İnsan doğasına temas ederek onun deneyimlerinden oluşan özden yaratıcı ve etkileyici anlatılar yaratan Antik Yunan mitolojisi, davranışlar şekilleri hakkında farklı çıkarımlar yapmamıza olanak sağlar. İnsanın duygusal, düşünsel ve davranışsal derinliklerine ayna tutan mitler; doğaüstü karakterler ve insan etkileşimleri, karakterlerin içsel yolculukları ve doğa gizemlerinden temellenen çeşitli olay ve durumlardan oluşur. İnsanın bazı içgüdülerini anlamamız açısından değerli olan mitlerden biri de Ovidius‘un Dönüşümler (Metamorphoses) adlı eserinde geçer ve Kıbrıslı heykeltıraş Pygmalion ile Pygmalion’un yaptığı fildişi heykelin çevresinde gelişir.
Duygusal karmaşıklığı ve yaratıcılığın gücünü sergileyen Pygmalion miti, içerdiği temalar bakımından evrensel nitelik taşır. Psikolojik açıdan incelendiğinde farklı analizler yapma imkânı sunan mit (psikomitoloji disiplininin temeli bu imkânda yatar), ayrıca çeşitli sanat eserlerine ilham kaynağı olmuş ve mermerlerde, fırça darbelerinde, çoğu kez kalemlerin ucunda ve hatta sinema perdesinde defalarca kez dile gelmiştir. Bu özellikleriyle Pygmalion miti, zengin ve önemli bir kaynak olarak değerlendirilebilir.
Pygmalion, Fildişi Heykele Âşık Oluyor
Pygmalion ve Galatea miti hakkında Ovidius’un Dönüşümler‘i dışında bir belgeye sahip değiliz; dolayısıyla mitin en bilindik versiyonu Ovidius’un metnine ait. Clementli Alexandria ve Arnobius adındaki kilise babalarının iddalarına göre ise mitin kaynağı şair Philostephanus. Kilise babalarının bu anlatıyı kullanma nedenleri şüphesiz; tanrılara tapmanın insanları ne denli yozlaştırdığını, tanrıların insan ruhlarını baştan çıkardıklarını ve bunların sapkınlık olduğunu göstermektir.
Mitin Ovidius Versiyonu

Heykel yapımında eşsiz bir yeteneği olan Pygmalion; Afrodit’in güzelliğini kabul etmedikleri için Afrodit tarafından eskorta dönüştürülen Propoetidler ile karşılaşır ve bu kadınların bedenlerini satmasından iğrenerek kadınlardan nefret etmeye başlar. Pygmalion, hiç evlenmemeye ant içer ve hayatı boyunca sanatıyla yetinmek üzere inzivaya çekilir.
Günün birinde, insanlara kusursuz bir kadının nasıl olacağını göstermek için mi yoksa tamamen içgüdüsel olarak mı bilinmez, kadın bedenini tasvir eden bir heykel yapmaya kalktı. Fildişini coşku içinde yontarak ortaya çıkardığı bu eser o kadar hayranlık vericiydi ki etkisinden çıkamadı.
Yüzü, gerçek bir genç kız yüzüydü, yaşadığını ve eğer saygısı engel olmasa hareket etmek istediğini sandığın:
O derece gizlenir sanat, sanatla.
(Ovidius, 273)
Pygmalion’un karşısında duran, bir heykelden fazlasıydı sanki: Ürkütücü derecede gerçek görünüyordu. Fildişi heykelin etkisinden çıkamayan heykeltıraş; tüm uzuvlarını ezberleyene kadar ellerini üzerinde gezdirdi, üzerine öpücükler bıraktı ve kendini anlattı ona.
Âşık, âşık olduğuna nasıl yaklaşır, ona nasıl davranırsa Pygmalion da eserine öyle yaklaşıyordu: Ona elbiseler alıyor, boynuna takılar bırakıyor ve yanına rengarenk çiçekler getiriyordu. Bir süre sonra bu durum daha da ilerledi ve Pygmalion, Galatea ismini verdiği heykeli yatağına, yanına yatırmaya başladı. Galatea, eşsiz güzelliğe sahip bir kadın gibi geliyordu Pygmalion’un gözüne; her dokunuşu hissedebilirmiş gibiydi.
Afrodit‘in (Roma mitolojisinde Venüs) Cyprus’un (Kıbrıs) her köşesinde kutlanan festival günü geldi; insanlar tütsü dumanları arasında Tanrıça’ya adaklar adıyor, hediyeler sunuyor, sunakta onun karşısına çıkıyorlardı. Pygmalion da Afrodit’in karşısına çıkanlar arasındaydı ve Tanrıça’dan tek isteği vardı: Fildişi heykelinin hayat bulması.
Sunu sunup, sunağa doğru durduğunda ve ürkekçe ‘Ey tanrılar, eğer her şeyi bahşedebilirseniz, dilerim, karım olsun…’ cesaret edemeden ‘fildişi sevgilim’ demeye Pygmalion, ‘fildişine benzer’ dediğinde.
Anladı Venus, o dileğin ne anlama geldiğini, kendi festivalinde bizzat bulunduğu için.
(Ovidius, 274)
Pygmalion evine döndü; yatağında yatan Galatea’ya arzuyla yaklaşarak yoğurt beyazı yüzeyine öpücükler kondurdu. Dudaklarında hissettiği sıcaklıkla Galatea’ya daha da yaklaştı, ellerini üzerinde gezdirdi. Ellerinin değdiği yerler yumuşamaya başladı, Galatea hayat buluyordu. Gördüklerinin bir yanılsama olmasından korkan Pygmalion, kırılgan bir mutlulukla defalarca kez dokundu Galatea’ya; bir süre sonra nabzının attığını fark etti. Ovidius’un metni burada son buluyor. Devamıyla ilgili ise Galatea ve Pygmalion’un evlenerek Paphos adında bir çocukları olduğu söyleniyor.
Mitin Clementli Alexandria ve Arnobius Versiyonları

Clementli Alexandria‘nın anlatımıyla; Pygmalion, tanrıça Afrodit’in bedeninin tasviri olan fildişi heykele âşık olur ve onunla birleşir. Kilise babası buna benzer bir olayın Knidos’ta da görüldüğünü söyler: Yine Afrodit’in heykelini yapan heykeltıraş Praksiteles bu heykele âşık olur.
Pek farklı olmamakla birlikte mitin Arnobius versiyonu biraz daha detaylı: Kıbrıs Kralı Pygmalion, adada insanlar tarafından tapılan bir Afrodit heykeline tutulur; Kral’ın aklı, ruhu ve muhakeme gücü kararır. Pygmalion heykelin büyüsüne o kadar kapılır ki onun eşiymiş gibi davranarak şehvetin etkisinin yol açtığı davranışlarda bulunur.
Pygmalion Miti Üzerinden Psikoloji

Ovidius’un Pygmalion’u kral veya sıradan bir adam yerine bir heykeltıraş olarak anlatmasının büyük ve önemli bir değişikliktir.
Pygmalion kendi yarattığı esere âşık olan bir heykeltıraştır ve bu eser sıradan bir eser olmaktan çok uzaktadır: Galatea, ideal güzelliğin temsili olan bir kadın tasviridir. Anlatı bu noktada başka bir boyut kazanır; kilit nokta heykel ve adam arasındaki yakınlaşma değildir artık, arzulanan ideal kadın görüntüsüdür.
Freud’un Narsisizm Teorisiyle Bağlantılı Olarak Mükemmel Varlık Arayışı ve İdealize Etme

Sigmund Freud‘a göre klinik çerçevede tanımlanan narsisizm; kişinin kendi bedenine, cinsel nesnenin bedenine yaklaşılıp davranıldığı gibi yaklaşıp davranmasıdır ve kavram, insanın kendini yansıtma ihtiyacı üzerine gösterdiği eğilimleri yansıtır (Freud, 1914-16). Pygmalion’a bu tanımdan yola çıkarak baktığımızda kendini yansıtma ihtiyacını fark ederiz. Kadınlardan iğrenerek inzivaya çekilen heykeltıraş, ideallerini yansıtan bir varlık yaratma ihtiyacıyla Galatea’yı ortaya koyar. Galatea, onun iç dünyasında idealize ettiklerinin somut hâlidir ve benliğini yansıtır. Dolayısıyla Pygmalion’un Galatea’ya olan aşkını, kendi benliğine yansıttığı bir ilgi şeklinde okuyabiliriz.
Freud’a göre mükemmel varlık arayışı yani idealize etme güdüsü de narsisistik eğilimler arasında önemli bir yere sahiptir. Heykeli yaparken büyük bir tutkuyla hareket etmesi, ortaya çıkan esere yine aynı tutkuyla bağlanması; idealize etme güdüsünün yol açtığı davranışsal derinliklerdir.
Galatea, insan kadınlardan daha güzeldir ancak onlarla karşılaştırıldığında mükemmel olmaktan uzaktır çünkü yalnızca fildişinden yontulmuş bir heykeldir. Galatea’nın ideal güzelliği temsil etmesine rağmen mükemmellikten uzak olması, Pygmalion’un iç dünyasında var olan ideal kavramıyla gerçeklik arasında kalmasıyla ortaya çıkan çelişkili dinamiğin temsilidir.
Pygmalionism
Bir fetişizm olgusu olarak karşımıza çıkan pygmalionism; insan vücudunun tasviri olan bir heykele, kuklaya veya herhangi farklı bir temsile duyulan cinsel çekimi ifade eder. Aynı zamanda kişinin kendi yarattığı esere âşık olması anlamını da taşır ve ismini Pygmalion’un Galatea’ya duyduğu aşktan almıştır.
Pygmalion Etkisi (Kendini Gerçekleştiren Kehanet)

Neye inanırsan hayatına onu çekersin, iyi düşün iyi olsun, ne ekersen onu biçersin, akla gelen başa gelir gibi söylemlerle hayatımıza belki de farkında olmadan entegre ettiğimiz bir kavram var: Kendini gerçekleşen kehanet, bir diğer adıyla Pygmalion etkisi. Bilimsel anlamda ilk kez 19. yüzyılda dile getirilen kavram, Albert Moll‘un klinik araştırmaları sonucunda kehanetlerin kendini gerçekleştirmeye neden olacağı şeklinde açıklanmıştır (Balcı, 503).
Kendini gerçekleştiren kehanet temel anlamda bir düşünce veya inancın zaman içerisinde gerçekleşmesi anlamını taşır; üç farklı yansıması olan bu kavramın üç yansıması da ismini mitolojik figürlerden alır ve bunlardan Pygmalion etkisi, pozitif beklentilerin pozitif sonuçlar doğurmasını ifade eder (Balcı, 506).
Stumpt ve Pfungst’ın “Akıllı Hans” Araştırması (1911)
Kavramın Stumpt ve Pfungst‘ın ilgisini çekmesiyle birlikte ikili Hans adındaki at üzerinde araştırma yapar. Akıllı lakabı verilen bu at, temel matematik işlemlerini yapabilir ve soruları toynaklarını vurma hareketiyle cevaplar.
İki psikolog durumu; atın (özne), kendi gözlemleyenlerin ona gönderdiği beklenti ve önyargı sinyallerine maruz kalıp yanıt vererek gözlemciyi haklı çıkarmasından ileri geldiği şeklinde açıklar (Hock, 94).
Robert Merton’ın Sosyal Kesit Örneği (1948)

Robert Merton, kavramı sosyal hayattan aldığı kesitle açıklamış ve bu açıklamayı Thomas Teoremi’ne dayandırmıştır: İnsanlar bir durumu gerçek olarak tanımlarsa bu durumların sonuçları da gerçek olacaktır (Balcı, 503).
O dönemin Amerika’sında siyahiler beyazlara kıyasla çok daha düşük kaliteli hayat koşullarına sahipti ve çok düşük, bir o kadar da komik ücretle çalıştırılırlardı. Sosyolog Merton, sosyal hayatı paylaşan insanlar arasındaki bu ikiliği uzun süre gözlemler ve siyahilerin, üzerlerine yapıştırılan etiketi zaman içinde kabul ettiklerini görür. Kehanet (beyazların önyargısı), kendini gerçekleştirmiştir.
Rosenthal ve Jacobson’ın “Sınıfta Pygmalion Etkisi” Çalışması (1968)
Pygmalion etkisinin eğitim ortamında nasıl bir etki oluşturduğunu görmek isteyen Rosenthal ve Jacobson 1968’de bir devlet okulunda gözlemde bulunmuş ve “İnsanlar kendilerinden bekleneni yaparlar” tezini test etmişlerdir. Okulla iş birliği yapan iki araştırmacı öğrenciler üzerinde, okul bilgilerine dayanmayan bir genel yetenek testi uyguladılar ancak öğretmenlere bir zekâ testi uygulandığını ve bu testin sonuçlarına göre bazı öğrencilerin diğerlerine daha büyük akademik atılımlar yapabileceğini söylediler.
Bir yıl sonunda aynı testi tekrar uygulayan araştırmacılar, öğretmenlere gelecek vaat ettiği söylenen öğrencilerin sonuçlarının daha yüksek olduğunu gördüler. Öğretmenlerinin yüksek beklenti geliştirdiği öğrenciler yıl boyunca eğitimlerine daha fazla dikkat vermiş ve aldıkları destekle birlikte pozitif yönde gelişim göstermişlerdir.
Pygmalion Miti’nin Sanata Yansıması
II. Pygmalion Serisi, Edward-Burne Jones (1875–78)
Edward-Burne Jones tarafından romantik ve neoklasik tarzlarda yorumlanan mit, duygusal bir temanın ışığında modern yaklaşımlı bir seri hâlinde resmedilmiştir. Serideki figürler; detaylı duygusal ifadelere sahiptir ve kullanılan renk paletinin yumuşak tonları, anlatının duygusal havasını ön plana çıkarır.
Jones’un ikinci tablo serisi olan Pygmalion Serisi; The Heart Desires, The Hand Refrains, The Godhead Fires ve The Soul Attains olmak üzere dört ayrı tablodan oluşuyor ve anlatının başarılı, aynı zamanda etkileyici yorumlarından biri olarak sanat eserleri arasındaki yerini alıyor.
I. The Heart Desires (Kalp Arzular)

Serinin ilk tablosunun merkezinde Pygmalion’u dalgın bir şekilde görüyoruz; bu sahne, heykeltıraşın Propoetidlerin yaşam tarzını görüp kadınlardan iğrenerek inzivaya çekilmesini ve yalnız geçireceği hayat üzerine düşünmesini anlatıyor.
Pygmalion’un arkasında yer alan üç kadın heykel ve kapı eşiğinden merakla ona bakan iki kadın, çekingen tavırla resmedilmiş. Pygmalion, heykelleri ve kadınları görmezden gelerek zihnindeki ideal kadını tasarlıyor.
II. The Hand Refrains (El Kaçınır)

İkinci tabloda ise Pygmalion’un zihnindeki ideal kadın figürü, fildişi heykelde ortaya çıkıyor. Kendi yarattığı esere hayranlıkla bakan Pygmalion ondan o kadar etkileniyor ki heykele dokunmaya korkarcasına geride duruyor.
İlk tablodan daha yumuşak olan tonlar, Pygmalion’un aşkını gözler önüne seren bir simge niteliği taşıyor. Yine ilk tabloda gördüğümüz üç kadın heykelden farklı olarak buradaki heykel, Galatea, eğri duruyor ve elinde bir kumaş taşıyor çünkü çıplaklığından utanıyor ve vücudunu gizleme eğilimi gösteriyor.
Pygmalion’un etraftaki çıplak kadınlardan iğrenmesine rağmen Galatea’yı çıplak tasvir etmesi, dikkat çeken detaylardan biri. Heykelin hemen altına dağılmış küçük taşlar, tokmak ve kılları belli belirsiz görünen fırça ise Pygmalion’un fildişini yontarken verdiği çabanın bir sembolü.
III. The Godhead Fires (Tanrı Canlandırır)

Anlatının Ovidius versiyonunda Pygmalion, Galatea’nın hayat bulması için Afrodit’e yalvarmıştı. Serinin III. tablosunda, Afrodit bu dileği yerine getirmek için heykeltıraşın çalışma odasına geliyor ve Galatea ile karşılıklı sergileniyor. Afrodit’in gözlerinden okunan soğuk, belki de küçümseyici bakışlar; serinin ilk tablosundaki kadınların bakışlarının bir taklidi.
Afrodit’in ayakları altındaki su, yine ayakları çevresindeki beyaz kuşlar ve pembe güller; onun doğuşunun bir simgesi olarak yorumlanıyor. Tanrıça parmaklarının ucundaki güçle Galatea’nın taş bedenine ruh veriyor ve onun tenini renklendiriyor; bu sahnede Galatea’nın hareketlendiğine şahit oluyoruz.
IV. The Soul Attains (Ruh Ulaşır)

Serinin son tablosunda, festival ardından eve dönen Pygmalion’un Galatea’yı canlanmış şekilde bulduğu sahne resmedilmiş. Bunun bir yanılsama olmasından tedirgin olan heykeltıraş, adeta nutku tutulmuş bir şekilde Galatea’nın ayaklarına kapanıyor ve ellerini onun elleriyle buluşturuyor.
Kaynakça
Balcı, Oktay. Kendini Gerçekleştiren Kehanet Kavramını Anlamak. Sosyal Bilimler Dergisi. 2018: 500-510.
Erhat, Azra. Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1996.
Freud, Sigmund. On Narcissism: An Introduction. The Standard Edition of the Compete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV: On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works. 1914-1916: 67-102.
Hock, R.R (2009). Forty Studies That Changed Psychology: Explorations Into The History of Psychological Research. Pearson PrenticeHall. 2009: 92-100.
Rosati, Gianpiero. Narcissus and Pygmalion: Illusion and Spectacle in Ovid’s Metamorphoses. Oxford University Press, 2021.
“Pygmalion“. Oxford Reference. Erişim Tarihi: 01.05.2024
Ovidius. Dönüşümler IX-V. HiperKitap (eBook Collection), 2020. Erişim Tarihi: 01.05.2024
Öne Çıkan Görsel: Pygmalion and Galatea, 1797, Louis Gauffier, Wikimedia. (Tablo, yapay zeka yardımıyla genişletildi.)