1991 yılında Sırp, Hırvat ve Boşnakların bir arada yaşadığı Yugoslavya devleti dağılma dönemine girdi. Sırpların kendi devletlerini kurma hayaliyle birlikte kanlı ve uzun süren bir iç savaş başlamış oldu. Bu savaş, asırlar boyu unutulmayacak vahşet dolu bir katliama zemin hazırladı.
O tarihlerde, haber kanalları olumsuzluklarla doluydu. Halk, savaşın çıkacağına ihtimal vermese de endişeleniyordu ve günden güne savaşın tam içine uyandılar. Tüm bunlar yaşanırken Zlata adında 10 yaşında bir kız çocuğu, günlük tutuyordu. Yaşanılanları en yalın ve gerçekçi haliyle gözler önüne serdi:
“2 Mayıs 1992, Perşembe – Mahzen berbattı, kapkaranlık ve kötü kokuyordu. Üzerimizde gümbürdeyen havan topu ve silah patlamalarını duyduk. Bir anda bu korkunç mahzenin hayatımızı kurtaran tek şey olduğunu anladım.” (Filipoviç, 1993, s.43)

Sığınacak mahzen ya da bodrum katı olanlar şanslıydı. Dağlardan atılan bombaların etkisini bir nebze olsun azaltıyordu. Zlata, politikanın bir saçmalık olduğunu ve yalnızca insanları ‘siz’, ‘biz’ şeklinde yargıladığını savunuyordu (Filipoviç, 1992).
Yugoslavya, dağılma dönemini yaşarken dönemin Sırp Cumhurbaşkanı Radovan Karaçiç, Boşnak bölgelerini ele geçirmek istiyordu. En büyük hedefi, Sırp topraklarını Boşnak bölgelerine kadar genişletmek olan Karaçiç, önce Srebrenitsa’yı ele geçirmeyi planladı. Boşnak bölgeleri, dağılan Yugoslavya’nın en güçsüz bölgeleriydi ve çok sayıda Müslüman bulunuyordu. Karaçiç, bunu fırsat bilip Srebrenitsa’ya saldırı emri verdi.
Ratko Miladiç komutasındaki Sırp ordusu, Srebrenitsa’yı kısa sürede ele geçirdi. 1992 yılında Sırpların Bosna’da başlattığı soykırımın ardından Birleşmiş Milletler, 6 şehri güvenli bölge ilan etti. Bunlardan biri de Srebrenitsa’ydı. Güvenli bölge ilan edilmesinin ardından Srebrenitsa’ya çok sayıda insan göç etti. Kentin nüfusu 24.000’den 60.000’e ulaştı. Nüfusun artmasıyla birlikte açlık ve hastalıklar baş gösterdi. Kenttekilerin, kendilerini korumak için edindikleri silahlar ise BM güçleri tarafından, güvenlik gerekçesiyle toplandı.
Sırp askerlerin kente olan tacizleri artınca insanlar, silahlarının geri verilmesi için Birleşmiş Milletler’e başvuruda bulundu fakat kampın Hollandalı komutanı Thom Karremans, bu isteği geri çevirdi. Hedeflerini gerçekleştirmek için uygun ortamı bulan Sırplar, Müslümanları temizlemek için harekete geçti ve BM’nin güvenli bölgeden ayrılmalarını istedi. Birleşmiş Milletler Barış Gücü diretmedi. Göz göre göre onlara sığınan binlerce Boşnak Müslümanı, bir gece ansızın Ratko Miladiç’e teslim etti.
Esirleri teslim alan Miladiç ve ordusu 11-22 Temmuz 1995 tarihleri arasında kan donduran bir katliama imza attı. Bu katliam öyle kanlı oldu ki, öldürülenlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalanıp farklı yerlere gömüldü. Dünya, olan biteni izledi. Avrupa’nın göbeğinde yaşanan bu olaya milyonlar kulak tıkadı. Srebrenitsa Katliamı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük katliam olarak tarihe geçti.
Ratko Miladiç, o gün röportaj yapmak için gelen gazetecilere şunları söyledi: “11 Temmuz 1995’te burada, Sırp olan Srebrenitsa’da bulunuyoruz. Bir tane daha büyük Sırp dinî bayramı öncesi Sırp milletine bu şehri armağan ediyoruz. Türklere karşı başlattığımız ayaklanma sonunda bu topraklardaki Müslümanlardan intikam alma vakti geldi.” (Miladiç, 1995)
Katliamı tüm dünyanın okuyabilmesi ve sessiz kalarak nelere sebep olduklarını anlayabilmeleri için Sariç Cicana da hatıralarını bir kitap haline getirdi. Bizi en çok yaralayan şu satırlardı:
“Çetnikler bahçeye girdiklerinde Alma, evinin önündeki bir işle meşgul oluyordu. Tek kelime etmeye fırsat bulamadan üzerine ateş ettiler. Bayro, kızı Muyesira’yı kucağına almış, mutfaktaki sekinin üzerinde oturuyordu. Çetnikler bir anda mutfağa daldılar. Derhal ayağa fırlayan Bayro’ya, tüfeklerin kundaklarıyla vurmaya, onu ayaklarıyla vahşice tekmelemeye başladılar. Her taraf kan revan içinde kalmasına rağmen, kızının etrafında görünmez bir zırh oluşturabilirim ümidiyle, bir an olsun bakışlarını Muyesira’dan ayırmıyordu Bayro. Kısa bir süre sonra sakallı iğrenç yaratık, Muyesira’ya sokulup saçlarını okşadı. Sekinin köşesinde yumak haline gelmiş küçük kız vahşet içinde ağlıyordu. El parmakları kırılmış olan Bayro, çılgın bir vaziyette ayağa kalkmaya çalışırken alnının ortasına aldığı darbeyle yere düşüp bayılmıştı. Ayılıp kendine geldiğinde ise, Muyesira tecavüz edilmiş ve öldürülmüştü.” (Sariç, 2017, s. 39)
Katliamdan kurtulmayı başaran Saliha Osmanoviç de röportaj yapan gazetecilere şunları söyledi: “O günü size sözlerle ifade edemem. Srebrenitsa ve onun etrafında yaşayan herkes için o gün bir cehennem günüydü.“ (Osmanoviç, 2017)
Katliam günlerinde küçük bir çocuk olan Emine Şeçeroviç ise, hatıralarını anlattığı kitabında o günlere şöyle değiniyor: “Bazen çok nadir de olsa koşmaya başlamadan veya koridorun sonuna vardıktan sonra başımı kaldırıp dağa bakardım. Acaba beni görürler mi, diye düşünürdüm. Ya ateş etselerdi kaçabilir miydim, diye sorardım kendime. Ya vursalardı, acı çeker miydim? Sokaklarda ölen diğer çocuklar acı çekmişler miydi?“ (Şeçeroviç, 2013, s. 87)
Dönemin Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç de Türklere bıraktığı mektubunda; Sırpların, dokuz yaşındaki bir erkek çocuğundan, çırılçıplak soydukları annesine tecavüz etmesini istediklerini, etmeyince de çocuğu tek kurşunla öldürdüklerini anlatır (İzzetbegoviç, 2000).
Yoğun müdahalelerin ve baskıların ardından Sırplar, ekim ayına gelindiğinde savaşı durdurmak zorunda kaldılar. Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısıyla 1995 yılının kasım ayında Boşnak lider Aliya İzzetbegoviç, Hırvat lider Franjo Tudjman ve Sırp lider Sloban Miloseviç, Amerika’nın Dayton kentinde bir araya geldi ve barış müzakerelerine başladılar.

Soykırımı yapanla soykırıma uğrayanın aynı masada eşit şekilde yer aldığı bu görüşmelerin sonucunda Dayton Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Bosna Hersek’in %51’i Boşnak ve Hırvat Federasyonu’na, %49’u da Sırbistan’a bırakıldı.
“Boşnakların varlığını Balkanlar’dan, adını ansiklopedilerden silmek için dört yıl boyunca tüm dünyanın gözleri önünde bir soykırım yaşanmış, müzeler, kütüphaneler, arşivler bombalanmıştır. Ama tarihin ve gerçeğin asla değişemeyeceğinin bir kanıtı olarak Boşnaklar, amansız bir soykırımdan sonra bile, Bosna’daki varlıklarını hâlâ sürdürüyor.” (Kulin, 1999, s.410)
*Oya Bora – Katre Katre (Ölüm Çiçekleri)
Kaynakça
BBC Four (Yapımcı). 2012. Ratko mladiç’in srebrenitsa itirafı. (http://alkislarlayasiyorum.com adresinden erişilmiştir.)
Cicana, S. (2017). Ben geldim srebrenica. İstanbul: Kastaş.
İzzetbegoviç, A. (2017) Aliya izzetbegoviç’in türklere mektubu.
(http://www.youtube.com adresinden erişilmiştir.)
Filipoviç, Z. (1993). Zlata’nın günlüğü. İstanbul: Artemis.
Kulin, A. (1999). Sevdalinka. İstanbul: Everest.
Şeçeroviç E. (2013). Kurşunların da rengi var. İstanbul: Alfa.
TRT Belgesel (Yapımcı). 2017. Srebrenitsa anneleri kayıplarını arıyor. (http://www.youtube.com adresinden erişilmiştir.)