Tár: Liderler Nasıl Düşer?

Onur Tuğrul Karabıçak
Onur Tuğrul Karabıçak
Critical theory and postmodernism.
spot_img
Editör:
Zeynep Gizem Eskici
spot_img

Todd Field tarafından yazılıp yönetilen Tár (2022), bu yıl Oscar ödüllerinde adaylığın ötesine geçememiş olsa da Cate Blanchett’a bir BAFTA ödülü kazandırdı. Film, kariyerinin zirvesinde olan, aşırı otoriter fakat sanat dünyasında saygı duyulan bir orkestra şefini anlatıyor: Lydia Tár (Cate Blanchett). Kahramanımızın filme ismini vermesine şaşmamalı, zira her şey onun üzerine kurulu ve bir orkestra şefi olarak orkestranın tüm karakterini kendisi belirlediği yönünde bir iddiası var. Kariyerinin en zirve noktasına çıkan Lydia Tár’ın o noktada nasıl sallandığının hikayesini izliyoruz. Lydia’nın iç dünyasına iniyor, aslında niş bir sanat alanında olmamıza rağmen bu küçük ve ulvi alanda bile politikanın varlığını görüyoruz.

Lydia, orkestrasında ve sanat akademisinde her şeyi yönetiyor. Topluma, akademiye ve orkestrasına en çok görünen figürlerden biri o. Otoritesini saklamıyor, inandırıcılığını özenle inşa ediyor, bir şef olarak vücut dili ve sahnedeki performansı dehşet verici derecede yüksek. Sahneden indiğinde insanlar ve öğrencileri Lydia’nın kendisine dokunmasını istiyor, hayatlarına gelecek dokunuşun ondan olmasını umuyorlar, o ise bu konuda oldukça seçici, içgüdüsel ve bireysel zevkleri doğrultusunda davranıyor. Tüm bu yönler, gündelik siyaset içerisinde ve dünya basınını takip eden bizler için otoriter liderlerin bir temsili gibi geliyor. Siyasetçilerin de içgüdüsel olduğunu; otoriter, performatif ve inandırıcı olmaya çalıştıklarını savunuyorum. Bu yazıda, Tár’ın hikayesini gözetim, güç ilişkileri ve hiper-gerçeklik noktaları üzerinden analiz ederek, otoriter siyasi liderlerin nasıl düştüğünü okumaya çalışacağız.

Gözetim ve İfşa

One Indelible Scene: The Master Class in Ambiguity in 'Tár' - The New York Times
Kaynak: https://www.nytimes.com/2023/01/02/movies/lydia-tar-juilliard-conducting-scene.html

Filmin açılış sahnelerinden itibaren Lydia’nın birileri tarafından kolayca dikizlendiğini fark ediyoruz. Bu bölümlerde kamera, izleyicinin görüş açısından çekiyor. Böylece izleyici, dikizleyenin çerçevesinden ve yorumlarından olaya dahil olabiliyor. Filmin ortasında dikizleyen kişilerden birinin aslında Lydia’nın yardımcısı, ondan bir şeyler bekleyen Francisca çıkıyor. Bağlamdan koparılıp Twitter’da linç kültürünün önüne sunulan ve kendisini bir tacizci gibi gösteren bu görüntüler, atık gücün görünür alanla üzerinden elde edildiğini, güç kavgasının ise görünürlük ve gözetim üzerinden gerçekleştiğini görmek mümkün. “Tacizci gibi gösteren” diyorum, ancak Lydia’nın ahlaki duruşunu bilemiyoruz, artık ahlaki normları da manipüle edebilecek bir noktaya geldiği için, haksız olmasına rağmen haksızlığa uğraması seyircide farklı bir gerginlik yaratıyor: Lydia çok çabuk mağduru oynayabiliyor. Bu ilişkide gözümüze çarpan şey, otoriterlerin çevrelerine aldıkları insanları yeteri kadar iyi yönetemediklerinde aslında kurdukları ilişkinin ne kadar kaygan bir zeminde olduğu.

Gözetim altında sosyal ilişkilerin çarpıklaşıyor, aslında her an birbirilerini gözeten hâlde bulunan bu güç çemberinde birilerinin sahneye çıkması, kimin ne zaman görüneceğinin görünürlüğü kontrol eden kişi tarafından belirlenmesi gerekiyor. Lydia’nın altında sözde denetim mekanizmaları olsa da rekabetçi-otoriter devletlerdeki gibi bu denetim mekanizmaları Lydia tarafından kolayca atlatılabiliyor, hem de kuralına uydurularak!

Mikro-güç Yapıları:

TÁR - October 7 - YouTube
Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=6kc2Seh8nKk

Hiyerarşinin olduğu her düzende gerçeklik çarpıtılıyor. Kişinin kimliği, Foucault’ya göre disipline edici güç yapıları karşısında aldığı tutuma bağlı; dolayısıyla güç , bir işin doğrusunu belirleyen ve dolayısıyla bunun üzerinden bireylerin davranışlarını şekillendiren bir fenomen (Deacon, 2002). Toplum da güç yapıları olmadan düşünülemez, mikro alanlarda bazı olasılıkların gerçekleşebilmesini sağlayan şey, insanların sosyal hayatta oluşturdukları toplulukların içindeki normlar ve güç ilişkileri (Foucault, 1982). Lydia’nın akademisi ve yönettiği orkestra aslında bu tip bir davranış biçiminin oldukça açığa yerlerden biri. Orkestra ve akademi birer toplumsal kurum. Bu kurumların içerisinde de neyin nasıl yapılacağını belirleyen ve yapmayanı da daha az insanî gören bir yapı mevcut. Bu bir şekilde üzerinde anlaşılmış ve eğer bu topluluk içerisinde kalmak ve burada daha insanî algılanmak istiyorsanız, orkestrada önde çalmak istiyorsanız, uymanız gereken belli davranış kalıpları var. Fakat Foucauldiyen analizde genellikle değinilmediği üzere, bu davranış kalıplarının meşruiyetinin sağlamlığı oldukça tartışmalı.

Öyle ki bu normlardan bazılarının, örneğin orkestra şefimiz Lydia’ya karşı sergilenecek davranışın çoğu Lydia tarafından dikte edilmiş ve içerideki eşi, diğer mesai arkadaşları ve materyal güç ilişkileri, yani Lydia’yı fonlayan kuruluşlar aracılığıyla Lydia bazı şeylerin üzerine basmış görünüyor. Lydia’nın ders anlatırken bir öğrenciyi fena hâlde bozması, bunun işaretlerinden biri. Orada Lydia’nın istediği davranış kalıplarının da ötesinde, artık tam olarak kavranamayacak bir noktada onun düşünce şekline de itaat edilmesi, o şekilde düşünülmesi. Yani Lydia müziği nasıl hayal etmeleri gerektiğini öğrencilerine ve akademisine bir şekilde anlatıyor, bir hayal etme biçimi sunuyor.

Ancak bu hayal etme biçiminde muğlak, Lydia’nın tamamen anlık hislerine ve kariyerini inşa etme biçimine bağlı müphem noktalar var. Müziği hissetmek muğlakken, Bach’ı özel hayatına göre yargılamamak daha düşünsel bir durum. Yine de ikisini birleştirmek tamamen öznel. Bu güç ilişkisi bize otoriter liderlerin dünyayı hayal etme biçimini insanlara güç ilişkilerini de kullanarak zerk etmek istediğini, ancak bunların meşruiyetinin çok kaygan bir zeminde ve her an yeniden tazelenmek zoruna olduğunu gösteriyor. Yoksa canını sıktığınız ya da felaketine yol açtığını birkaç özne tarafından meşruiyetiniz sorgulanabilir.

Hiper-gerçeklik Analizi

Tár (2022) - IMDb
Kaynak: https://www.imdb.com/title/tt14444726/

Lydia Tár, kendini üçüncü bir kişi gözüyle yeniden inşa ederken müziğini ve mesleğini kullanıyor. Bir efsane olmasına karşın, meşruiyetinin büyük bölümü izleyicinin ve orkestranın ona duyacağı saygıya bağlı. Bu saygıyı yukarıda saydığımız güç ilişkileri ve gösteriyle sağlıyor. Ancak filmin içeriğinde gördüğümüz üzere, aslında gücünün en zirvesindeyken, kendi biyografisini ve insanların hakkında ne düşüneceğini bile kendisi tasarlarken gözlemliyoruz onu. Öyle güçleniyor ki artık istediğiyle yatabilir, kendi cinsel tercihinde olmasa bile! Ahlak kurallarının üzerinde yer alabilir, kendisine ayrıcalıklar sağlanır, o müziğin gerçekten ne olduğunu hisseden ve dediği her şeyi dinlettirmeyi başaran, manipülatif bir personadır artık. Tam da bu zirve anında paranoyaklaşmaya başlar. Sesler duyar, geceleri uykularını düzenleyemez, samimi olarak neyi sevip sevmediğini bilemeyeceği, kendini bir gösteriymişçesine deneyimleyen birine dönüşür. Kızını sevdiğinden kendi de emin değildir, eşini sevmemeye başladığını görürüz.

Yaptığı işin kullanım değeriyle Lydia’nın yarattığı ve izleyicinin de onayladığı bir sembolik değer farkı var. Orkestrayı yönetiyor, ancak tam anlaşılamayacak şekilde müdahalelerde bulunuyor, öğrencilere sert bir şekilde çıkışıyor ve aslında kendisi de inançlardan beslenmesine rağmen, woke kültürü eleştirerek satatükoyu savunuyor. Asla bir feminist değil, o erkeklerin dünyasında onların politikasını onlardan daha iyi icra ediyor. Dolayısıyla, oluşturduğu efsanevi kişilik, müziğin anlamını kavrayan, çok başarılı ve ulvi bir kadın üzerinden şekilleniyor. Bu kişiliğin gerçek olmadığını onun sahne dışındaki hareketlerinden anlıyoruz. İstediği ve istemediği insanları nasıl kullandığından, aslında İtibardan düştüğü ilk anda aslında hiç saygı duymadığı ve ‘robot’ olarak tanımladığı bir başka şef orkestrayı yönetiyor. Onu devirirken ondan daha rezil bir duruma düşüyor. Yarattığı kişiliğin aslında somut olmadığını, bunun bir simülasyon olduğunu orada anlamaya başlıyoruz.

Daha sonra tam film bitti derken Lydia, itibarını ve imajını yeniden kazanmak için bir süre Güneydoğu Asya’ya gidiyor. Orada sefalet içerisinde yeniden eski şevkiyle işine sarılıyor, kendi öykündüğü şeflerin kasetlerini izliyor. Filmin son sahnesinde ise onu muhtemelen bir bilgisayar oyunu müziği konserinde, tamamen kalitesiz bulduğu bir gerçekliği yaşayan çocuklara işini aynı ciddiyetle icra ederken görüyoruz: Kendini inşa etmediği yerlerde hiçbir gerçekliği olmayan, aslında Batı-Beyaz müziğinin içerisinde kendine bir imaj yaratan birisi. Bu imaj, kitlenin ihtiyaç duyduğu narsistik ancak başarılı bir şekilde pastişi kullanan bir yapının üzerinde özgünlük iddia ederek gerçekleşiyor.

Lydia’nın anlattıkları o kadar kompleks, bazı bazı feslefî fakat enstrümantalistleri (kullanılacak olan aletleri, filmin kullanım değeri olarak öne çıkardığı insanları) o kadar komplike cümlelerle baş başa bırakıyor ki, filmin sonunda çalışa çalışa ortaya çıkarttığı müzik orkestrasının bilgisayar oyunu müzikleri olduğunu anladığımızda, Lydia’nın yaptığı şekliyle özgünlüğün değil, post-modern sanatın gereği olan pastişin ön planda olduğunu görüyoruz. Ancak Lydia’nın hocası Andris, kendisini olduğundan daha büyük hâle getirmediği bir şekilde, işinin kullanım değerinin olduğu yerlerini iyi icra ederek meslek hayatını tamamlayan birisi. Andris ve eski öğrencisi Lydia arasındaki fark, enstrümantalistler ile Lydia arasındaki farkın bir benzeri: Kullanım değeri olan bir müzik, notaları ve vuruşlarıyla mukim iken sembolik değeri olan orkestra şefinin tüm odağı müzikten alıp kendisine çevirmesi, abartılı hareketleri ve bu hareketlere Lydia’nın Tár on Tár (Tár üzerine Tár) kitabındaki gibi üst bir sembolik değer inşa etmesi, Lydia’nın oluşturduğu kişiliğin inşa edilmişliğini gösteriyor.

Her ne kadar Cate Blanchett’in yüz hatları ve tarzıyla ‘katı’ bir kişilik oluşturduğunu gösterse de tüm otoriterler gibi Lydia’nın da aslında gücünün en yüksek olduğu anda en zayıf olduğunu gösteriyor: Tek bir Tweet zinciriyle kendi inşa ettiği kişiliğin yok oluşu, bu ‘katı’ görünümün aslında ne kadar ‘akışkan’ olduğunu, elinizi uzattığınızda yıkabileceğiniz bir duvar ördüğünü gösteriyor. Bu açıdan bakılınca narsistik kişlik özelliklerine, gücün doğasına, gücün inşa edilmesine, gösteri toplumuna ve son olarak da güç ilişkilerine değinen film, kişinin kendini nasıl simüle edebildiğini gösteriyor. Bu simüle edilmişliği dünya siyasetindeki liderler üzerine düşünürsek acaba nasıl bir sonuca varırız, düşünmek çok da zor olmasa gerek:

  • Bir müzisyen olarak Lydia- Enstrümentalist, modern özne
  • Bir şef olarak Lydia- Kendinden öncekilerin taklidi-Temsil
  • Büyük bir şef olara Lydia- Kendi kitabını ve biyografisini inşa eden, insanların onu nasıl görebileceğini tayin ederek kendinin bir kopyasını yaratıyor. Temsilin kopyası, yeniden üretilmiş hâli.
  • İtibarı yıkılan ancak çalışmaya aynı ciddiyetle devam eden Lydia- Kopyanın kopyası, simulakrum (Baudrillard, 1994).

Kaynakça

Baudrillard, J. (1994). Simulacra and simulation. University of Michigan press.

Deacon, R. (2002). An analytics of power relations: Foucault on the history of discipline. History of the human sciences15(1), 89-117.

Foucault, M., “The Subject and Power”, In: Critical Inquiry, Vol. 8, No. 4, pp. 777-795, The University of Chicago Press, Chicago: 1982 (1982).

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.

Yusuf Atılgan’ın Evreninde 5 Farklı Tema

Yusuf Atılgan’ın metinlerinde yalnızlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik, bastırılmış arzular ve bitmeyen bir arayış birbirine karışır.