Dinleyicilerini merakta bırakıp kendilerini özlettikleri, hepimize bir asırmış gibi gelen 4 yılın ardından 21 Ekim’de yayınladıkları “The Car” isimli yedinci albümleri ile müzik listelerine hızlı bir giriş yapmış olan dünyaca ünlü rock grubu Arctic Monkeys‘e kavuşmuş bulunuyoruz! Albümden kısa bir süre önce vermiş oldukları konserlerinde dinleyicilerine sürpriz yaparak yeni albümlerinde bulunan “I Ain’t Quite Where I Think I Am” isimli şarkılarını seslendirdiler. Ardından “There’d Better Be A Mirrorball” ve “Body Paint” isimli stüdyo versiyonlu teklilerini dinleyicileri ile buluşturdular.
Yazının devamında kısaca Tranquility Base Hotel & Casino albümünü, daha sonrasında da grubun son albümü The Car‘ı ele alacağız.
Farklı Bir Evren: Tranquility Base Hotel & Casino
Her albümde farklı bir sound ile karşımıza çıkan Arctic Monkeys, 2018 yılında piyasaya sürdükleri Tranquility Base Hotel & Casino albümleri ile caz, soul, funk ve Fransız film müziklerinden etkilenerek bize farklı bir evrende olduklarını gösterdiler. Alex Turner, şarkıların sözlerini yazarken Amerikalı iletişim bilimci ve yazar Neil Postman‘ın terimlerini kullanmış. Bunun örneğini albümün ilk single’ı olan Four Out Of Five‘ın “the days that don’t exist at The Information-Action Ratio” (bilgi işlem analizindeki var olmayan günler) sözlerinde görüyoruz.
Şarkının video klibinde ise Alex Turner‘ın önünde, 1969 yılında Ay’a iniş yeri olan Tranquility Base‘de lüks bir oteli tasvir eden bir model bulunmaktadır. Bu model, albümün sonsuzluk ve bilim kurgu temasını oluşturmakla kalmayıp içinde bulunduğumuz teknolojiyi de eleştiriyor. Turner’ın sosyal medyayı kullanmamaya devam etmesi de eleştiriyi özetler nitelikte.

Sinematik Bir Albüm: The Car
Ay’da lüks bir otelin bulunduğu evrende geçirdiğimiz sürenin ardından “The Car” vasıtasıyla İngiltere’nin kırsal kesiminde izole edilmiş Butley Manastırı’na iniş yapıyoruz. Eğer manastırın yakınlarındaysanız, Turner’ı elinde kamerasıyla tüm albüm sürecini Fransız film direktörü edasıyla kayda aldığını görebilirsiniz. Bu durum The Car’ın sinematik hissiyatlı bir albüm olmasına yol açmış bulunmakta.
Grup, stüdyoda bulunmaktansa kendilerini rahat hissedebilecekleri kırsal bir ortamda organik denilebilecek bir albüm kaydetmeyi tercih etmiş. Bazen gitarist Jamie Cook, bazen de grubun 2013’ten beri sahne müzisyeni olan Tom Rowley albüm için yeni fikirler ortaya atmış. Konu şarkı sözlerine geldiğindeyse Alex Turner’ın meşhur kalemiyle baş başa kalıyoruz. Aşkın karanlık yanına, ayrılıklara, duygusal derinliklere hatta polisiye romanlarını andıran senaryolara denk geliyoruz. Anlaşılan o ki Turner’a, The Car albümü sürecinde Raymond Chandler büyük bir ilham kaynağı olmuş.
Caz, glam, soul, funk ve 70’ler Fransız film müzikleri tarzlarını bünyesinde barındıran ve toplamda on şarkıdan oluşan The Car, bizleri 37 dakikalığına kendi dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor. Yolculuğumuza ilk yayınladıkları teklileri olan “There’d Better Be A Mirrorball” ile başlıyoruz.
Turner’ın vokaliyle birlikte öne çıktığı şarkı oldukça duygusal. Bizlere adeta Film Noir (Kara Film) müziklerini anımsatıyor. Eski anıların “And say “Baby, it’s been nice” (Ve de ki “Bebeğim, güzeldi”) sözleriyle anımsandığı bu şarkıda “mirrorball” metaforuyla artık mutlu günler yaşamak istediğini bu yüzden atılan adımlara dikkat edilmesi gerektiğine değiniyor. Mirrorball, Turner için güneşi, aydınlığı temsil eder nitelikte. Sinematik bir hisse sahip olan bu parça, Alex Turner ve film müziği koordinatörü Bridget Samuels tarafından düzenlenmiştir.
Klibin açılışında Alex, karşımıza piyano çalarken çıkıyor. Geri kalan sahnelerin çoğu siyah-beyaz ve böylece albümün sinematik bir ruha sahip olduğunu öğreniyoruz. Klibin görüntüleri aklımıza Submarine filmini getiriyor. Klibin yönetmenliğini ise Alex Turner üstlenmiş.
İçimize işleyen piyanonun ve bongo’ların ardından Funk‘tan ilham alan “I Ain’t Quite Where I Think I’m” adlı parçaya geçiş yapıyoruz. Oldukça hareketli olan bu şarkıda wah pedalları ve riffler 70’lerde dans pistinde olmak gibi bir his bırakıyor. Albümün temalarından biri olan karmaşık sözleri şarkıda görebiliyoruz.
“The disco strobes in the stumbling blocks
(Disko tökezleyen bloklarda yanıp sönüyor)
Wait, there’s the other island now
(Bekle, şimdi başka bir ada var)”
Sırada Moog synthesizer eşliğinde trip-hop izleri taşıyan albümün en karanlık şarkısı “Sculptures Of Anything Goes” var. Polisiye romanlarından fırlamış sözlere sahip olan şarkının ana teması, yanlış bir yerde var olmanın getirdiği sorunlar ve endişe üzerine kurulu. Alex’in falsettosuyla birlikte şarkı tamamen dramatik bir havaya bürünüyor ve 70’lerin soft rock tınılarına rastladığımız “Jet Skis On The Moat” adlı şarkıya geçiş yapıyoruz.
Albümün ikinci teklisi olan “Body Paint” ile bitmesini istemediğimiz albümün yarısına gelmiş bulunuyoruz. Şarkının altında hilekâr sevgiliye karşı duygu dolu sözler yatsa da yaylı çalgılar ve sonlardaki gitar solosu dans etmemizi sağlıyor. Barok pop patlamasını görebileceğiniz bu şarkıda Turner, görkemli vokaliyle bir yıldız gibi parlıyor. Şarkının klibinde ise albümün adıyla bağlantılı olarak her arabanın içinde görebileceğimiz göstergeler mevcut. Böylelikle albümün ruhu klibe yansımış bulunuyor.
Albümle aynı isimli şarkı “The Car”’da ise Turner’ın şiirselliğiyle harmanlanmış akustik gitar arpeji ve yaylılarla karşılanıyoruz. Alex’i piyanonun üzerinde “But it ain’t a holiday until you go to fetch somethin’ from the car” (Arabadan bir şeyler almaya gidene kadar tatil değil) sözleriyle iç çektiğini fakat umut dolu olduğunu hayal edebilirsiniz.
Lüks yaylı aranjmanı ve hoş gitar solosuyla sizi Bond filmindeymişsiniz gibi hissettirecek bir parçayla beraberiz: “Big Ideas”. Sözleri sayesinde balladımsı bir türe bürünen şarkının içine orkestra girdiğinde, hepimizi okyanustaki küçük bir tekne misali büyük fikirler ve keşkelerle baş başa bırakmıştır.
“Hello You” şarkısının “Lego Napoleon movie written in noble gas-filled glass tubes.” (Soy gazla doldurulmuş, cam tüplerle yazılmış Lego Napoleon filmi) destansı açılışıyla Alex’in hayal gücüne değiniyoruz. Kısacası Stanley Kubrick‘in gerçekleştiremediği bir projeye göndermede bulunuyor ve yaratıcı söz yazarlığını bize gösteriyor.
Albümün sondan bir önceki parçası olan “Mr. Schwartz” sıcacık bir gitar arpeji ve davulda brush’la çalınan bossa nova’yla bizi karşılıyor. Turner’ın alter egosu sayılabilecek, sosyal normlara uyum sağlayan bir karakter şarkı sözlerine yansıyor.
Her şeyin bir sonu olduğu gibi The Car’ın son şarkısına gelmiş bulunmaktayız. “Perfect Sense” orkestranın hakkını veren, gerçek bir son gibi hissettiren bir parça.
Arctic Monkeys, TBH&C albümlerinde olduğu gibi orkestraya yeni şarkılarında da yer vermeye devam ediyor. The Car içinde barındırdığı yaylılar sayesinde, Alex’in Miles Kane ile kurduğu grup The Last Shadow Puppets‘ı akıllara getirse de tamamen sevgi, özlem, gizem ve macera yüklü bir albüm olarak karşımıza çıkıyor. Alex Turner’ın sesi ise yaş aldıkça bambaşka fakat duygu yüklü bir tona dönüşüyor.
The Car albümünün tamamını dinlemek için:





İnceleme de albüm gibi çok güzel olmuş