Tarihten Dedikodular: Mezarlarda Gezen Mary Shelley’nin Sıradışı Davranışları

Editör:
Meryem Azra Barut, Sena Yiğit
spot_img

Mary Shelley’den mi bahsediyoruz? Onun hayatı gerçekten de tıpkı bir korku filmi gibiymiş, ama “tam olarak ne olduğunu anlamadığınız türden” bir film! Şimdi, bir düşünün: Mezarlar, gece yürüyüşleri, yalnızlık… Bu kadının içindeki fırtınayı hissedebiliyor musunuz? Ama işin garibi, tüm bu karanlıklar ona yaratıcı bir parlama getirmiş, Frankenstein gibi bir başyapıt doğmuş. Yani, düşünün bir saniye, bir yanda kayıplar, diğer yanda arzular… Bu kadının hayatı, ikisi de birbirinden tuhaf ve gizemli olan iki dünyayı birbirine karıştırmış bir tür “ölü fikirlerin yeniden doğuşu” gibi! Tam anlamıyla bir yaratık ama öyle bir yaratık ki, hem ölüler hem de canlılar arasında bir yerde gezinip duruyor. Şu an düşünüldüğünde, sanki hem ışığı hem de karanlığı iç içe geçiren bir bulmacaya benziyor. Ama işin asıl komik tarafı şu: Birçok insan o bulmacanın içine gizlenmiş dehaları görememiş, bir de bu başyapıtı nasıl yarattığını sorgulamış. Oysa Shelley, hepimizin unuttuğu o karanlık köşede yaratımını yapıyordu!

İlklerin ve Sonların Yeri: Mezarlık

Mary Shelley’nin Mezarı | atlasobscura.com

“Beni mutlu edecek birini istiyorum… Doğaya uyum sağlamak için seveceğim birini bulmalıyım.” (Frankestein-Modern Prometheus)

Shelley gerçekten de mezarlıklarda dolaşmayı seven pelerinli bir ruhtu. Bunu doğrudan ondan öğrenme imkanımız olmamakla birlikte pek çok ipucu bulmamız mümkündür. Özellikle babasından başkasının onu etkileyemeyeceğini düşündüğü yaşlarda karşılaştığı Percy Bysshe Shelley ile paylaştığı deneyimlerden bahsetmenin tam da sırası olmalı.

Mary Shelley ve Percy Bysshe Shelley için mezarlık, yalnızca ölülerin sükunet bulduğu bir alan değildi; o, yasaklı bir aşkın filizlendiği, hayattaki her şeyin karanlık ve ışıkla harmanlandığı bir yerdi. Martin Garretta göre, çift haziran ayında mezarlıkta, hayaletler arasında birbirlerine olan aşklarını ilan ettikten sonra, kilise bahçesinde bu aşkın tohumlarını ilk kez filizlendirdi. Gilbert mezarlığıkasvetli ve ürkütücü” bir alan olarak tanımlasa da, Mary için o topraklar yalnızca çürüyen bedenlerin değil, ruhların, fikirlerin ve arzuların buluştuğu bir noktaydı.

Bu mezarlık teması, Mary Shelley’nin “Frankenstein”ında yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi simgeliyor. Victor Frankenstein, yaşamın sırrını çözmeye çalışırken, ölümün çürüyen elini yaşamın canlı sıcaklığına dokundurur. Mezarlık, ona yalnızca ölülerin sırlarını değil, yaşamın doğasını da öğretir. Victor’un yaratığı gibi, Mary’nin kendisi de annesiz bir varlık, ölü fikirlerin ve kaybolmuş parçaların birleşimiydi. O, annesinin kaybından sonra, tıpkı Frankenstein’ın canavarı gibi, geçmişin ölü parçalarından bir araya gelen bir kimlikti. Dolayısıyla kitaplarının satır aralarında ve hayatının ilklerinde onun bu sıradışı alışkanlığının izlerini bir izci edasıyla takip edebiliriz.

Frankenstein romanının daha detaylı bir analizi için “Frankenstein Romanı Psikolojik Analiz: İngiliz Edebiyatı Klasikleri” yazımıza da göz atabilirsiniz.

Kalbin Benle Güvende, Son Kez Veda Edebilir Miyiz?

Percy Shelley – poetryfoundation.org

“Dünya benim için boş bir yerdi; çünkü sevgilim artık onun içinde değildi.” (The Last Man)

Mezarlıkta gezmek yalnızca bir ilham kaynağı değildi Mary için, aynı zamanda farklı takıntıları ve istekleri de vardı. Tarihin dedikoduları içinde bir dedikodu vardır ki herkesin tüylerini diken diken eder. Mary için, eşi Percy öldükten sonra ona son bir kere daha veda etmesi gerekirdi;Mary onun mezarını açmak ve ona öyle veda etmek istiyordu. Cenaze töreni yeterli değildi. Bu mezarlık takıntısına yeni bir pencere açtı yalnızca.

Mezarlığı açmak yalnızca bir metafordu aslında; zira Percy yakılmış, küllerinin bir kısmı da Mary’e verilmişti. Hatta yakılırken kalbi zarar görmemişti ve cenaze esnasında bu kalbi kimin alacağı bir tartışma konusu olmuştu. Nihayetinde Mary bu tartışmayı haklı sevgili olarak kazandı ve Percy’nin kalbini kendi masasında saklamaya devam etti. (Bu ipeklerle sarılmış kalbi masanın çekmecesinde bulan kişiye akıl sağlığı dileriz!) Aslında bu veda isteği, beden ve ruhu ile bütünleşme isteğiydi ve bu istek açıkça ifade edilmese de, satır aralarına ince bir sis gibi yayılmıştı.

Tarih, Mary Shelley’nin “Frankenstein”ı bir fırtına gecesinde, eşi Percy Shelley ve Lord Byron ile birlikte kaldığı bir malikanede, ansızın yazdığını anlatır. Ancak dedikodular, bu hikâyenin çok daha karanlık bir tarafı olduğunu fısıldar. Mary’nin bu eseri yazarken yalnızca bilimin sınırlarını değil, ölüm ve yaşam arasındaki çizgiyi saplantılı bir şekilde düşündüğü söylenir. Bazıları, Percy Shelley’nin ölümünden sonra onun ruhunun hâlâ Mary’nin yanında olduğunu ve Frankenstein’ın bu yasın ve belki de bir tür doğaüstü ilhamın ürünü olduğunu iddia etmiştir. Bu söylentiler, Mary’nin gotik edebiyatla olan derin bağını ve ölüm karşısındaki takıntısını daha da belirginleştirir. “Mathilda”, ensest ve trajedinin sınırlarını zorlayan, babasının bile “Bu çok ileri gidiyor!” diyerek saklamaya çalıştığı bir hikâyeydi. “Son İnsan” ise, kaybettiği tüm sevdiklerinin ardından yazılmış bir ağıt gibiydi; belki de yalnız kalacağını çok önceden sezmişti. Mary Shelley’nin eserleri yalnızca korkutucu hikâyeler değil, aynı zamanda onun kişisel hayaletleriyle hesaplaşmasının birer yansımasıydı. Ve belki de asıl soru şuydu: Mary mi gotik hikâyeleri yarattı, yoksa gotik hikâyeler mi Mary’yi ele geçirdi?

Geceler, Mary’nindir

pinterest.com

“Benim hikâyem, keder ve acıdan ibarettir. Hayatımın her anında bunlar benim yoldaşım oldu.” (Mathilda)

Mary Shelley, yazma sürecine adeta bir sanatçının fırçasına bağlı kalması gibi bağlıydı. Her kelime, her cümle onun için bir dünya yaratmanın anahtarıydı ve bu dünyayı oluştururken, hiçbir detayı şansa bırakmazdı. “Frankenstein” gibi başyapıtlarını, titizlikle işlediği bir heykel gibi şekillendirir, her bir kelimenin doğru yerinde ve doğru anlamda olmasına özen gösterirdi. Yazma süreci, onun için sadece bir ifade biçimi değil, içsel bir meditasyon, bir arınma ve kendini keşfetme yolculuğuydu. Her sabah, bir sanatçının yeni bir tabloya başlaması gibi, zihinsel berraklık içinde, yalnızca kendi düşüncelerinin yankılarıyla baş başa kalır, dünyadan koparak yazısına yönelirdi. Fakat yazdıkları sadece kağıda dökülen kelimelerden ibaret değildi; tıpkı bir gezginin karanlık sokaklarda yürüyerek ruhunu araması gibi, Mary de gece yürüyüşleriyle kendi içsel dünyasında yol alır, yalnızlığını derinleştirir ve kayıplarını düşüncelerinin gölgesinde yeniden şekillendirirdi. Gece, ona sadece dış dünyadan değil, aynı zamanda içsel karmaşasından da uzaklaşma fırsatı sunar, her adımda, yazdığı kelimelerle aynı ritmi tuttururdu. Yazı ve yürüyüş, onun varoluşunu sorgulayan bir tür ruhsal dansa dönüşür, tıpkı karanlık bir gecede yavaşça parlayan yıldızlar gibi, Mary Shelley’nin hem acılarını hem de yaratıcılığını besleyen birer ışık kaynağı olurlardı.

Mary Shelley’nin yaşamı, yalnızca edebî yeteneğiyle değil, aynı zamanda kederin pençesinde şekillenen ruhuyla da derin izler bırakmıştır. Kaybettiklerinin gölgesinde, mezarlara yaptığı ziyaretlerle teselli aramış, adeta geçmişin hayaletleriyle sohbet eden bir gezgin gibi, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide var olmuştur. Kendi acılarının yankılandığı bu karanlık dehlizlerde, hayal gücüyle gerçeğin birbirine karıştığı bir sisin içinde yolunu bulmaya çalışmıştır. Mezar taşlarına yazdığı kelimeler, onun için birer ağıt, yalnızlığı ise kaçınılmaz bir kader olmuştur. Hayatı boyunca, fırtınalı bir denizde kaybolmuş bir gemi misali, kayıplarının ve acılarının dalgalarına savrulmuştur. Ancak belki de tam da bu kasvetli yalnızlık, onun edebi mirasını besleyen en güçlü kaynaktı. Mary Shelley, bu dünyadan kopmuş gibi görünse de, aslında ölümün sessiz diliyle konuşan, kayıplarının izini edebiyatında yaşatan bir ruh olarak varlığını sürdürdü.


Kaynakça:

  • “Did Mary Shelley Actually Lose Her Virginity to Percy on Top of Her Mother’s Grave?” Literary Hub, lithtub.com, 31 Ağu. 2020, Web. Erişim Tarihi:22.03.25
  • Lovejoy, Bess. “Mary Shelley’s Obsession with the Cemetery – JSTOR Daily.” JSTOR Daily, 3 Ekim 2018, daily-jstor.com Web. Erişim Tarihi: 22.03.25
  • “Frankenstein’s Famous Creator, Mary Shelley, Kept Her Dead Husband’s Heart” Kat Devitt, 28.09.2020 Web. Erişim Tarihi: 23.03.25
  • Frankestein or the Modern Prometheus, 1818, Lackington, Hughes, Harding, Mavor & Jones, London.
  • Mathilda, 1959, Elizabeth Ritchie, USA.
  • The Last Man, 1826, Henry Colburn, London.
  • Kapak Görseli: thoughtco.com
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.

Yusuf Atılgan’ın Evreninde 5 Farklı Tema

Yusuf Atılgan’ın metinlerinde yalnızlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik, bastırılmış arzular ve bitmeyen bir arayış birbirine karışır.