Yaz Yağmuru isimli hikayeyi daha iyi anlamlandırabilmek için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hayatı ve edebi kişiliğine kısaca bir göz atalım.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk edebiyatında; romancılığı, deneme yazarlığı, şairliği, hikâyeciliği, edebiyat tarihçiliği ile bilinen bir yazarımızdır. Tanpınar bir fikir adamı ve siyasetçi olmasının yanı sıra resim, musiki, mimarî ve diğer sahalarla da yakından ilgilidir, farklı alanlara olan bu ilgisi, sanatını şekillendirmiştir. Türk yazınında güçlü kalemiyle önemli bir yere sahip olan Tanpınar’ın yaşamı hakkında detaylı bilgilere Zamana Dokunan Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar Ve Eserleri başlıklı içerikten erişebilirsiniz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hikâye ve romanlarının, özellikle de “Huzur” isimli romanının, otobiyografik özellikler taşıdığı ve yazarın daha çok kendi yaşantısını, duygularını ve sorunlarını anlattığı bilinmektedir. Kurmaca eserlerinde, Berna Moran’ın ifadeleriyle, “hem dünyaya estetik bir tutumla bakmanın ne demek olduğunu, gerçeklerden kopmuş, rüyayı andıran bu duygusal yaklaşımın nasıl yoğun ve değerli bir yaşantı kazandırdığını okura duyurabilmek hem de bu tutumun, insanın topluma olan sorumluluğu ile çatışarak nasıl bir bunalıma yol açtığını” göstermeyi amaçlar. Tanpınar sağlığında farklı hikâyelerden oluşan Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943) ve Yaz Yağmuru (1955) adlı iki hikâye kitabı yayımlamıştır. Yazarın bunların dışında çeşitli dergilerde yayımlanan hikâyeleri de mevcuttur.
Hikâyelerinde toplumdan ayrı düşen kahramanların ve onların gerçekle hayal arasındaki devinimlerinin, alışılmışın dışında bir kurguyla vermesi; hikâyelerin özgünlüğünü öne çıkarmaktadır. Tanpınar, eserlerinde insan doğasını, bireyin bilincini analiz etmenin bir yolu olarak bilinç akışı tekniğini de kullanmıştır. Karakterin ve/veya karakterlerin zihnine odaklanan bu teknik Tanpınar’ın yazınında kendini mantıksal bir düzen olmaksızın, bir konudan diğerine veya bir bilinçten başkasına geçilerek okuyucuya çok boyutlu, zengin, çok renkli, sorgulayan, sorgulatan, zihinleri sürekli uyanık tutan bir dünya gösterir. Kimisi uzun, kimisi kısa olan hikâyelerinin hepsi “şiirlerinin, romanlarının, edebiyat tarihinin, denemelerinin, eleştirilerinin, incelemelerinin, hatta mektuplarının izleğinde gelişir ve bütün yazdıklarının sorunsal bağlamlarını paylaşır.” Hikâyelerinde, çift zamanlılıklar, alt ve üst benlikler, korkular, ikilemler, psikolojik derinlikler, düşünsel, felsefi çözümlemeler yer alır. Karakterlerinin çoğu içlerinde taşıdıkları dünyaya denk bir dış dünya ararlar.
Yazarın Yaz Yağmuru isimli eseri ilk olarak 1955’te Yeni İstanbul gazetesinde tefrika olarak yayımlanmıştır. Konusu ve karakterleri yönüyle Emirgan’da Akşam Saati hikâyesine benzemektedir. Hikayenin ana karakteri Sabri’nin eşi Hacce Seher ve çocukları memlekete ziyarete giderler. Bir süredir hayalini kurduğu 17.yüzyıla ait bir romanı yazmakta olan ana karakter, arada bir uğrayıp ev işlerini yapan hizmetçileri Ayşe Hanım’ın dışında evde çoğu zaman yalnızdır. 1944 senesinin yazında Sabri, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdan korunmak için evinin bahçesine, kurumuş palmiye ağaçlarının altına sığınmış bir kadın görür ve onu evine davet eder. Kadının eve gelmesi ve hem kadının hem de Sabri’nin hatırlamalarıyla hikaye açılır. Kadın bir süre kaldığı evde Sabri’ye kendi çocukluğunu ve Sabri’nin şimdiki evinin yerinde bulunan eski konaklarının nasıl yandığını anlatır, günün ilerleyen vakitlerinde birlikte İstanbul’a giderler ve günün sonunda ayrılırlar. İkinci ve son görüşmeleri karakterin umutla beklediği ziyaretle gerçekleşir, yaz yağmuru adını verdiği bu kadınla birlikte sabahın erken saatlerinden gecenin son vapuruna dek vakit geçirirler. (Genç kadının adının Fatma olduğunu öykünün ortalarında dolaylı yoldan öğreniriz.) Günün sonunda ise kadın, geri dönmemek üzere Sabri’nin hayatından çekilerek kendi hayatına geri döner. Sabri ise kendi iç hesaplaşmalarına ve çalışmalarına çekilir. Tanpınar’ın hikâyeleri genelde bu şekilde biter. Bir rüyadan uyanır gibi kahraman kendisini birdenbire bir başka dünyanın içinde bir başka şey düşünürken bulur sanki hepsi yaşadıkları âna, o zaman geri dönüyor gibidirler.
Yaz Yağmuru esas itibariyle bir hatırlama hikâyesi gibidir. Hikayede genç kadın (Fatma) ilk olarak bahçedeki sarmaşığın kendisine evlerinin yanmasını hatırlatmasından bahseder. Eve girip konuşmaya başladıklarında ise tüm bahçenin ona çocukluğunu hatırlattığını söyleyecektir. Neden burada kaldığını anlatırken de geçmişlerini hatırlayan insanlarla birlikte olduğundan söz eder: “Çok acayip bir gece geçirdik. Dünyanın belki en iyi kalpli insanları. Ama ne yaparsın ki hepsi dertli. Kendi dertleri değil! Başkalarının derdi. Etraflarındaki hiçbir şeyi unutmuyorlar. İşinden haksız yere çıkarılan vatman, tamir edilmediği için yıkılan ev, çocuğuna iyi bakmadığı için ölümüne sebep olan komşu kadın, ayna taşı çalınan eski çeşme… Hepsini biliyorlar. Hepsini hatırlıyorlar ve birbirlerine hatırlatıyorlar. Biri öbürünü tamamlıyor, tamamlarken bir başkasını hatırlıyor… Tam gayri memnun denen şeyin kendisi. Faciadan başka şeyden hoşlanmıyorlar. Öyle ki, kendi hayatları yok artık.”
Fatma’nın evlerine misafirliğe gittiği insanlar için söylediği bu sözlerde “kendi hayatları yok” ifadesi dikkate değerdir. Hikâyenin ilerleyen kısımlarında kendisi için de aynı durumun söz konusu olduğu görülecektir. Onun da kendi hayatı yoktur, onun için hâtıralarla yaşamak ve kendisinde yaşatılan bir teyzenin hikâyesi ve bu hikâyenin kahramanı olmak söz konusudur. Nitekim konuşmanın ilerisinde evlerinden şu şekilde bahsetmektedir: “ Doğrusunu isterseniz bunlar bana büsbütün yabancı da gelmedi. Bizim ev de eskiden böyle idi. Biz de takvim dışı yaşardık. Her şey bizim için müsavi idi. Fakat başka türlü… Daha doğrusu şikâyetimiz yoktu. Sadece hatırlardık. Büyükannem, dedem, babam, kalfalar hepsi hatırlardı. Bir de bakardınız ki bütün Boğaziçi odanın içine doluverirdi.” Sabri’nin “Siz de hatırlar mıydınız?” sorusuna genç kadın: “ (…) Sade dinlerdim. Bütün anlattıkları bende külçelenirdi.” diye yanıt verir.
Ana karakter Sabri’nin uzun süredir üzerinden çalıştığı tarihi romanı bitirdiğini göremeyiz, oysa hikayenin sonunda Fatma’nın ağzından konak artığı diye acımasız bir benzetmeyle anılagelen insanların yaşamından bir kesit, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki zorlu toplumsal koşullar ve kaçınılmaz dönüşüm sonucunda örselenmiş dünyalardan bir kesite tanık oluruz. Sabri; iğretiliğini, olmamışlığını, ruhsal yalnızlığını bir süreliğine de olsa “doyurmuş” gibidir. Romanın ne zaman biteceği sorusu artık önemini kaybetmiştir. Son sayfada Fatma, “kendi zamanı ve kendi ışıkları içinde gelen” vapura binip ‘geri dönmemek üzere’ uzaklaşırken Sabri romanı bir kenara bırakıp eşini ve iki çocuğunu almak için Antalya’ya gitme kararı alır. Hikaye “Hayatına bütün müdahalesi kendi kendisini göz hapsine almaktan ileriye gitmiyordu” diye biter. O hâlde ilk sahneden başlayarak (…) olup bitenler gerçek olmayabilir. Birlikte Debussy dinleyip kendinden geçtiği genç kız ‘gerçekse’ bile, tıpkı ilk sahnede yetkinlikle verildiği gibi varlığıyla değil, daha ziyade imgesiyle iz bırakacaktır.” (Ayhan, Ö. 2019)
Yaz Yağmuru’nda Kadın
Tanpınar’ın hikayelerinde kadınlar; yaşantıları, dünya görüşleri, entelektüel birikime sahip olmaları yönüyle erkek kahramanın duygu ve düşünce dünyasında önemli rol oynarlar. Aynı zamanda hikayelerin işleyişinde ve hikayelerin erkek kahramanlarının hayatı okuma, anlama, adlandırma ve böylece kimliklerinin oluşum sürecinde önemli bir yere sahiptirler. Nurdan Gürbilek, Tanpınar’ın eserlerinde kadını, geçmiş ve bugün arasında köprü olan, bütünlüğü sağlayan simge olarak açıklar. Kadın; geçmişteki var olan değerleri günümüze aktaran, bireyi bilinçlendiren bilinçlenmesinde önemli rol oynayandır. “Tanpınar’ın romanlarında kadınlar, geri dönülmek istenen bir geçmişin, sürekliliği kurulmak istenen bir kültürün ya da ulaşılmaya çalışılan bir bütünlüğün, hemen her zaman kendilerini aşan bir hakikatin simgeleri olarak çıkar karşımıza. Sevilen kadın, geçmişi açacak bir anahtardır; geçmiş, sevilen kadının çehresinde kendini gösterir. Bütün bunlar geçmiş, kültür, aşk, hepsi iç içe yaşanan, organik bir bütünlük oluşturan, birbirinden ayrılamayacak yaşantılar, birbirini yansıtan aynalar, yitirilmiş imgesel birliğin ifadeleridir. Her biri ancak bir diğeri mümkünse gerçekleşir.” (Gürbilek, N. 2016)
Hikayenin kadın karakterlerinden Fatma’ya dair değinilecek temel noktalardan biri daha önce söz edildiği gibi “kendi hayatının olmaması”dır. Fatma, geçmişten gelmiş, donuklaşan bir nesne gibidir; bu dünyadaki eksikliğini, geçmişteki teyzesinin varlığını kendi benliğinde hissederek tamamlar. Ölen teyzesinin kıyafetleri dadısı tarafından daha çok küçük yaşlarda genç kadına giydirilmekte, dahası ondan teyzesi gibi davranması istenmektedir. “Bir kadının geçmiş zamanlarda kalması Tanpınar’ın eserlerinde sadece birinin kıyafetlerinin diğerine doğrudan giydirilmesiyle olmaz. Bu durum daha sonraki eserlerinde yaşadıkları zamandan başka bir zamanda kadın kahramanlar yaratmasıyla devam edecektir. Fakat bu kadın kahramanlar artık üzerlerine “Geçmiş Zaman Elbiseleri” giymeyecekler, hâllerinde, tavırlarında, konuşmalarında, duruşlarında, hatırlattıklarında, hissettiklerinde bu geçmiş zamanı yaşayacak ve yaşatacaklardır. Nuran (Huzur), Sabiha (Sahnenin Dışındakiler), Leyla (Aydaki Kadın)… Hep böyle, eski zamanlarda yaşayan kadınlardır.” (Şahin, Ş. 2005)
Evlilik Kurumunun Eleştirilmesi
Anlatıcı evlilik kurumunu Fatma, Sabri ve Hacce Seher üzerinden eleştirerek manevi değerlerin içinin boşaltılmasına ve toplumun giderek yozlaşmasına, ruhsal parçalanmışlığın sürekli bir arayış içinde olmasına, kendini bir yere veya topluma ait olamamanın değersizliğini hatırlatmalar bağlamında eleştirir. Bireylerdeki bu değer yitiminin, bireyi boşluğa sürüklediğini, yine kendisi gibi olanı seçtiğini, ortak yönlerin bireyleri bir araya getirdiğini Sabri ve Fatma’nın bir arada oluşuyla açıklar. Bu iki karakteri bir araya getiren ruhsal parçalanmışlık, bozukluk, bir yere ait hissedememe durumları ikisinin ortak yönleri olduğunu konuşmalar üzerinden açıklar. İkisi de uzun süre bir ilişki yaşayamaz, evlidirler ve evliliklerine “ihanet” ederler.
Evliliğin bir belgede kaldığı, başka yerlerde ve başka kişilerde mutluluk arama eleştirilir. Sabri evli ve iki çocuk babasıdır fakat evliliğine dair sorumluluklarından biri hikayede geçmez, ne bir baba olarak ne de bir eş olarak bilince ve sorumluğa sahip değildir. “Evliyim ama kocama karşı mesul değilim.” diyen Fatma da evliliğine karşı sorumlu olmadığını gösterir. Ancak Fatma, yalnızca evliliğine değil hiçbir şeye bağlı değildir. Fatma’nın böyle olması Sabri’ye de bağlanmayacağın gösterir ve Sabri bundan endişe duyar.
Hacce Seher, her ne kadar Sabri ile bir evlilik gerçekleştirmiş gibi görünse de eski nişanlısından gelen aynayı saklaması, bu konuda tartışma kabul etmemesi hâlâ nişanlısıyla arasındaki bağın kopmadığını gösterir. Bu ayna da hikâyenin kurgusuyla paralellik gösterir. Çünkü insanlar bulundukları zamandan sürekli geçmişi hatırlamakta, şimdiden geçmişe ve geleceğe taşınmaktadırlar. Bu da onları tıpkı aynanın dışına açılıyormuş gibi “takvim dışı” bir yaşama sürüklemektedir. Sabri ve Hacce Seher’in birbirlerine tam olarak bağlanamamaları ikisinin de hayatı hep dışarıda arayacaklarına işarettir.
Hikâyenin sonunda karakterlerin hiçbirinde bir değişim meydana gelmez. Sabri başlangıçtaki ruhsal parçalanmışlığını, bütünlükten yoksunluğunu, kararsızlığını ve eylemsizliğini hikâyenin sonunda da sürdürmektedir. Fatma, Sabri’nin hayatından çekilerek yine kendi hayatına “aile saadetini müdafaaya” dönerken, Sabri de bir süre ne yapacağına dair bir tereddüt geçirerek nihayetinde bir tercihten yoksun bir şekilde olduğu gibi kalıverir: “Hakikaten hiç iradesi yoktu. Hayatına bütün müdahalesi kendi kendisini göz hapsine almaktan ileriye gitmiyordu.” Sabri, eşi ile karşılaştığı gizemli kadın ve sosyal normlar ile vicdanı/kalbi arasında kalmış ve bu yüzden de ıstırap çeken bir karakterdir. Karakter yeni şeyler yaşamaya karşı bir istek bulundursa da tercih yapma noktasında yetersiz kalmıştır. Bu nedenle de “onun kendisini gerçekleştirme süreci yarım kalmaktadır.” Tanpınar bu hikâyede kahraman olmayan bir kahraman yaratmakta ve onu psikolojik olarak çözümleyerek “başarısızlığını” vurgulamaktadır.
Kaynakça
- Yalçın M. (2017) “Henry James ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın uzun hikayelerinde anlatıbilimsel bir unsur olarak yüzleşme” Yayımlanmış Yüksek Lisans tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun.
- Aslan, H. (2020) “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay’ın hikayelerinde hatırlama biçimleri ” Yayımlanmış Yüksek Lisans tezi, Balıkesir Üniversitesi, Balıkesir.
- Şahin, S. (2005) “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Hikaye ve Romanlarında Oyun” Yayımlanmış Doktora tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul.
- Ayhan, Ö. (2019) “Tanpınar’ın Yaz Yağmuru” Türk Dili Dergisi Cilt: CXVII Sayı: 812
Fotoğraflar: tanpinarmerkezi.com