? Bu yazı Batuhan Amaç tarafından editörün seçimi arasına girdi ?
Bu yazımızda Lars Von Trier’in yönetmenliğini yaptığı; 2011 tarihinde gösterime giren Melancholia filmi özelinde, melankolinin insanlık tarihi üzerindeki etkisini ve yansımalarını inceleyeceğiz.
Melankoli geçmiş çağlardan bugüne insanın kimi zaman muzdarip olduğu kimi zaman verimliliğini ortaya koyduğu bir duygu durumu olarak nitelenebilir. Bazen amansız bir hastalık olarak bazen de halet-i ruhiyenin yansıması olarak görülmüştür tarih boyunca. Farklı sebeplere bağlanmakla birlikte belki de gösterilmiş en ilginç nedenlerden biri kara safradır.
Günümüzde Humoral Patoloji Teorisi olarak adlandırılan, Hipokrat’ın vücuttaki hastalıkların dört sıvıdan, özsudan kaynaklandığını da konu edinen teoriye göre kara safra, melankolinin karşılığı ve bir bakıma sebebidir. Bu savı Mısırlı hekimlerin ”ahlât- ı erbaa” kavramına değin götürmek mümkündür.
Bahsedilen bu dört özsuyun insan vücudundaki temel dinamikleri, olaylara yaklaşma biçimini ve hatta genel mizacını ve yapısını belirlediği düşünülür.
İbn-i Sina’da da izleri görülen bu dört özsu onun kavramlarına göre şöyledir:
• Sarı Safra
• Sevda (Kara Safra)
• Balgam veya Salgı
• Kan
İsimler, kültür ve coğrafyalara göre değişiklik gösterse de temelde karşılamakta oldukları durumlar ve hadiseler ortak paydada buluşur. Günümüzde kendine bu durumu esas alarak yola çıkan filmlerin, şiirlerin beslendiği nokta elbette insanın en büyük ortak mirası olan duygulardır. Melankoli bunların kuşkusuz başında gelir.
Yüzyıllar içinde büyük şairlerin, kalbi saran sözcükleri sarf edebilmesi de sevdiğimiz, özdeşleştiğimiz filmlerin sahneleri de zaman zaman melankoliden şüphesiz beslenmiştir.
Bu yazıda bahsedeceğimiz eşsiz filmlerden bir tanesi de Melancholia. Başrolünde Kirsten Dunst olan Melancholia, durgun bir deniz gibi başlayıp her sahnede izleyiciye vermeyi istediği fırtınalı halleri birebir aktarabilen bir yapıt. Duygu odaklı ilerleyen bu filmde; sahne sahne felaketleri karşılama biçimleriyle farklılık gösteren karakterler, birbirlerine fiziksel olarak yakın bulundukları halde aralarında uçurumlar bulunan insanların hayatı algılama durumlarını görüyoruz. Tüm bunların yanında filmin afişinde ve içeriğinde olmak üzere sanat tarihinin mühim eserlerinin bulunduğu göndermeler ve sahneler de oldukça etkili duruyor.
Melancholıa / Lars Von Trier / 2011 / Dram- Bilim Kurgu
Film, varoluşu sarıp sarmalayan tüm acıları bir abla ve kardeş üzerinden yansıtmayı seçmiş. Düğün akşamına hazırlık yapan Justine ve ona tüm hazırlıklarında yardımcı olan ablası Claire halihazırda oldukça eksik ilişkileri olan bir ailede büyümüş iki genç kadın olarak karşımıza çıkıyorlar. Düğün boyunca Claire’in annesinin kayıtsızlığı ve iletişimsizliği göze çarpıyor. En nihayetinde Claire de aynı tavrı sergiler biçimde kendi düğününde oldukça yabancı bir hâl sergiliyor. Ve elbette baba figürü de aynı çarpık aile oluşumuna dahil, düğüne yanında iki genç kadınla katıldığını görüyoruz.
Justine’in ”en mutlu günü” olarak nitelenebilecek bu özel gününde birdenbire içine düşüverdiği sancılar onu dakika dakika dönüştürüyor. İşinden, ritüellerinden, içine gireceği sıradan yaşam biçimlerinin hepsinden bir tiksinti duyuyor adeta. Geriye Claire’in deyimiyle ”kimse tarafından özlenmeyecek o kötülüklerle dolu dünya” kalıyor zihninde.
“Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.” der Sartre Bulantı’sında. Justine de ”gerekli” sıçrayışlarının köprüsünü bir bir yıkmaya başlıyor, kendinden ve evrenden bir şey kalmayana dek.
Sabahattin Ali’nin şiirinde söylediği gibi ”Beni sarar melankoli / Kafamın içersi ölür” mısraları filmde can bulur. İnsanın evrenle ne denli bütün olduğu, bastığı toprakla, baktığı gökle nasıl görünmez bir bağı bulunduğu son âna değin ilmek ilmek işlenir. Yüzünde yaşam ateşi çağıldayan bir insanın kafasının içine ve tüm tasarılarının ölümüne tanıklık ediyoruz biz de.
İnsanın sahiden mutlu olması gerektiğini düşündüğü anları çepeçevre kuşatıp karanlığa gömen melankoli, bazen göğsümüze oturan o karamsar dürtü -belki kara safra-, karanlık günlerin kehanetçisi olabilir mi?
Lars Von Trier filmleri içinde hep bir gerçeklik barındırır. Film tarzıyla pek çok eleştirilerin odağı haline gelse de işlediği konular bakımından diğer yönetmenlerden ayrılır. Melancholıa filmi özelinde; ”aile” kavramı üzerinden, ”Kara Safra” penceresinden bakmaya çalıştık. Farklı bir film arayışı içindeyseniz Melancholıa filmini ve Lars Von Trier’in benzer konuları işlediği Breaking The Waves filmini de izlemenizi tavsiye ederiz.
Keyifli seyirler!





