hareketinden okuyabiliyorsunuz. Bu da filmin belli bir yarısına kadar hakkında hiçbir şey bilmediğimiz karakterle bağ kurmanızı kolaylaştırıyor.
Öte yandan filme ismini veren “Gri Adam” terimi sadece eğitilmiş suçlulara takılmış bir isimle kalmıyor. Karakterlerin hikayelerini ve geçmişte ne gibi suçlara karıştığını öğrendiğimizde her birinin tam anlamıyla siyah veya beyaz olmadığını görüyoruz.
Aksiyon filmlerinin genelinde belirli çizgiler vardır ve kim iyi kimin kötü olduğunu ayırt edebilmemiz kolaylaşır. Fakat The Gray Man bizlere suç dolu bu dünyanın içinde bağ kurabileceğimiz, yeri geldiğinde hak verebileceğimiz yeri geldiğinde ise yaptığı seçimleri eleştirebileceğimiz bir düzine karakter sunuyor. Bu noktada seyirci filmin bir romandan uyarlandığını rahatlıkla hissediyor. Fakat filmin ilk yarım saatinden sonra sadece patlamalara, çılgın kaçış sahnelerine ve bolca mermiye maruz kaldığı halde vurulmayan başrollere tanıklık ediyoruz. Karakterlerin hikayesi ise daha ilk yarıda arka plana itiliyor.
Filmde öne çıkan diğer bir isim olan Ana de Armas’ı, Six’in birlikte çalıştığı ve bu kaçış macerasında işbirliği yaptığı bir ajan olarak izliyoruz. Kendisini yine benzer bir rolde James Bond’un beşinci filmi Ölmek İçin Zaman Yok ‘da (İngilizce adıyla No Time To Die) izlemiştik. Derinlikle işlenmeyen karakter filmde bizlere Six’i tanıma yolunda rehberlik ediyor.
Filmin kötüsü Lloyd Hansen ise Carmichael’ın işbirlikçisi, kuralları çiğnemek için her fırsatı değerlendiren, işkenceye iştahlı bir kiralık katil. Six’in eline geçen dosyaları almak için görevlendiriyor. İzlerken karşınızdakinin görevini yerine getirmek ve birine işkence yapmak için her yolu deneyeceğinin bilincindesiniz fakat buna rağmen karakter sizde gerilim duygusunu uyandırmıyor. Chris Evans tarafından hayat verilen Lloyd Hansen’ın işlenen egosu film boyu parodiye kaçan bir havaya sahip. Özellikle filmin sonlarına doğru kendisinin Six ile arasında gerçekleşen dövüş sekansında yediği darbelerden sonra çocuk gibi tepinmesi ve “Acıdı!” diye bağırması bu argümanı en güzel şekilde özetleyen durum olarak karşımıza çıkıyor.
Aksiyonu Bol Ucuz İş
Film genel itibariyle bol aksiyonlu, ilgi çekici bir konuyu ele alıyor olsa da bunu iyi bir şekilde işleyemiyor. Gizem kavramını çoğu karakter üzerinde gözlemliyor ve meraklanıyor olsak da filmin sonunda birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Ana de Armas’ın karakteri Dani Miranda bu soru işaretlerinden en büyüğü. Karakterin iş ahlakı ve güçlü duruşunun arkasında ne gibi hikayelerin yattığını filmde önemli bir role sahip olmasına rağmen öğrenemiyoruz.
Öte yandan Claire Fitzroy rolüyle izlediğimiz Julia Butters ve karakterin Six ile olan abi-kardeş ilişkisi seyirciye duygusal dakikalar yaşatıyor. Yaşatıyor fakat bizlere yenilikçi bir olay sunmuyor.
Gri Adam’ı yüksek bütçesine rağmen ucuz bir iş yapan etken ise yaratıcılığın ikinci planda kalması. Kadrosundaki isimler tek başına büyük bir izleyici kitlesini garantilese de bu kitleyi elde tutmak için bir çaba sergilenmiyor. Senaryodaki boşluklar, bolca kullanılan klişe aksiyon sahneleri filmi “izlendiği gibi unutulacak aksiyon filmleri” listesine hızla bir giriş yaptırıyor.