The Color Purple, Amerikalı yazar Alice Walker‘ın aynı isimli kitabından uyarlanan ve Steven Spielberg yönetmenliğinde 1985 yılında çekilen bir filmdir. Senarist koltuğunda Menno Meyjes’ın oturduğu filmin başrollerinde, Danny Glover, Whoopi Goldberg, Rae Dawn Chong, Akosoi Busia isimleri yer alıyor. Feminist filmlerin en iyi örneklerinden birini oluşturan The Color Purple, Afro-Amerikan bir kadın olan Celie’nin güçlenme ve bağımsızlık hikâyesini; ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı ve ötekileştirme kavramları çerçevesinde ele alıyor.
Afro-Amerikanlar ya da Siyahi Amerikalılar, kökeni Afrika’daki herhangi bir siyah nüfusa dayanan Afrika kökenli ABD yurttaşları olarak tanımlanıyor. Yıllarca kölelik ve ayrımcılığa maruz kalan topluluk, 19 Haziran 1865 yılında köleliğin kaldırılmasıyla birlikte özgürlüğe kavuşmuştur. Afro-Amerikan kadınların maruz kaldığı eşitsizliğe dikkat çekmekle kalmayan, tüm siyahi toplulukların yaşadığı ırkçılık sorunlarını da anlatan The Color Purple filmini gelin hep birlikte inceleyelim!
1900’lü yıllarda Georgia isimli kasabada geçen film, pastoral bir açılış sahnesiyle başlıyor. Mor çiçekler arasında koşturan Celie (Whoopi Goldberg) ve Nettie (Akosoi Busia) kardeşler birbirlerine çok bağlı karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Celie, abla olmasına rağmen daha sessiz ve sakin bir profil çizerken, Nettie entelektüel ve koruyucu bir profile sahip. Annelerini kaybettikten sonra kardeşler için hayat oldukça zor geçmeye başlar. Celie, üvey babasının tecavüzleri sonucunda 2 çocuk sahibi olur fakat bu 2 çocuk ondan uzaklaştırılır. Evin bütün yükü kardeşlerin omzuna biner, üvey babaları oldukça acımasız olan kardeşler tek teselliyi her zaman birlikte olmakta bulurlar. Fakat bu teselli edici durum da -aslında Nettie ile evlenmek isteyen- Mister’ın (Danny Glover) hayatlarına girmesiyle birlikte bozulur. Üvey baba, Mister’ın Nettie yerine Celie ile evlenmesine izin verir.
Celie daha çocukluğunu, gençliğini ve kadınlığını yaşamadan bir esaretten başka bir esarete sürüklenir. Celie bu zorlu hayatla mücadele ederken kardeşi Nettie ise üvey babalarından kaçmak için çareyi kardeşi ve eşinin yanında yaşamakta bulur. Ablasına okuma yazma öğretmek isteyen Nettie; ona kitaplar okur, notlar yazar. Bir ağacın üstünde birlikte okudukları Oliver Twist romanı ise dünyada hor görülenlerin savunucusu olan bir kitap olması nedeniyle, filmdeki mücadele ruhuna bir gönderme olarak kullanılır.
Birlikte oldukça keyifli vakit geçiren kardeşler, Mister’ın kendisini reddeden Nettie’nin evlerinde daha fazla kalmasına izin vermemesi nedeniyle yine acımasız bir biçimde ayrılmak zorunda kalır. Sık sık mektuplaşmayı hayal eden kardeşler Mister’ın bunu da engellemesi sonucunda yıllarca birbirinden haber alamaz. Celie, yaşadığı mahkûmiyet hayatını kabullenip bu doğrultuda yaşamını sürdürürken, Mister’ın büyük aşkı Shug’ın (Margaret Avery) onların evinde misafir olmaya başlamasıyla kendini ve duygularını keşfetmeye başlar. Cinselliğin sadece erkekler için yaşandığını düşünen Celie ve tutkulu bir kadın olan Shug arasında geçen öpüşme sahnesi, bu keşfin en önemli başlangıcı olur.
Mister’ın oğlu Harpo, eşi Sofia ile sevgi dolu bir evlilik yaşamasına rağmen babası gibi davranmadığı için bir takım kafa karışıklıkları yaşar ve Sofia’ya karşı davranışları değişmeye başlar. Eşinin onu sözünü dinlemesi için daha kaba bir adama dönüşen Harpo, bu konuda Celie’ye de danışır.
Celie, aslında uğradığı haksızlıkların farkında olmasına rağmen hiç babasına benzemeyen üvey oğlu Harpo’ya eşi Sofia’yı döverek terbiye etmesi gerektiğini söyler. Sofia hem çok güçlü olduğu için hem de çocukluğundan itibaren erkeklerden nasıl korunacağını öğrenmiş olduğu için Harpo’nun davranışlarının hiçbirine sessiz kalmaz ve çocuklarıyla birlikte evi terk eder. Sofia ve Shug karakterleri, diğer kadın karakterlere göre daha eşitlikçi bir dünya için savaşmayı göze alabilen bir kadın profiline sahiptir. Shug, babası tarafından reddedilmesine rağmen kendi seçtiği hayatı yaşamak için elinden geleni yaparken Sofia da dönemin baskılarına boyun eğmeyip eşine karşı çıkmayı başarmıştır.
Sofia, bu güçlü yapısı sayesinde erkeklerden kendini korumayı başarsa da belediye reisinin eşinin hizmetçilik teklifini reddetmesi nedeniyle yıllarca hapishanede kalır. Sofia’nın siyahi ırk düşmanlığı yaşadığı sahneler filmin sadece Celie’nin mahkûmiyetine değil, ayrımcılığa maruz kalan tüm siyahi ırklara da dikkat çektiğini gösteriyor. Shug’ın eşiyle birlikte Mister ve Celie’ye gerçekleştirdiği ziyaret, Celie için ilk özgürlük tohumunun toprağa atılmasını sağlar. Shug sayesinde kardeşinin hiç ulaşmayan mektuplarına kavuşan Celie, artık eşi Mister’dan kurtulmaya kesin olarak karar verir. Kardeşi Nettie’nin mektuplarından çocuklarının yaşadığını ve güvende olduğunu öğrenen Celie, kendini artık çok daha güçlü hisseder.
Mücadele Birlikte Kazanılır
Çocukluğundan itibaren birçok haksızlığa uğrayan Celie, duygusal anlamda güçlü olmasına rağmen siyahi ayrımcılığına maruz kalarak yıllarca çocuklarından ayrı kalan Sofia ve babası tarafından reddedilmesine rağmen hem kendini hem de başka kadınları kurtarmak için elinden geleni yapan Shug, bir aile yemeği esnasında kardeşlik ruhu içerisinde birlik olarak tüm erkeklere baş kaldırır.
Hapishane günlerinden sonra daha sessiz ve korkak olan Sofia, Celie’nin tüm sözlerinden ve yaşananlardan güç alarak eskisinden daha sert bir biçimde erkekler tarafından maruz bırakıldıkları tüm eşitsizlik ve hor görülmelerin cevabını bu masada verir. Celie ise Mister’ı terk ederek kız kardeşi ve çocuklarıyla bir araya gelir. Görünmezlik ve değersizlik duygularını reddetmeyi seçen Celie, artık mutluluk, sevgi ve saygı içerisinde yaşamayı diler.
“Zavallıyım, siyahım, hatta çirkinim ama Tanrım, buradayım!”
The Color Purple filmine MUBİ üzerinden ulaşabilirsiniz.
Filmin fragmanını izlemek için:
KAYNAKÇA:
“National Archives Safeguards Original ‘Juneteenth’ General Order”. archives. Web. 19.06.2020.







