1970’li yıllar hiç şüphesiz ki Amerikan tarihinin en zorlu dönemlerinden biridir. Dönemin ilk yarısında halen devam eden Vietnam Savaşı ve medyadaki yansımaları, haberlerde her gün gerçek vahşet görüntüleri gören Amerikan halkının vahşete duyarsızlaşmasına sebep olmuştur. Öte yandan 1972’de yaşanan Watergate Skandalı, halkın kendi başkanlarına duydukları güveni sarsmış ve toplumda büyük bir güvensizlik ortamı oluşturmuştur. Bu güvensiz ve vahşete duyarsız toplum yapısından kurtulmak isteyen gençler kaçış kültürünü benimsemiş; aile yapısından ve ailenin dayattığı din, ahlak gibi kavramlardan uzaklaşmışlardır. 1970’li yıllarda ilk örneklerini gördüğümüz slasher alt türü; kaçış kültürünü benimsemiş, İncil’e ve sözde ahlaka uygun olmayan uyuşturucu kullanımı ve evlilik öncesi birliktelik gibi eylemleri gerçekleştiren gençlerin maskeli erkek katiller tarafından cezalandırılarak katledildikleri filmler olarak ortaya çıkmıştır. Bu filmler, hem gençlerin cezalandırılmasını görmek isteyen muhafazakar kesim hem de bizzat bu kültürü yaşayan gençler tarafından büyük ilgi görerek yıllar boyunca korku sinemasındaki varlığını sürdürmüştür.
Slasher filmlerinin en büyük ilham kaynakları olarak Psycho (Sapık, 1960), Peeping Tom (Kadın Katili, 1960) ve İtalyan giallo filmleri örnek gösterilir. Lakin alt türün kendi karakteristiklerini göstermeye başladığı ilk eser hiç şüphesiz ki Tobe Hooper imzalı The Texas Chain Saw Massacre’dır (Teksas Katliamı, 1974). Film, Sally ve Franklin’in üç arkadaşıyla birlikte büyükbabalarının mezarını kontrol etmek ve çocukluklarını geçirdikleri evi görmek için Teksas’a gitmelerini konu edinir. Arabalarında benzin kalmaması sonucu yakındaki bir evden yardım istemeye giden gençler, o evde yaşayan yamyam bir aile tarafından av haline gelirler. Bu yamyam ailede insan derisinden yapılmış bir maske takan, ailenin avlanma ve pişirme işlerini yapan Leatherface karakteri korkutuculuğu sayesinde yıllar içinde kendi ismiyle solo filmlere de konu olmuş ve korku sinemasının en unutulmaz karakterlerinden biri haline gelmiştir.
Unutulmaz korku serilerinde, orijinal eserden sonra yıllar içinde çekilen bir sürü düşük kalitedeki devam filmini ve yeniden yapımı hiçe sayarak doğrudan orijinal esere bağlanan ve o eserle birebir aynı adı taşıyan devam filmleri trendi günümüz korku sinemasını esir almış durumda. Halloween (Cadılar Bayramı, 2018) ile başlayan bu akım Candyman (Şeker Adam’ın Laneti, 2021) ve devam filmlerini hiçe saymasa da benzer bir pazarlama taktiği izleyen Scream (Çığlık, 2022) ile devam etti ve son olarak Texas Chainsaw Massacre da bu akıma katıldı. Netflix bünyesinde hazırlanan filmin hikayesini daha önce başarılı korku filmlerinde beraber çalışan Fede Alvarez ve Rodo Sayagues yazdı; filmin yönetmen koltuğuna ise David Blue Garcia oturdu. Netflix’in pazarlama konusunda oldukça başarısız bir strateji izlediği film, ilk fragmanını ve afişini gösterim tarihinden iki hafta önce yayımladı. Bu durum, filmin varlığından önceden haberdar olan korku filmi hayranları dışında genel izleyicide bir merak ve beklenti oluşmasını olumsuz yönde etkiledi.
Texas Chainsaw Massacre, Teksas’taki terk edilmiş Harlow bölgesini soylulaştırıp orada yeni bir yaşam kurmak isteyen influencer gençleri ve bölgeye getirdikleri yatırımcıları merkeze koyuyor. Bölgeye geldikten hemen sonra içinde hala barınan bir kadın ve “oğlu” olduğunu gören gençler, yetimhane olarak kullanılan binanın tapusunun kendilerinde olduğu iddiasıyla yerlileri dışarı çıkarmak isterler. Sağlık durumu kötü olan yaşlı kadın çıkan tartışma sonrası hayatını kaybedince gençler evin tapusunu bulup kendi masumiyetlerini kanıtlamak isterken gizemli oğul yaklaşık 50 yıl önce bıraktığı testeresini yeniden eline alarak annesinin intikamını öncekinden daha vahşi bir katliam yaparak alacaktır.
Yazının bu kısmından sonra filmle ilgili sürpriz bozan detaylara yer verilecektir.
Katili Günümüze Getirmek
Slasher filmleri politik ve sosyal alt metinlerini belirli bir dönemin koşulları sayesinde doldurmuşlardır. Yıllar geçip Amerika’nın içinde bulunduğu bu güvensiz ve vahşet dolu atmosfer geride kaldıkça hala “Zina öldürür.” gibi genelleştirilmiş şablonlara bağlı kalan slasher filmleri içi boş hayran servisleri haline gelmişlerdir. Bu sebeple 80’lerin ilk yarısından sonra çıkan birçok slasher filmi, ilk örneklerin başarısını asla yakalayamamıştır. Günümüzde de slasher filmlerinin kökenlerini anlamadan sadece formülasyonları uygulamak yüksek ihtimalle başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Bu durumun farkında olan Texas Chainsaw Massacre, alt türün kodlarını içselleştirmiş olacak ki tam olarak 2020’li yıllara ait bir slasher filmi olarak karşımıza çıktı.
Filmin ana karakterleri olarak Harlow’da bir restoran açmayı planlayan Dante ve Melody, Melody’nin kız kardeşi Lila ve Dante’nin kız arkadaşı Ruth’u izliyoruz. Filmin başında Lila’nın bir okul saldırısında hayatta kaldığını ve karakterlerin sosyal medyalarını ırkçılık ve silahlanmaya karşı politik çağrılar yapacak şekilde kullandıklarını görüyoruz. Bölgeyi soylulaştırmak için birçok yatırımcıyı bütün bu sorunlardan uzak yeni bir hayat kurmak sebebiyle çağıran gençlerin tam da günümüz sorunlarına karşı oluşturdukları güncel bir kaçış kültürünü benimsediklerini söyleyebiliriz.
Soylulaştırma, ya da gentrifikasyon, mimarlık ve şehircilik üzerine çalışmalarda bulunan birçok kişinin üzerinde tartıştığı bir kavramdır. En genel hatlarıyla soylulaştırma, sosyoekonomik seviyesi düşük ve işçi sınıfının yaşadığı yerleşkelerin orta sınıf tarafından yenilenerek farklı ekonomik faaliyetlere uygun hale getirilmesi şeklinde ifade edilebilir. Bu yapılanmaya karşı sunulan en önemli görüş ise soylulaştırmanın, önceden bölgede ikamet eden halkın evlerinden kovulmasına sebebiyet vermesidir. Bu kadar güncel bir tartışmanın filmdeki karakterlerin motivasyonunu oluşturan esas öge olması, filmin günümüze ait olması konusunda atılmış en doğru adımdır.
İlk slasher örneklerinde izleyici olarak biz, karakterlerin sözde ahlak kurallarına karşı davrandıkları için öldürüldüklerini bilsek de bu durum genellikle katilin motivasyonu olarak dile getirilmez. Erken dönem slasherlarda katiller konuşmaz ve motivasyonları film boyunca belirgin bir şekilde gözlemlenmez. Bu seçimler onların izleyici gözünde durdurulamaz ve korkutucu ölüm makineleri olarak algılanmasına neden olur. Bu filmde ise Leatherface’in motivasyonunun annesinin intikamını almak olduğunu açık bir şekilde görüyoruz. Bu tercih ister istemez seyircilerin bir kısmının katilin tarafını tutmasına sebebiyet verecektir. 70’lerde sadece muhafazakar kesimin sahip olduğu bu algı, bu sefer daha genel bir kitleye, evinden atılan işçi sınıfını destekleyen ve soylulaştırmaya karşı olan herkese, evrilmiştir.
Geçmişten Gelen İzler
Slasher filmlerinin bir diğer önemli karakteristiği ise arkadaş grubu içerisindeki sorumluluk sahibi ve bakire kadın karakterlerin katilin elinden kurtulmasıdır. Bu karakterlere “final girl” ismi verilir. Güncel slasherların öncüsü Halloween’da Laurie Strode onlarca yıldır hayatını kabusa çeviren katili avlamak için hazırlanarak ve onu alt edeceği günü bekleyerek geçirmişti. Texas Chainsaw Massacre’ın bu karakter yolculuğunu hikayesine aynı şekilde yedirmesi fragman ilk yayımlandığında tepki çekmişti. Sally Hardesty karakterinin de Laurie gibi tüfeğiyle izole bir yaşam süren, yaşlı ama güçlü bir kadın olması Halloween’den kopyalanmış gibi duruyordu. Fakat film, karakter için farklı bir ark planlayarak bu durumu kopya olmaktan çıkartıyor. Kısa sürede Leatherface tarafından katledilen Sally, katilin korkutuculuğuna hizmet etmek için kullanılıyor. Bu durumun en önemli sebebinin 1974 yılında karakteri canlandıran Marilyn Burns’ün 2014 yılında aramızdan ayrılmasını söyleyebiliriz çünkü yeni seriyi kurarken seri ile özdeşleştiği için hayatta tutmaları gereken bir oyuncu maalesef ki aramızda değil.

1974 yapımı filmi dikkatli izleyenler Leatherface’in film boyunca üç farklı maske taktığını fark edebilirler. Bunlardan ilki olan “Öldürme Maskesi“, Leatherface’in kurbanlarını avlarken taktığı maskedir ve bir erkek suratından yapılmıştır. İkinci maske “Yaşlı Kadın Maskesi“dir ve Leatherface akşam yemeğini hazırlarken ve ev işleri yaparken bu maskeyi tercih eder. Son maske ise “Güzel Kadın Maskesi“dir. Leatherface bu maskeyi orijinal filmin ikonikleşmiş akşam yemeği sahnesinde takar ve bu maske onun sosyalleşmesi gereken ortamlarda dışarıya gösterdiği karakteri sergiler. Dönemin ataerkil toplum yapısı Leatherface’in maskelerinde sembolize edilmiştir. Bu yapıya göre erkek ev için avlanır, kadın ise yemeği hazırlar. Filmin finalinde Sally’yi kovalarken Leatherface’in kendi kendine zarar vermesi de kadın maskesi yüzündendir çünkü dönemin ataerkil anlayışına göre kadın avlanmayı bilmez ve fallik obje olan testereyi kontrol edemediği için kendine zarar verir. Texas Chainsaw Massacre böyle bir sembolizme gitmiyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çağdaş, olması gereken bir portre çiziyor. Annesinin intikamını almak isteyen Leatherface, ölen annesinin yüzünü kendi maskesi olarak tercih ediyor. Lakin bu sefer bir kadın maskesi takması ve ilerleyen sahnelerde bu maskeye makyaj yapması, orijinal eserdeki gibi eril bir bakış açısından işlenmiyor. Hatta bu tercihin, slasherın öncülerinden olan Psycho’ya büyük bir saygı duruşu olduğunu bile söyleyebiliriz.

Orijinal filmin bir diğer önemli özelliği ise gün ışığında geçen korku sekanslarına yer vermesidir. Leatherface ile ilk kez gün ışığında, aydınlıkta karşılarız. Filmin sonundaki kovalamaca sahnesi ise yine gündüz gerçekleşir. Özellikle finalde Leatherface’ın gün doğumunda testeresiyle yaptığı dans sinema tarihinin en ikonik sahnelerinden biridir. Texas Chainsaw Massacre bu konuda orijinaline son derece sadık kalıyor. Renk paleti ve sinematografi gündüz çekilen sahnelerde inanılmaz derecede etkileyici. Filmin finali de katilin bakış açısından baktığımızda hem ilk filmde başarısız olduğu görevin katarsisi hem de ikonikleşmiş dans sahnesine kısa ve net bir saygı duruşudur.
Texas Chainsaw Massacre maalesef eleştirmenlerden ve genel izleyiciden olumsuz yorumlar aldı. Film değerlendirme sitelerindeki puanlarının da pek parlak olduğu söylenemez. Fakat bizce; kan ve vahşet düzeyini üst seviyede tutarak gerçek bir katliam hissi yaratan, slasher köklerini özümsediği için güncel bir slasher alt türü tanımlayan, her karesi üzerinde incelikle düşünülmüş hissi veren bir sinematografiye sahip, 81 dakikalık kısa süresiyle ve aksiyona girerken en ufak bir oyalanma yaşamamasıyla da oldukça akıcı, gönül rahatlığıyla izleyebileceğiniz başarılı bir eser.