The Crown 5. Sezon İncelemesi: Sonun Başlangıcı

Editör:
Günsu Akçatepe
spot_img

Diana ve Charles‘ın büyük bir medya savaşı yürüttüğü ve monarşinin rolünün tartışmaya girdiği 90’lara, Kraliçe II. Elizabeth‘in bugüne kadarki en büyük mücadelesine hoş geldiniz. Ödüllere ve övgülere doyamayan Netflix‘in şüphesiz en kaliteli yapımlarından biri olan The Crown, bir kez daha güçlü yeni kadrosu ve çalkantılı yeni dönemiyle karşımızda.

The Crown’un beşinci sezonu, üçüncü sezonu gibi, hikaye tarihte yeni bir döneme girerken yepyeni bir ana oyuncu kadrosu sunuyor. 5. Sezonda kraliçe, saltanatını her zamanki gibi istikrarlı bir şekilde sürdürse de etrafındaki dünya değişiyor ve ne halk ne de ailesinin bir kısmı onun bu yeni dünyaya ayak uydurabileceğine ikna olmuş durumda. Bu kadar çok boşanmanın monarşi üzerindeki etkisinden korkarak, sadece bir değil üç çocuğunun evliliğinin çöküşünü izliyor. “Bu sezon insanlara ‘Monarşiye ihtiyacımız var mı?’ ya da ‘Kraliçeye ihtiyacımız var mı?’ sorularını sorduracak ve o bu fırtınaların hepsini kontrol altına almakla görevli.” diyor sezonun Kraliçe II. Elizabeth’i olarak karşımıza çıkan Imelda Staunton. Tiyatro, film ve televizyonda 80’lere uzanan zengin bir kariyere sahip olan Staunton’ın özgeçmişi, 2004’ün Vera Drake‘indeki Oscar adayı rolü de dahil olmak üzere 100’den fazla ekran kredisine sahip. Birçok izleyici için yıldız, Harry Potter filmlerindeki Dolores Umbridge olarak tanınıyor. Kraliçe rölünde de kusursuz ve incelikli bir iş çıkartıp, Olivia Colman‘dan aldığı bayrağı sağlam adımlarla ileriye taşımış.

Edinburgh Dükü, daha ileri yaşta bile yavaşlamayı reddediyor. Her zaman meraklı, tarih ve bilimde yeni konuları araştırmayı sever halde. Polo konusunda yaşlandığı için at arabası sürme tutkusunu geliştiriyor. Peter Morgan‘ın Philip’ini çok kısıtlayıcı bir duruma kilitlenmiş bir adam olarak görüyorum. Ne düşünüyor olmalı? Böyle bir evlilik içinde olsaydım ne düşünürdüm?” diye soruyor 5. sezonumuzun Prens Philip‘i Jonathan Pryce.

Kraliçenin şimdi 60’larında olan küçük kız kardeşi Prenses Margaret, vahşi gençliğinden ve Antony Armstrong-Jones‘la olan başarısız evliliğinden sıyrıldı. O ve Elizabeth her zamankinden daha yakın görünüyorlar, ta ki geçmişteki bir aşkın beklenmedik bir şekilde hatırlatılmasıyla, Margaret’in sahip olamadığı bir hayatı düşünmesine neden olana kadar. Helena Bonham Carter‘dan prenseslik bayrağını devralan Lesley Manville, “Büyük, destansı hikayeler var. Bunları herkes biliyor çünkü tarih yazıyor. Fakat bir de karanlıkta kalan, küçük sessiz dramlar var, mesela Margaret.” diyor.

Gelecekteki kral için her şey yolunda değil. Diana ile evliliğinden mutsuz olan Charles, destek için Camilla Parker Bowles‘a dönmeye devam ediyor. Galler Prens’i olarak doğası gereği ara konumundan bıkmış, monarşiyi modernize etme enerjisine sahip. Dominic West, “Bu sezonda gördüğünüz, Peter’ın Charles hakkında yazdığı büyük gerilim, 1950’lerin monarşiye, kamu yaşamına, evliliğe ve modern güne bakışı ve bunların nasıl çatıştığı arasında.” diyor. “Diana gerçekten günümüzü temsil ediyor ve Charles bir nevi ikisi arasında kalmış durumda.” 

Galler birliği kurtarılamaz ve prensesin yalnızlığı, çaresizliği zaman geçtikçe katlanarak artar. Özellikle de büyük çocuğu William okula gittiğinde. Diana sonunda, ona iyi ya da kötü bir platform sağlamaya çok hevesli iki adam aracılığıyla dünyaya kendi tarafını anlatmanın bir yolunu bulur. “Evliliğin sona ermesi ve kraliyet ailesinin geri kalanından giderek daha fazla uzaklaşması, onu hayatının diğer parçalarını büyütmeye ve olanların kontrolünü geri kazanmaya teşvik ediyor.” diyor sezona damga vuran Diana performansının sahibi Elizabeth Debicki.

Her zamanki gibi gri ve kasvetli olan beşinci sezon, kraliyet ailesinin hem sembolik gücünü hem de bir parçası olmanın zorluklarını keşfetmeye devam ederken Britanya’yı özünden sarsacak olaya doğru yürüyüşünü sürdürüyor. The Crown’un 5. sezonunun ilk bölümü, diziyle çıktığımız yolculuğun bir hatırlatıcısı ile başlıyor. Claire Foy‘un Kraliçe Elizabeth’inin Royal Yacht Britannia‘yı denize indirmesinin bir flashback’i gösteriliyor ve kısa süre sonra Imelda Staunton’un şimdi 65 yaşında olan ve tıbbi muayeneden geçen Kraliçe Elizabeth’i ile karışıyor. Üzerinden iki dönem geçse de dizi Claire Foy’a verdiği referanslarını kesmiyor ve bu da seyirci olarak keyif veren bir detay. Dizinin geçmiş köklerine bağlılığı, aynı kraliyetin köklerine bağlılığı gibi sağlam. Dizinin her değişiklikle sürekli olarak nasıl bu kadar yüksek bir yetenek getirdiği konusu etkileyici olmaya devam ediyor. Üç dönem boyunca oyuncular arasındaki manevi bağ somut ve gerçek. Çeşitli noktalarda ilk bölüm, Kraliçe’nin kendisi ile tüm kraliyet konutlarından Britanya’daki çok sevdiği evi arasında paralellikler çiziyor.

Beşinci sezon, Prenses Diana ve Prens Charles’ın ayrılmasından önce kraliyet ailesinde gelişmeye başlayan çatlaklara odaklanarak, ayakta kalmak için bazı onarımlara ihtiyaç duyan Britanya’nın durumuna ne kadar benzediğini gösteriyor. Geçmiş çok güncel olsa da, şovun modern çağa doğru artan ilerlemesi, monarşiye yönelik yeni modern tutumlar da dahil olmak üzere geleceğin çok yakın görünmesini sağlıyor. 90’lar, hızla değişen Britanya’da monarşi için bir dönüm noktasıydı ve bu sezondaki olayların çoğu, haklı olarak, modernitenin eskimeyle çatışmasına odaklanıyor. Dördüncü bölümde kraliçenin alevler içinde kalan Windsor kalesi, eskiye dair birçok geleneğin de yangınına işaret eder nitelikte. İçeriden değer verdiği parçaları kurtarmaya çalışan Kraliçe Elizabeth’in gücü, ne yazık ki bütünü kurtarmaya yetmiyor. Ne yanan bir evde, ne de aile içinde.

“İyisiyle kötüsüyle hepimiz bu sistemin içinde mahsuruz. Biz sıradan bir aileymiş gibi ulu orta şikayet edip çamaşırlarımızı ortaya dökemeyiz. Çünkü çok daha büyük ve önemli bir şeye zarar vermiş oluruz; sisteme.”

Diana bu sezonun çoğunu kendi başına bir mücadeleye harcıyor. Hikayenin kendi tarafının anlaşılmasını sağlamak ve medya anlatısının kontrolünü yeniden kazanmak için her şeyi tüm şeffaflığıyla anlatmayı seçtiği ikinci bölümde, kraliyet kılıçları bir kez daha kendisi için çekiliyor. Andrew Morton biyografisi ve tartışmalı BBC röportajında Debicki, etkileyici şekilde çalışılmış bir Diana portresi sunuyor. Prensese esrarengiz bir şekilde benzeyen Debicki, Emma Corrin‘in daha önce oluşturduğu yumuşak sözlü utangaçlığı yansıtıyor. Kıpır kıpır, bakışlarını sık sık aşağı çeviriyor ve her an duyulabileceğinden endişe etmek için eğitilmiş birinin alçak tonlarında konuşuyor. Diana tüm sezon boyunca ekranda neredeyse hiçbir zaman gözyaşları olmadan var olamıyor. Bu prensesi tarihi bir kişilikten çok, mücadele veren, kırılma noktaları olan bir kadın olarak anlamamızı sağlayan fazlasıyla değerli bir seçim. Diana’nın yüzünü ancak çocuklarıyla tatildeyken ya da Apollo 13’ü görmek için kılık değiştirdiği anlarda güldüğünü görüyoruz. Sistem ona bu kadar zarar verirken, o da ona zarar vermekten kaçınmıyor.

Bir diğer yandan Charles ise büyük ölçüde kraliyet ailesinin daha modern bir monarşi için birincil kışkırtıcısı olarak tasvir ediliyor. Annesi hüküm sürmeye devam ederken, en verimli yıllarını kenarda geçirmek zorunda kalan coşkulu lider. Bazıları Morgan’ın, Diana’yla evliliğinde sıklıkla kötü adam olarak nitelendirilen Charles’a yaklaşımındaki nüansı takdir edebilir. Bazılarıysa, boşanmalarına yol açan olaylar için aynı miktarda suçu paylaştıklarını öne sürebilir. The Crown’un Charles ve Diana’nın hikayesini her iki taraftan da ele alma çabası takdir edilesi.

Bu sezon Charles’ın imajı biraz parlarlarken kraliçe bir nebze arka planda kalıyor. Elizabeth her zaman The Crown’un kahramanı oldu ve teknik olarak hala öyle, ancak bu sefer geçmiş sezonlardan çok daha pasif. Staunton, kasıtlı olarak kısıtlanmış disiplinli bir performans sunuyor. Özellikle altıncı bölümde, Philip’in, kendisinden çok daha fazla ortak noktası olan bir kadın olan Penny Knatchbull ile ne kadar yakınlaştığını fark ettikten sonra gözyaşlarını bastırdığı an.

Philip’in keskin köşeleri bu sezon çok daha yontulmuş halde. Matt Smith ve Tobias Menzies canlandırırken, küskünlük ve sinir her zaman yüzeyinin hemen altında köpürüyordu. Fakat Pryce çok daha nazik bir şekilde karşımıza çıkıyor. Diana’yı,  Andrew Morton’un onun hakkında yazdığı bildirilen kitaba katılmaması konusunda uyardığında bile onu tehdit etmekten çok nasihat verir gibi görünüyor. Morgan, Philip’in daha kapsamlı, sevimli bir versiyonunu yazmaya o kadar odaklanmış ki, bir ve dördüncü sezonlarda tanıştığımızdan farklı bir adam karşımıza çıkıyor.

Dizi kraliyet ailesi için çalkantılı ve öngörülemeyen zamanları tasvir ederken, aynı zamanda bu ailenin bazı üyelerini, hem bu dizi bağlamında hem de gerçek dünyada onlardan beklediklerimizle tutarsız görünen şekillerde sunuyor. Herhangi bir dizide bu kadar çok sezon izleyiciler karakterlerini çok iyi tanıdıklarını hissetmeliler. Fakat The Crown’un beşinci sezonu coğunlukla onları tanımayı zorlaştırıyor. Bu da zamanın ve devrin değiştiğini derinden hissettiren en önemli şey. The Crown’un en büyük zaferi, kraliyet ailesi bile olsa her zaman karakterlerinin hata yapmasına ve dağılmasına izin vermesi, insanlıklarını merkeze alması ve yakalandıkları inatçı sistemi doğrudan aktarabilmesi. Diziyle ilgili en önemli soru, modern bir monarşinin hem hükümdarlar hem de tebaa için ne anlama geldiği hakkında söyleyecek ilginç bir şey olup olmadığıdır. Serinin başarılı olmaya devam ettiği yer, tacın ulusal gelgitlerle ilişkisine dair büyük resmi çalışmasında.

Sırayla her birine sempati duyuyoruz ve trajedinin döngülerini, geleneğin modernite ile şiddetle çarpıştığını görüyoruz. Margaret ve ölmekte olan Peter Townsend‘ın dokunaklı buluşması, prensesin ‘başka bir hayat mümkündü’ açmazına girmesine yol açıyor. Vanessa Kirby‘e referanslar verilen bölümde Margaret, gençliğini ve yaşayamadığı aşkı sorguluyor. İhtiyaç duyduğu su ve güneşi ondan alan ablasıyla bir kez daha hesaplaşıyor. Üçüncü bölümde Diana’nın son aşkı Dodi Fayed‘ın aile dramına da benzer şekilde derin bir dalış yapıyoruz. Dodi’yi tanımamızı sağlayan bölüm, o ve Diana’nın yollarının kesiştiği ilk ana götürüyor bizi. Ebeveynlerinin evliliği dağılırken Charles ve Diana’nın çocukları Prens William ve Prens Harry‘nin kalplerinin derinliklerine iniyoruz. Herkesin potansiyel yalnızlıkları, pişmanlıkları ve kişisel melankolileri ordan oraya savruluyor. Sezon gerçekten iki kurumun potansiyel dağılmasıyla ilgili: taç ve modern evlilik.

The Crown’un beşinci sezonu neredeyse on yılı kapsıyor, ancak aynı zamanda dizinin en önemli anlarından biri olan Prenses Diana’nın ölümünün eşiğinde de duruyor. Sezon boyunca, Diana’nın paparaziler tarafından nasıl takip edildiğini ve halkın gözünden nasıl kaçamadığını görüyoruz. Bu kaçma arzusu, sonunda Dodi Fayed’le birlikte olduğu bir arabanın Paris’te kaza yapmasına ve hem onların hem de sürücünün ölümüne sebep olacak. The Crown’ın yaratıcısı Peter Morgan, 2006 tarihli The Queen filminde bu haberin ardından kraliyet ailesinin ne yaptığının hikayesini zaten anlatmıştı, ancak görünüşe göre son sezonun büyük bir kısmını bu hikayeyi yeniden detaylı bir şekilde anlatmak için harcamaya hazır gibi görünüyor. Diana’nın ölümüne ne kadar yakın olduğumuz düşünülürse, olayın final sezonunun ilk yarısında gerçekleşmesi muhtemel gibi duruyor.

Dizinin her sezonunu etkileyici kılan bir şey varsa o da müzik, kostüm, saç ve makyaj ekibinin yaptığı detaylı çalışmalardır. Kraliyet ailesinin ev sahipliği yaptığı samimi akşam yemekleri yanı sıra tarihi olayları yeniden canlandırmak kolay bir iş değil ve ekip bir kez daha becerilerini en üst düzeyde tutmayı başarıyor. Eski jenerasyonu devralan güçlü oyuncu kadrosu ve özenle yazılan senaryosuyla kusursuz bir makine gibi işleyen dizi sanatsal anlamda da göz doyuruyor. Her şey gerçekle birebir örtüşmeyebilir, fakat bu hikaye çok güçlü bir aile draması ve Netflix’in en göz kamaştırıcı tarih şovu olarak büyülemeye devam ediyor.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Tove Ditlevsen – Bağımlılık | 11 Alıntı

"Dışarıdaki dünya insafsız ve karmakarışık ve ona karşı gücümüz yetmediğinden, ondan kaçınmayı yeğliyoruz."

Çocukluk Travmaları: Belirtileri, Sonuçları ve Çözüm Yolları

Çocukluk döneminde yaşadığımız olaylar karşısında hissettiğimiz duygular ve düşündüğümüz düşünceler travmalar doğurabilir. Peki, bu travmaların belirtileri, sonuçları ve çözüm yolları nelerdir?

Söylenti Radarında Bu Ay: Sombr

"back to friends" şarkısıyla zirveye tırmanan genç sanatçı Sombr'ın müzik serüvenine yakından bakalım

Sevmek Zamanı Filminden Unutulmaz Replikler

Halil'in boya yapmak için gittiği bir evde gördüğü resme aşık olmasıyla gelişen olayları konu alır.

2025 Gen Z Protestoları: Nepal, Fas ve Türkiye Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz

2025’te Türkiye, Fas ve Nepal’deki Gen Z protestoları, dijital dayanışma, özgürlük ve adalet talepleriyle yeni bir küresel siyasal uyanışın simgesi haline geldi.

Keşfetmemiz Gereken Yazarlar: Truman Capote

Başarı ve parıltılı bir hayatın ardında yalnızlığını saklayan bir deha. Zamansız eserleri ile Truman Capote.

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Editor Picks