Geçtiğimiz yıl Spotify ve Tiktok algoritmalarının sıklıkla karşımıza çıkardığı, “End of the Beginning” ile dinleyici kitlesini büyüten Djo, yeni çıkacak albümü için hepimizi oldukça heyecanlandırdı. Joe Keery ismiyle bildiğimiz Djo’nun 3.albümü olan, “The Crux” 4 Nisan tarihinde AWAL aracılığıyla çıktı. O tarihten bu güne albümü başa sarıp kaç kere dinlediğimi muhtemelen bu yıl sonunda öğreneceğim. Fakat şu an, şunu söyleyebilirim ki; Delete Ya, Charlie’s Garden, Crux başta olmak üzere albümdeki her bir şarkıyı dinlerken çok keyif alıyorum. Indie pop, indie rock, psychedelic pop esintileriyle bizi 60’lar ve 70’ler zaman tüneline hapseden Joe; nostaljinin buhranı, ayrılık, kimliğini anlamlandırmak gibi konularla birlikte tüm şarkılarında bir hikâye anlatıyor.
“Ama [The Crux’ta] tüm bu şeyleri geri çekmeye ve ne demek istediğimi söylemeye ve hayatımdaki insanlar hakkında hissettiklerim konusunda gerçekten dürüst ve samimi olmaya çalışıyordum… şöyle düşündüm, ‘Hey, işte size bir aşk mektubu.’ Bu albümdeki her şarkı benim için hayatımda küçük bir anıt gibi. Bunu yapmamaktan çok yorulmuştum.”
– Joe Keery
Joe, “The Crux” albümünde; The Police, LCD Soundsystem, The Strokes ve The Talking Heads gibi çocukluğunda dinlediği isimlerden ilham aldığını söylüyor. Eğer bir Djo dinleyicisiyseniz, Joe’nun kendi duyguları ve yaşadıkları hakkında oldukça dürüst ve hayattan sözler karaladığını fark etmişsinizdir. Bence onu özel kılan ve en azından benim için ilgi çekici bir şarkıcı hâlini almasını sağlayan özelliği bu. Dürüst, gerçek ve basit. Basit bir kelimeyi bu kadar içten ve gerçek söylemek onu derin kılabiliyor. Joe’da hem sözleri hem de müziğiyle bizi kendi dünyasına çekerken onun yaptığı işe hayran kalmamak güç hâle geliyor.
1. Lonesome Is A State of Mind
Yazarlığını Joe Keery’nin ve prodüktörlüğünü yine Keery ve Adam Thein’in yaptığı “Lonesome Is A State of Mind”, albümün ilk şarkısı olarak karşımıza çıkıyor. Şarkı, içsel bir yolculuğu anlatıyor.
“Lonesome Is A State of Mind”, bizlere Joe’nun geçmişle yüzleşmesi fakat orada takılıp kalmaması, beklentilerin solup gitmesi fakat bunun kabullenme hâlini alması üzerine bir anlatı sunuyor. Şarkının üzerinde bir deja-vu hissiyatı var. Geçmişe dönülse bile bu, kişiyi bütünüyle eline geçirmiş bir geçmiş anlatısı değil. Daha çok silik bir geçmiş, bir şeylerin farkına varılması üzerine içe dönüşü hissettiren. Şarkı sanki ne kadar mücadele edersen et, ısrar edersen bir şeylerin bazen değişmeyeceğini; izlediğin filmlerin, duyduğun şarkıların ve tekrarlayan her şeyin bir tükenmişlik yaratabileceğini fark ettiriyor. Bunlar dışında, anlatıcı her ne kadar bir zamanlar güvende olduğu bir ilişkide olsa da ayrılığın ardından fiziksel değil fakat zihinsel bir yalnızlıkla yüzleştiğini sözlerine bölüştürüyor. Fakat bu yalnızlık onu mutsuz eden bir durum değil. Zamanla hayatın rayına oturduğunu, kendiyle barıştığını şarkıda açıkça dile getiriyor.
Şarkı; geçmişe onun içinde kaybolmadan dönüp bakmanın ve yaşla gelen farkındalığın bir dönüm noktası olduğunu vurguluyor. Bunun yanı sıra, albümün ismine gönderme yaparcasına harika bir açılış parçası olduğunu belli ediyor.
“No, you’re not lonely
(Hayır, yalnız değilsin.)
When you’re hanging with yourself”
(Kendinle takıldığında)
2. Basic Being Basic
“Basic Being Basic” oldukça ironik bir eleştiri şarkısı. Modern dünyanın belki de özellikle sosyal medyanın insanları ne kadar yüzeysel hâle getirdiğini, insan ilişkilerini nasıl zayıflattığını vurgulayan bir şarkı. Şarkının prodüktörlüğünü, yazarlığını Joe Keery ile Adam Thein yapıyor.
Joe’nun hikâye anlatıcılığında mizahı bolca kullandığını düşünüyorum. Bu şarkıda da mizahı, hislerini anlatmak için bir araç olarak kullanmış. Modern dünya, sistemin dayattıkları, tanıdığı veya tanımadığı yüzeysel insanlar ve geriye kalan herkesle alay ediyor gibi. Basit olmaktan ödü kopan, fakat yine de basit biri olan çünkü endişelerini yapay bir sistem içinde kurgulayan ve orada biri olmaya çalışan birine isyan ediyor sanki. Ama bu pek umrunda değil; yine de gerçekliği arıyor, günümüzde uğruna insanların kendini harcadığı şöhret ve para yerine sadelik, içtenlik ve samimiyet istiyor.
Bu basitlik, derin bir manevi boşluk yaratırken trendler ve görünüş her şeyden önemliymiş gibi. Bu görünüş elbette yalnızca fiziksel bir görünüş değil. Bir itibar; yaratılan toplumsal “ben” algısı, bir kişilik. Bu şarkı, sosyal medyada bir fotoğraf paylaşmadan önce onlarcasını çekip, onlarca kişiye gönderip, sonunda yalnızca birini paylaşan insanlar hakkında. Elbette bunu yargılamak için söylemiyorum. Bu bizi “basit” ya da “yapay” biri yapmaz. Ancak şarkı, bu sürecin anlamını sorguluyor. Paylaşılan fotoğrafın altındaki yorumlar, o fotoğrafı daha önce defalarca görmüş kişilerin ilk kez görüyormuş gibi davranmasından ibaret. Bu durum, yapay bir samimiyet yaratabiliyor. Çünkü sosyal medya, bir yandan akışı bozduğumuz, diğer yandan kendimizi olmak istediğimiz kişi gibi gösterdiğimiz bir alan.
Modern dünyanın kurguladığı bir oyun alanı bu. Ve biz de zaman zaman, kendimiz olmaktan çıkıp herkesleşebiliyoruz.
“The past’s the past and I’ll outlast the hate to find real love that’s not pretend”
(Geçmiş geçmişte kaldı ve nefretin üstesinden gelerek gerçek sevgiyi bulacağım.)
3. Link
Albümün üçüncü şarkısı olarak bizlerle buluşan “Link”, mükemmellik arzusu olan insanlar için bir ilaç niteliğinde. Ya da belki de değil, bilmiyorum. Prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in yaptığı, yazarlığında ise yalnızca Keery’nin bulunduğu şarkı dinlerken beni çok bunaltıyor. Bu kötü anlamda bir bunaltma değil, şarkı o kadar gerçek ve dürüst ki bu da derin bir nefes alma ihtiyacı doğuruyor.
Bu şarkıyı baştan sona dinlerken bir genç yetişkinin dilinden döküldüğünü düşünüyorum. Belki de yeni mezun olmuş biri. Bunca yıldır, başkalarının beklentileri ve kendi mükemmeliyetçiliğinin esiri olduğunu henüz fark etmiş biri. “Bu kadar mükemmel olmak, iyi hissetmeyi de beraberinde getirmez mi?” sorgulamasına düşmüş belki de. İçsel huzurunu kaybetmiş, mükemmelliğin hayatında nelere mal olduğunu anlamlandırmaya çalışıyor. Kafasında “Her şeyde mükemmel olmak beni nereye götürdü? Hayatımdan hiç zevk alıyor muyum?” gibi düşüncelerini etrafa saçıyor.
“Tebrikler toplum, yine mükemmeliyetçilik maskesi ile nur topu gibi bir genci içi doldurulmayacak bir boşluk ile baş başa bıraktınız.” demek geliyor içimden. Baştan aşağı tükenmişlik ile bezenmiş bu şarkı. Yetişkin olmanın daha da tutsak ettiği, kimlik arayışının son bulmadığı bireysel bir uyanışı anlatıyor. Sistemin çizdiği sınırları sorgulamaya başlayan, yaşadığı baskıdan kurtulmak isteyen, sıradanlık ve rutinden bıkmış bir gençliğin çığlığı. Bütün bir zincirdeki bir halka kendini kurtaracak ve bu kendi içinde bir devrimin başlangıcı olacak.
“I just graduated
(Yeni mezun oldum)
Top of my class
(Sınıfın en iyisiydim)
Furthest from last
(Geride kalan en son kişi değildim)
So why do I feel so bad?”
(Peki neden bu kadar kötü hissediyorum?)
4. Potion
Albümün dördüncü şarkısı “Potion”, bir The Beatles şarkısı açmışsınız hissiyatı ile sizi karşılıyor. Prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in yaptığı şarkının yazarlığını Keery yalnız başına yapıyor.
Bu şarkıyı dinlerken kendinizi tam anlamıyla güvende hissediyorsunuz. Atmosferi, sözleri sizi sıkıca kucaklıyor gibi. Tam da anlatmak istediği şekilde belki de.
Bu şarkı, bir aşka umut şarkısı. Zamanla olgunlaşan, derin bir aşkın arayışında olan birinin kaleme aldığı bir şarkı. Duygusal olarak yoğun, melankolik ve oldukça romantik. Şiirsel ve sembolik anlatımların bolca bulunduğu şarkı, bir yük gibi hissettiremeyen güvenli bir bağlılığı kovalıyor.
Gecenin bir yarısı uyandığında üzerine düşen ruhsal bir huzursuzluk ile bir şeylerin eksikliğinin fark edilmesi ve şefkate olan ihtiyacı açıkça dile getiriyor. Bir zamanlar yaşanmış olan aşkların bitmek zorunda olmasını kabullenerek onlarla vedalaşıyor ve yeniden deneyeceğini açıkça söylüyor. Ne kadar zor olursa olsun ev gibi hissettiren bir aşkın varlığının bilincinde olduğu ve bunu bulacağına dair bir inancı olan anlatıcı, biri tarafından düşünülmek, unutulmamak istiyor. Yalnızca aşk ve sevgi değil, bir yere ait olmak istiyor.
“Just to find someone who leaves on the light for me”
(Sadece benim için ışığı açık bırakan birini bulmak için.)
5. Delete Ya
Prodüktörlüğünü ve yazarlığını Joe Keery ve Adam Thein’in yaptığı albümün beşinci şarkısı “Delete Ya”, albüm henüz yayınlanmadan önce çıkan ve benim 03.22 dakikalık olmasına rağmen yarım saatte dinlediğim bir şarkı. Bu şarkının bana ne yaptığını bilmiyorum fakat beni dönüştürdüğü kişi yüreğime hançer saplayıp kaçıyor.
Bu şarkı bitmiş bir ilişinin ardından gelen duygusal yoğunluk, karmaşa ve döngü hakkında. Anlatıcı, bir sokakta yürürken oradan buradan fırlayan anılar ile hiçbir yere kaçamıyor. Geride bırakılıyor fakat geride bırakmak konusunda pek başarılı olduğu bir noktada değil.
Şarkının akışında ilk olarak bir ayrılığın ardından, anlatıcının henüz aşkının sönmediğini düşünebiliyoruz. O kişi gitmiş olsa bile, hatıraları ile şu anda varlığını sürdürüyor. Tekrar eden anılar anlatıcının bu aşkı yeniden yaşamasına neden oluyor. Yani kısır bir döngü içine giriyor. Şarkının ileriki kısımlarında her ne kadar onu sevse ve özlese de bu ilişkinin sağlıksız yönlerini de görmeye başlıyor. Onu zihninden silmek için yalvarıyor. Onun tarafından kuşatıldığı ve kaçamadığı konusunda yakarıyor. Onunla hiç tanışmamış olmayı dilese de bir yandan onu tanıdığı için minnet duyuyor. Şarkının sonunda ise derin bir nefes alıyor ve her şeyin bittiğini söylemeyi öğreniyor.
“I’m locked, she’s the key
(Ben kilitliyim, o anahtar)I’m a boat that’s sinking, guess who’s the sea
(Batan bir tekneyim, deniz kim dersin?)It’s hard to shake it off and get back to me
(Kendime dönmek kolay değil)When anything is a memory”
(Her şey bir hatıraya dönüşmüşken)
6. Egg
Albümün altıncı şarkısı “The Egg”, prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in yaptığı bir kendinle yüzleşme şarkısı. Veya yüzleşememe.
Bu şarkının bana, Andy Weir’ın “The Egg” isimli kısa öyküsünü hatırlattığını söyleyebilirim. Bunun nedeni ise, şarkının kendi yansımanı başka yüzlerde görmen ve varoluşsal krizler hakkında olması. Ve elbette öykü bundan daha fazlası.
Şarkıda anlatıcı, kendi içine kapanıyor, toplumdan uzaklaşıyor ve kendi yalnızlığı içinde başkalarına imrenerek bir bakıma onlar olmak istiyor.
Şarkı acımasız bir kimlik eleştirisi içeriyor. Aynı anda birden fazla kişi olmak veya sadece kendin olma sorgulaması yapıyor. Duyguları bastırmıyor, kendini anlamlandırmaya çalışıyor. Özgün olmadığını biliyor ve buna teslim oluyor. Kendi kabuğuna dönüyor, öz benliğiyle yüzleşiyor.
“So what will you choose, your heart or your pride?
(O zaman söyle, kalbini mi seçersin yoksa gururunu mu?)
Could you really be so self-satisfied?”
(Gerçekten bu kadar mı tatmin etti seni kendin olmak?)
7. Fly
Albümün yedinci şarkısı “Fly”, prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in üstlendiği, sözleri ise Keery’e ait bir parça.
Şarkı; hayatın akışına kendini bırakmak, ilerleyebilmek için geçmişi ardında bırakmak üzerine. Mevsimler aracılığıyla hayatın döngüleri betimlenirken; kış, yalnızlığı ve içsel sıkışmışlığı; bahar ise bir yenilenmeyi, ruhsal bir uyanışı simgeliyor.
Anlatıcı, isterse geçmişin güzelliklerine ya da eski bir aşka dönebileceğini biliyor. Ancak bilinçli bir şekilde uzaklaşmayı, kendi yolunda yürümeyi seçiyor. Bu kolay bir tercih olmasa da, kendisi için daha iyi olanı seçebilecek kadar cesur. Çünkü insan, alıştığı yere -ister iyi ister kötü olsun- dönmek isterse, bu çoğu zaman kolay olanı seçmek olur. Fakat anlatıcı bunu reddediyor; geçmişe veda ediyor ve özgürleşiyor.
“I’m packing up my things again
(Yine eşyalarımı topluyorum)
When will the movement end?
(Bu yolculuk ne zaman bitecek?)
This chapter is through”
(Bu bölüm sona erdi)
8. Charlie’s Garden
Albümün sekizinci şarkısı “Charlie’s Garden”, prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in üstlendiği, sözleri ise yalnızca Keery’e ait olan bir parça.
Şarkı, adeta dünyanın bir anlığına durmasını istiyor. Anlatıcının üzerinde ağır bir yorgunluk ve bitmek bilmeyen bir anlamsızlık hissi var. Joe, sadece kendisi için var olabileceği bir alan arayışında. Sorumluluklarını yerine getirmek için kendini ikna etmeye çalışırken, aslında tek istediği hiçbir şey yapmamak. Dünyayı ertelemek, kaçmak istiyor gibi. Belki de bu, ünlü olmanın ve yoğun çalışmanın getirdiği tükenmişlikten kaynaklanıyor. “Charlie’s Garden” onun için bir kaçış alanı.
Şarkıda, Stranger Things dizisinden rol arkadaşı Charlie Heaton’ın ses kayıtlarını da duyuyoruz. Zaten şarkının adı da buradan geliyor. Bu detay, parçaya sinematografik bir atmosfer katıyor.
Joe, bir süreliğine üretkenlikten ve hareketten uzaklaşıp sadece sessizlik içinde kalmak istiyor gibi. Aslında hepimiz zaman zaman böyle hissetmiyor muyuz? Hiçbir şey yapmasak bile, sürekli uyarıcılara maruz kaldığımız bu dünyada garip bir uyuşukluk hâli içinde buluyoruz kendimizi. Sorumluluklarımızı ertelemek için bahaneler üretiyor, yılın başında aldığımız ajandaları doldurmaya çalışıyoruz. Oysa sadece birkaç dakikalığına nefes alabilir miyiz, lütfen?
“When will I release myself?”
(Kendimi ne zaman serbest bırakacağım?)
9. Gap Tooth Smile
Albümün dokuzuncu şarkısı, sözler Keery’e ait olan bir aşk şarkısı. Parça, bir yandan Queen grubuna gönderme yaparken, bir yandan da bir romantik komedi filminin içindeymişsiniz hissini uyandırıyor.
Toplumun kusur olarak gördüğü detaylar burada çekicilik unsuru olarak sunuluyor. Şarkı, anlatıcının âşık olduğu kişinin kusursuz değil ama yine de eşsiz olduğuna dair duyduğu derin hayranlığı yansıtıyor. Ön dişler arasındaki boşluk, gibi küçük ve samimi ayrıntılar, parçaya sıcak ve gerçek bir his katıyor. Joe, bu şarkıda adeta büyülenmiş gibi. Duyguları çok yoğun, sanki ilk kez âşık olmanın heyecanını doruklarda yaşıyor.
Joe, sevdiği kişiye baktığında geleceğini onun gözlerinde görecek kadar derin hissediyor. Queen’in “Killer Queen” şarkısına yaptığı göndermeyle bu kişiyi idealize ederken, kendini daha sıradan biri olarak konumlandırıyor. Parçada çocuksu bir sevinç ve yoğun bir hayranlık var. Şarkıda tekrar edilen sayılar ise, anlatıcının hayatındaki belirli bir yaşa ya da ana gönderme yapıyor olabilir.
Şarkının sonlarına geldiğimizde ise bu kişinin şu anda hayatında olmayabileceğini hissediyoruz. Belki de Joe’nun zihninde yarattığı biri ya da geçmişte kalmış birine dair bir hatıra. Yine de bu hayranlık hâli; mizahi, nostaljik ve romantik bir tat bırakıyor.
“It’s not fair, it’s love
(Bu adil değil, bu aşk)
God, I count my blessings from the one-eyed dove
(Tanrım, nimetlerimi sayıyorum tek gözlü bir güvercinden)
It’s her hair, her style
(Saçları, tarzı… evet)
But I fell in love with her gap-tooth smile”
(Ama ben onun o aralıklı gülüşüne âşık oldum)
10. Golden Line
Albümün onuncu parçası “Golden Line”, prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in üstlendiği bir şarkı. Dürüst olmak gerekirse, bu şarkıyı daha önce duymuşum gibi hissediyorum. Oysa duymadım; nereden duymuş olabilirim ki zaten? Ama öyle tanıdık bir his bırakıyor ki üzerimde… Zihnim, bulanık bir hatıraya sığınıyor ve orada kendini güvende hissediyor. Üstelik bu duyguyu yalnızca müziğiyle başarıyor.
Joe bu parçada, dünyanın acımasız olabileceğini ve hayatın zorlukları karşısında kırılganlaşmanın insanî bir durum olduğunu dile getiriyor. Ancak bu kırılganlığa rağmen, aşkın, sevginin ve güvenin güçlü birer destek olduğunu vurguluyor. Üstelik yalnızca kendisi için değil; sevdikleri için de her zaman orada olacağını samimi bir dille ifade ediyor. Bu, rol yapılan bir ilişki değil; kişinin kendisi olabildiği, hem değer gördüğü hem de değer verdiği bir bağ.
Zaman her şeyi alıp götürse de, zor anların sevgiyle aşılabileceğine kalpten inanıyor. Bu inancında en ufak bir şüphe bile yok. Joe, sevginin hayatımıza kattığı anlamı ve değerli insanların aslında birer hediye olduğunu hatırlatıyor bize.
“How can I repay the due?
(Nasıl öderim bu hakkı?)
The way you know me, love me, pull me through
(Beni böyle tanıyan, seven, ayağa kaldıran sensin)
Yes, it’s true
(Evet, doğru)
I do it all for you”
(Her şeyi senin için yapıyorum)
11. Back On You
Albümün on birinci şarkısı “Back On You”, prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in üstlendiği, sözlerini ise yalnızca Keery’nin yazdığı bir parça. Tematik olarak albümün bir önceki şarkısı “Golden Line” ile benzer duygular taşıyor.
Joe, bu şarkıda ailesine ve aile olarak gördüğü yakın arkadaşlarına duyduğu minnettarlığı samimi bir dille dile getiriyor. Özellikle kız kardeşlerinin onu “daha iyi bir insan” hâline getirdiğini söylerken, aile bağlarının derinliğini ve hayatındaki etkilerini hissedebiliyoruz.
İnsan ilişkilerinin bir destek döngüsü olduğuna inanıyor. Zor zamanlarda yaslanacak bir omuz bulmanın verdiği güveni ve bunun insan üzerindeki iyileştirici etkisini vurguluyor.
Güvenin bir güç olduğunu ve kan bağı olmasa bile birini kardeş gibi görüp onunla güçlü bağlar kurmanın mümkün olduğunu savunuyor. Joe, bu karşılıklı güvenin ve dayanışmanın ona nasıl güç verdiğini açıkça ifade ediyor.
“Now when the rain started falling
(Yağmur yağmaya başladığında)
I had to close my eyes to keep myself from washing away
(Kendimi kaybolmaktan korumak için gözlerimi kapattım)
But in the dark backseat I heard something
(Ama o karanlık arka koltukta bir ses vardı)
It was you telling me, “I got your back any day”
(Sendin… “Her zaman senin yanındayım” diyordun)
12. Crux
Albümün son şarkısı, “Crux” albümdeki favori şarkılarımdan biri. Prodüktörlüğünü Joe Keery ve Adam Thein’in yaptığı, yazarlığında ise yalnızca Joe’yu gördüğümüz şarkı içsel bir krizi anlatıyor.
Joe, bu şarkıyla yaşadığı geçmişe dair bir sorgulama içinde, geri dönmek istemese de yaşadığı aşkın, sevginin hayatında bir dönüm noktası olduğunu fark ediyor. İçten içe geçmişe, o ilişkiye dönmek istiyor. Aslında bu bir itiraf gibi, “bir şeyler düzeltilse yeniden kalbime girebilirsin “diyormuş gibi. Bu bir şeylerden biri, belki de güven. Güvenin ilişkilerde karşılıklı olması gerektiği, kontrol etmekten vazgeçip güvenerek akışta ilerlemenin keyfine kavuşmayı diliyor.
İçimizdeki duyguları sansürlemek yerine serbest bırakmak, karşılıklı bağ kurulmasını istemek gibi durumlar bu şarkının temelinde yatıyor. Bu şarkı ilişkilerdeki alma-verme dengesi, güven, akışa bırakıp bırakmamak hakkında. Joe’nun sakinleştirici vokali ile keyifli bir şekilde hüzne kendinizi teslim edebilirsiniz.
“Something special’s happening
(Özel bir şeyler yaşanıyor)
You stop to think
(Durup düşünüyorsun)
It’s all but over
(Her şey neredeyse bitmiş gibi)
Maybe head games aren’t for free”
(Belki de oyunların bedeli vardır)
“The Crux”ın yarattığı atmosfer, dinleyiciyi kolayca içine çekiyor. Joe Keery’nin insan olmanın karmaşıklığını, duygusal iniş çıkışları ve romantik, ailevi, dostane ilişkileri ele aldığı bu albüm, oldukça evrensel bir anlatı sunuyor. Dilindeki samimiyet ve ruh hâlinin doğrudan müziğe ve sözlere yansıması, albümü özel kılıyor. Joe’nun içsel yolculuğuna tanıklık etmek hem duygusal hem de düşünsel açıdan etkileyici.
Şarkıların kimi bilinç akışıyla, kimi alaycı bir tonda, kimi geçmişe sıkışmış bir duyguyla, kimi ise kalp atışlarını hızlandıran bir coşkuyla yazılmış gibi hissettiriyor. Bu albüme tanıklık etmek benim için büyük bir keyifti. Hiç şüphesiz, “The Crux“ yılın en sevdiğim albümlerinden biri olacak.
Kaynakça
- Djo. The Crux. Genius, Web.
- Fechik, Mariel. “Digital Cover Story: Djo on ‘The Crux’ — Get Back to Your Heart.” Under the Radar, 7 Apr. 2025, Web.
- Ford, Lucy. “Djo on Stripping Everything Back for Third Album ‘The Crux’: ‘I’m Not Trying to Live in the Past.’” NME, 1 Apr. 2025, Web.
- Nowak, Leah. “Brewer’s Reflection on Djo’s ‘The Crux.’” The Miscellany News, 23 Apr. 2025, Web.
- Refloch, Mathilde. “Djo is anything but basic: Review: Joe Keery’s third album is his most experimental, personal and beautifully unique work so far.” The NewsHouse, 9 Nisan 2025, Web.
- Travis, Emlyn. “Joe Keery Unpacks His ‘Cathartic’ New Djo Album, The Crux: ‘If You’re Just Watering It Down, What’s the Point?'” Entertainment Weekly, 4 Apr. 2025, Web.



Harika bir yazı olmuş, keyifle okudum. ♥️