The Cure, zamansız varlığını 80’lerden günümüze tüm ihtişamıyla ve özümsenmiş diskografisiyle taşımıştır. Özümsenmiş olması kuvvetli bir tanımdır elbette fakat grubun benliği, şarkılarının duygusal aktarımını tam anlamıyla nesillerce sağlamış olmasından kaynaklı.
İngiltere kökenli grup, 80’li ve 2000’li yıllar arasında yaşadıkları iniş-çıkışlı ve bol eleştirili temposuyla kendi imajını belirlemiştir. Olumsuzluklar grubu baltalamaktan ziyade, onların ruhunu besleyerek benliğini topluma kazıyan bir aracı olmuştur. Alternatif rock türü etrafınca şekillenen albümleri, zaman zaman gotik rock, dream pop ve post-punk türler arası geçişlerle grubun kimliğini inşa etmiştir.
The Cure‘ü eşsiz kılan faktörlerden biri, duygusal derinlik açısından insanlara dokunan insani özellikleri vurgulamalarıdır. Karanlık atmosferleri varoluşsal sorgulara dayandıran şarkıları; romantik ögelerle şekillenerek fantastik bir oluşuma dönüşmüştür. Sağlam dinleyici kitlesine sahip grubun zamana meydan okuyan şarkıları, her birimizin ruhuna okunan destansı bir varoluş mücadelesinden başka bir şey değildir.
Varoluşumuzu irdelerken ve onunla zaman zaman mücadele ederken, bizleri olduğumuz gibi kabul ettirerek sakinleştiren unutulmaz The Cure şarkılarına gelin birlikte göz atalım!
1. Fire in Cairo
Ortalık yangın yeri ama biz mi yanıyoruz? Yoksa alevler ruhumuzdan fışkıran sorunların temsili mi? Çıkış albümleri Three Imaginary Boys‘un onuncu parçası “Fire in Cairo“, alternatif müziğin içinde doğan, etkileyici gitar tınıları ile fanların gönlünde taht kurmuştur. Melankolik izler taşıyan şarkı aynı anda dans ettirecek türden bir boşvermişliği hissettiriyor.
Nitekim şarkının içinde sıklıkla tekrarlanan olgu, 1952 Kahire yangınından başkası değildir. Grup, Kahire’de ki yangını, sarsıcı bir örnekle vurgulamak için kullanmış olabilir zira bu yangın devrimle ilişkilidir. Peki ya şarkıda ki yangın varoluşumuzun yıkıcı olanı onardığını gösteren bir işaret mi?
Yangın, kişinin çalkantılı iç dünyasının anlık hazlarla giderilemeyecek bir yıkımı tasvir ediyor. “Hayatı tam olarak yaşayamayanlar, yüreği daha önce cayır cayır yanmayanlardır” demek isteyen Robert Smith, kabullenişi kaçınılmaz kılan hissiyatı aktarmıştır. Varlığımızı, yangın yerine çeviren farkındalıkla kutsayan şarkı, ritmiyle harekete geçiren enerjisiyle sancıları bastırıyor.
Then the heat disappears
And the mirage Fades away
(Sonra ısı kaybolur ve serap silikleşir)
2. Lullaby
Herkes hayatının belli bir döneminde uykusuzluk ve bunun şekillendirdiği kaygıyı tatmıştır. Robert Smith‘in ince tınısı gitarın ve davulların uyumuyla enfes bir harmoniyi barındıran “Lullaby” şarkısı, adeta boyutlararası geçişleri sağlıyor. Grubun 1989’da yayımlanan sekizinci albümleri Disintegration, dark wave gotik müziğin zirvesi yapacak türden bir bileşimi içermekte.
Disintegration albümü; kışkırtıcı, sonsuz bir kasırga ve karanlığın ta kendisidir. Karanlık temanın hâkim olduğu albümde; özlem, travma ve kafa karışıklığıyla dolu hikâyelerin birleşiminden oluşuyor. Robert Smith’in varoluşsal sancıları, ikilemler arasında sıkıştığı evrenin bir yaratısı olan albümde, “Lullaby” grubun kitlesinin ruhuna dokunan en çarpıcı şarkıdır diyebiliriz. Zihninin sınırlarına sıkışıp kalan insanlara ayna tutan şarkı, iç sıkıntılarının somut ve hastalıklı olabileceği gerçeğini aktarıyor.
Bizleri rahatlatıcı bir uykuya uğurlayan ninninler, bu şarkıda çarpıcı tezatlığıyla yalın hâlde. Fısıltı ve sakin bir ses tonu rahatlamaktan ziyade zihnimizin kuytu köşelerinde yatan canavarı uyandırıyor. Bilinmezlik hissini aktaran şarkı, her an ne olacağı meçhul korkutucu geceleri meşru kılar. En ilkel korkularımızla yüzleşmemizi sağlayan şey de budur. Yatakta titreyen kurbanı arayarak gelen bir örümcek, ağlarıyla bizi saran kaygının kütlesini arttırıyor, belki de karabasan gibi üzerimize çullanıyor. Unutmayalım ki güneş doğacak ve sabah tüm ferahlığıyla bizi kucaklayacak ama döngü bu ızdıraplı gecelerde kendini tekrar edecektir. Örümcekler, karabasanlar veya hayaletler bizi biz yapan karanlığın dışavurumudur. Kendimizi en güçlü ve en zayıf yönlerimizle kabul edip döngüyü kıralım.
A movement in the corner of the room!
(Odanın köşesinde bir hareketlenme)
And there is nothing I can do
(Ve yapabileceğim hiçbirşey yok)
And I realise with fright
(Korkuyla farkında varıyorum ki)
That the spiderman is having me for dinner tonight!
(Örümcek Adam bu gece, akşam yemeği olarak beni yiyecek)
3. A Letter To Elise
Başarısız ilişkiler, iki gönlün birbirine temasında kurulamayan bir bağ. Mektuplar, modern dünyayla birlikte nostaljik hatıratlar olarak tarihe ışık tutmuştur. Goethe’den Kafka’ya uzanan edebi izlemde mektuplar, müziğin dünyasında ise dışavurumun bir parçası olarak son derece samimi, yalın bir izlenimi açığa çıkarıyor.
1992’de Wish albümünü yayımlayan The Cure, daha pozitif bir ruh halini barındıran şarkılarıyla geri dönüş yaptığında, ister istemez dinleyiciler bu samimiyeti benimsedi. “A Letter To Elise“, başkasına yapılan itirafı aslında kendine yapan bir adamın hikâyesi. Kendi eylemlerinin yıkıcı tarafını sunmakla kalmayıp romantik bir ilişkide olması gerekenleri yerine getiremediğini söylemek. Tabi ki bu itiraf kişiyi üzdüğü gibi rahatlatıyor da.
Gitar, bas ve klavyenin uyumu melankolik vokal eşliğinde masalsı fakat son derece ciddi bir hikâyeyi anlatıyor. İlişkide yiten dinamiklik, bir umut romantizm ile yakalanmaya çalışılsa da nafile. Sancılı bakışlar ve kalpleri kıran sözleriyle etkisi kalkmış, vadedilenlerin yerine getirilmemesini anlatıyor. Aşkının umduğu gibi olamamasını tarif eden şarkı, her geçen satırda giderek umutsuz hâle bürünüyor. Yalnız ruhlar, sıkışıp kaldıkları girdaptan çıkamayacak, gerçekliği sonuna kadar hissedeceklerdir. İşte bu hisler şarkının bizlere fısıldadığı büyüleyici anlatıdan geçiyor.
Me and you there’re worlds to part
(Sen ve ben, ayrı dünyalar)
With aching looks and breaking hearts
(Sancılı bakışlarla ve kırılan kalplerle)
And all the prayers your hands can make
(Ve edebileceğin tüm duaları)
I throw it all away
Like throwing faces at the sky
(Hepsini atacağım, bırakacağım gökyüzüne)
4. Boys Don’t Cry
“Erkek çocukları ağlamaz ama yetişkin adamlar ağlayabilmeli” düşüncesini aşılayan zamansız bir parçadır “Boys Don’t Cry“. İçselleştirilmiş toplumsal baskılardan kaçamayanlar için bir ağıt da denilebilir şarkı için. Sevdiği kıza karşı yaptığı hataları kabullenip, özür dilemeyi ve karşısında ağlama eylemini gerçekleştiremeyenlerin ezgisidir.
1979 çıkışlı olmasına rağmen bu şarkıyı zamansız kılan, toplumsal normların baskın yönüdür. Ağlayabilmek herkese nasip olamayabilir özellikle de “güçlü” görünmeyi zoraki kılan sistem karşısında zor bir eylemdir. 1979’da yayımlanan Three Imaginary Boys albümünün parçası olan “Boys Don’t Cry”, 1986’da düzenlenerek tekli olarak çıkartılmıştır.
Alternatif rock türündeki albümde, akılda kalıcı ritmi ile pop müziği anımsatan “Boys Don’t Cry”, pişmanlığını, üzüntüsünü dile getiremeyen erkeklere hitap etmekte. Şarkı; çocukluğunda dikte edilenin, yetişkin hayatında lanet gibi üzerine yapıştığı için savunmasız olmayı reddeden bireyin öyküsüdür. Robert Smith’in Rolling Stone’a verdiği röportajda büyüme evresinde yaşadığı çeşitli akran baskısından söz etmiştir. Bu baskı yüzünden duygularını aktarmada, dışa yansıtmada zorlanan vokalist, artık şarkıları aracılığıyla bütün bu eylemleri yapabiliyor.
I tried to laugh about it
(Bunun hakkında gülmeyi denedim)
Cover it all up with lies
(Yalanlarla üstünü kapatarak)
Hiding the tears in my eyes
(Gözyaşlarımı gizleyerek)
5. Lovesong
İnsanı hayatta tutan elbette biraz da şaibeli olan “aşk”, bu şarkıda klasik bir romantizmle ifade edilirken diğer yandan epik hikâyesini sergiliyor. Robert Smith, 1989 tarihli hit albümleri Disintegration‘ndan bir diğer parça “Lovesong”u o zamanlardaki partneri Mary Poole’a adamıştır.
Grubun imajının yanlış anlaşıldığı zamanlarda bundan rahatsızlık duyan Smith, The Cure’un karanlık yönünün vurgulandığı albümde, “Lovesong” bir tezatlık oluşturuyor. “Lovesong”un en açık, gerçek ve samimi şarkı olduğunu söyleyen Smith, bu şarkıyı The Cure’ün sahip olduğu en geleneksel şarkı olarak tanımlamıştır.
Şarkı, her birimizde henüz gelişmemiş duyguları uyandırıyor, gerçekleşmemiş olanı dört gözle beklememizi sağlıyor. Bu sayede anlıyoruz ki Robert Smith, daha önce hiç bu kadar dürüst olmamıştır. Karanlığında hapsolan bireyin aşk karşısında zincirlerini teker teker kırdığını anlıyoruz. Hissedileni metaforlardan uzak çıplak şekilde aktaran “Lovesong”, tam anlamıyla deneyimleyebileceğimiz aşkın en yalın hâliyle kuşatıyor bizleri.
Whenever I’m alone with you
(Ne zaman seninle yalnız kalsam)
You make me feel like I am home again
(Beni tekrar evimdeymişim gibi hissettiriyorsun)
Kaynakça:
- Öne çıkarılan görsel Rolling Stone sitesinden alınmıştır.
- Apter, Jeff. Never Enough: The Story of The Cure. Omnibus Press, 2009. Erişim tarihi: 17.07.25
- Davis, Matthew R. The Cure: Every Album, Every Song. Sonicbond Publishing Ltd, 2025. Erişim tarihi: 17.05.25


