The Dig Film İncelemesi: Toprağın Altındaki Geçmiş

Gülşah Karaoğlu
Gülşah Karaoğlu
"Hangi acıyla yaprak dökersek dökelim, insan kendini seveceği bir dünya buluyor." -Şükrü Erbaş-
spot_img
spot_img

John Preston’un aynı isimli romanından uyarlanan BAFTA film ödüllerine beş adaylık alan 1939’da İngiltere’nin Suffolk eyaletinde yaşanan tarihi kazıyı anlatan bir filmdir The Dig. Film, Simon Stone’nin yönettiği İngiliz yapımı drama kategorisinde yer almakta. The Dig gerçek bir olaydan esinlenmiştir ve yönetmen Anglosakson gemi mezarı kazısını çarpıcı bir şekilde izleyicilerine aktarmayı başarmıştır.

Tarihin en önemli kazılarından birini konu alan filmde aynı zamanda karakterlerin üzerinden geçen savaş uçaklarından da anlaşıldığı üzere yaklaşmakta olan 2. Dünya Savaşı’nın da etkilerini gözler önüne serilmiştir. Suffolk’ta yaşayan varlıklı bir kadın olan Edith Pretty eşi ölmeden önce aldıkları mülkteki mezar höyüklerini araştırması için bir arkeolog tutmuştur. Filmde üstünde durulduğu gibi kendi kendini yetiştirmiş bir kazıcı olan ve işine tutkuyla bağlı olan Basil Brown işe alınmıştır. Filmin ilerleyen sahnelerinde de gördüğümüz gibi Pretty kalbinden rahatsızdır ancak bu merakından vazgeçmediğini, umutla o kazının altında bir şeylerin olduğunu hissetmesini gözlemliyoruz.

Kırsal alanda küçük oğluyla birlikte yaşayan Pretty’nin eşiyle olan hikayesini yönetmen dramatik bir biçimde izleyicisine aktarmıştır. Film bir kazıyı konu almasının yanı sıra, filmdeki karakterlerin özellikleri, hikayeyi dikkat çekici kılıyor. Film seyirciyi, kimi zaman işe olan tutku, kimi zaman romantik duygular, kimi zaman da üzüntü ile sarmalıyor. Film yer yer yavaş ilerlese de izleyicisinin merakını çoğunlukla dinç tutacak konular işleniyor.

”Hep geçmiş ya da şimdi için değil, gelecek için çalıştığını söylersin. Sonraki nesiller nereden geldiklerini bilsinler diye.”

Pretty’nin mülkünde yardımcılarıyla birlikte çalışan arkeolog Basil Brown, dikkatli bir şekilde alanda çalışırken Pretty ile yakın olup bir şeyler paylaşırken, Pretty’nin oğlu ile de bir bağ kurar ve ona astronomi ve arkeoloji hakkında bilgiler verir. Brown topraktan demir parçalar çıkarıp heyecana kapılır ve bu kazının altında kral gibi önemli bir kişinin mezarı olduğunu ileri sürer. Kalıntıların Vikinglerden de eski olduğuna Anglosaksonlara ait olduğuna kendince emin olsa da çalışmalarının sonucunda bunu kanıtlayan bir parçayı bulmuştur Basil. Bu keşif kısa sürede her yere yayılır. Bu gibi yerler günümüzde de ulusal değere sahip olduğu için o dönemde de yetkililer devreye girer ve bu kazı çalışmasını devralır. Arkeolog Charles Phillips gelir ve geniş bir ekiple kazı çalışmalarına devam eder. Pretty’nin emriyle Basil de ekipte yer almaya devam eder. Filmin başlarında konu Basil üzerinde ilerlerken, filmin yarısından sonra sade bir kazıcı olarak varlığını sürdürmüştür. Filmin ilerleyen sahnelerinde, çıkan kalıntılardan da anlaşıldığı üzere toprağın altındaki bir gemi mezarının içindeki eşyaların olduğunu görmekteyiz. Kazıda neredeyse 30 metre uzunluğundaki geminin parçaları ve içinde onlarca değerli eşyayı bulurlar ve bu değerli parçaları savaşın etkilerinden korumak için önce Londra metrosunda saklasalar da sonrasında Pretty hazineyi British Müzesi’ne bağışlar.

Film bize zamanın her halükarda geçtiğini, herkesin bir gün bu dünyadan gideceğini ancak biz ileriye giderken, belki de yok olurken arkamızda bıraktığımız bazı şeyler sayesinde aslında hala yaşadığımızı da anlatıyor.

”Bir mağara duvarındaki ilk insan eli izinden bu yana sürekliliği olan bir şeyin parçasıyız.”

Film gerçek bir olaydan esinlendiği için şu sözlerle bitiyor:

”Sutton Hoo hazineleri, 2. Dünya Savaşı boyunca Londra’da bir metro istasyonunda güvenle saklandı. Edith’in ölümünden dokuz yıl sonra ilk kez halka açık sergilendi. Basil Brown’ın adı geçmedi. Basil’in arkeolojiye eşsiz katkısı ancak son yıllarda kabul gördü. Britanya Müzesi’ndeki kalıcı sergide Edith’in adının yanına adı yazıldı.”

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.