Tabloların Beyaz Perdeye Yansımaları

spot_img
Filmlerde bazen bir sahneyi daha önce görmüş veyahut yaşamış gibi hissederiz. Bu yaşanmışlık hissi zihnimizin bize bir oyunu mudur? İtalyan film teorisyeni Ricciotto Canudo, sinemayı “hareket halindeki plastik sanat” olarak gördü ve sinemaya “Altıncı Sanat” etiketini verdi. Daha sonra bu sanat anlayışı Fransızca ve İspanyolca olarak hâlâ geçerli olan “Yedinci Sanat” olarak değiştirildi ve 1911 yılında buna bir açıklık getirerek sinemayı “Yedinci Sanat” olarak tanımladı. Canudo bunun etkisiyle daha sonra dansı altıncı sıraya, müzik ve şiir içeren üçüncü bir ritmik sanat, öncü olarak ekledi ve sinemayı yedinci sanat haline getirdi. Peki neydi bu Yedinci Sanat olayı? Tanım olarak Yedinci Sanat’ı, güzel sanatların geleneksel altı dalına (resim, heykel, mimari, dans, şiir ve müzik) sonradan eklenen “sinema sanatı” olayını anlatan bir tanım olarak kullanabiliriz. Dolayısıyla sinemanın doğuşundan itibaren edebiyattan heykel ve resme kadar diğer sanat türlerinden ilham alması bu yeni bir sanat dalının doğmasına katkı sağlaması oldukça doğaldır.
 Sinema dünyasına katkı sağlayan en popüler sanatçıların kimler olduğunu hiç merak ettiniz mi? Yedinci sanat yani sinema dünyasına farklı bir bakış açısıyla; tablolarda yer alan sahnelerin ve duyguların yansıması olarak filmlerde yer alarak yeni bir pencere açan üç sanatçıya yazımızda yer verdik. Keyifli okumalar.

 

1. René Magritte

Yedinci Sanat yönteminde, yönetmenlerin gözde sanatçılarından biri sürrealizm ustalarından René Magritte‘ idi. Adeta paralel dünyalarda geçen tablolarıyla Magritte, resimlerinde işlediği komedi, korku, tuhaflık ve daha birçok kavramı tablolarında resmetmesiyle çeşitli alanlarda etki bırakmıştır. Magritte, izleyiciyle oynayarak ve hepimizin bildiği dünyayı parçalayarak gerçekliğimizi ve onun gizemlerini temsil etmek istedi. Tablolarıyla bunu başaran sanatçı daha sonra filmlerde ilham kaynağı olarak sık sık gerçekliğin sınırında etkilerini gösterdi. 

The Exorcist(1973) — The Empire of Light(1953-54)

René Magritte, The Empire of Light, (1953-54)
William Friedkin, The Exorcist, (1973)

William Friedkin’in The Exorcist filminde Lankester Merrin’in gelişi olaylar için bir dönüm noktasıdır. Peder gece gelir ve bir an için şeytan çıkarma ayinini yapacağı evin önünde, çok tanıdık bir sokak lambasının yanında durur. Aslında, bu elektrik direği ve ortam, aynı olmasa da, Magritte’in, Işık İmparatorluğu (The Empire of Light) tablosuna çok benzer. René Magritte’nin ele aldığı bu tablo renklerde gerçek bir tezat oluşturarak; aydınlığa ve karanlığa, geceye ve gündüze karşı çıkarak onları bir arada yaşatıyor. Resmin karanlık kısmında tek ışık kaynağı sokak lambası ve penceredir. Bunlar umut kaynağı olduğu kadar tek umut işaretleri gibi görünüyordu. Karanlığın ve ışığın bir arada bulunması, tabloda resmedilişinin yanında filmin sonunda vermek istediği mesajı ulaştırmakta bir yansıtıcı olarak kullanıldı.

Moonlight(2016) — The Evening Gown(1954)

René Magritte, The Evening Gown, (1954)
Barry Jenkins, Moonlight, (2016)

Yönetmenler genelde filmlerinde tablolara yeni anlamlar yüklemeyi severler. Örneğin, En İyi Film Oscar’ını kazanan Moonlight’tan bir sahnede, denizi ve ayı gözlemlerken Chiron’u (ana karakter) arkadan görüyoruz. Hikaye’de, Chiron’un çok karmaşık bir hayatı var ama denize baktığında tüm sorunlarının ortadan kalkıyor gibi görünüşü ortaya muazzam bir görüntü çıkarıyor. Bu sahne, gizemli bir tanrıçaya benzeyen ve bilinmeyen bir kadının okyanusu izlediği René Magritte’nin resmettiği Gece Elbisesi tablosundaki abiyeyi hatırlatıyor. Konular farklı olsa da resim ve filmin bu kısmı bize aynı hissi veriyor; melankoli ile karışık garip bir huzur. 

The Truman Show(1998) — Architecture in the Moonlight(1956)

René Magritte, Architecture in the Moonlight, (1956)
Peter Weir, The Truman Show, (1998)

Peter Weir’in Truman Show filmi mutlaka izlenmesi gereken bir film olarak listelerimizde yer alırken bu filmde, ana karakter olduğunuz ve her zaman sizi koruyan ve kontrol eden birinin olduğu bir dünyada yaşama yanılsaması hakkında bir hikâye anlatılmaktadır. Filmde Truman, kurgu ve gerçeklik, güvenlik veya özgürlük arasında yapılması gereken bir seçim olduğunu fark eder. Gerçek durumunu yavaş yavaş anlamaya başlar, sanki gerçeğe doğru bir merdivenin basamaklarını tırmanıyormuş gibi bir algı yaratır bizlerde. Filmin sonunu temsil etmeye karar verme şekli olarak yönetmen Peter Weir, René Magritte’nin, Ay Işığında Mimari (Architecture in the Moonlight) tablosunda yer alan yansımaya benzer bir sahne ile sonuçlandırır. Diğer dünyaya gidiyormuş gibi duran merdiven, bu eşsiz tabloyu hatırlatıyor. 

Trainspotting(1996) — The Mysteries of the Horizon(1955)

René Magritte, The Mysteries of the Horizon, (1955)
Danny Boyle, Trainspotting, (1996)

René Magritte, resimlerinde genellikle tema olarak bireyin duyarsızlaşmasını temsil ediyordu. Danny Boyle’un Trainspotting filminde, modern topluma uymayan ve gerçeklikten kaçmaya çalışan bir grup arkadaşın hikâyesini anlatılmaktadır. Ana karakter olan Mark, kim olduğunu ve hangi dünyada yaşamak istediğini anlamak istiyor. Magritte’in resmine gönderme yapan sahne, Mark’ı karşıt aynalarla üçe bölünmüş halde, onu hayatında yeni bir yola götürecek bir pasaportun önünde gösteriyor. O anda, Magritte’in resmettiği Ufkun Gizemleri (The Mysteries of the Horizon) tablosunda yer alan adamlara benzer bir şekilde farklı ufukları göz önünde bulundurarak olasılıklarının ne olduğunu anlamaya çalışan bir manzara ortaya çıkıyor. 

2. Edward Hopper

Edward Hopper, 19. yüzyılda insanların yaşamını çok tuhaf bir şekilde temsil edebilen tablolar resmeden ve gerçekçiliğinin temsilcisi bir ressam. Genellikle soğuk ışık ve tonlar, geometriler, karakterlerin yalnızlığı, sessiz ve boş bir dünyayı renklerle gözler önüne seriyor. Eserleri bir ıstırap duygusu uyandırıyor, bazen de tasvir edilen insanlar ve binalar mankenler neredeyse gibi sahte görünüyor. Bu nedenle en iyi korku ve gerilim filmlerinin bazılarında Hopper’ın resimlerine referanslar görebiliriz.

Psycho (1960) – House by the Railroad(1925)

Edward Hopper, House by the Railroad, (1925)
Alfred Hitchcock, Psycho, (1960)

Hopper’ın, House by the Railroad tablosu modernliğin sembolü olan bir demiryolunun yanında ıssız bir arazide yer alan Victoria Dönemi’ne ait bir binayı tasvir ediyor. Resimde yer alan tasvirde yakınlarda hiçbir şey yok; bitki örtüsü, insan veya başka herhangi bir yaşam belirtisi yok. 35 yıl sonra Alfred Hitchcock bu tablodan ilham alarak onu Psycho filmindeki Norman Bates’in evi olarak inşa etti. Filmde yer alan Norman Bates karakterinin dediği gibi otoyolu yönlendirdikleri için motelinde pek misafiri yoktu ve bunu yansıtmakta Hopper’ın tablosunu referans almak yerinde bir karar gibi duruyor.

Deep Red(1975) — The Nighthawks(1942)

Edward Hopper, The Nighthawks, (1942)
Dario Argento, Deep Red, (1975)

Nighthawks(Gece Kuşları) tablosu, Hopper’ın en bilinen eserlerinden biridir. Hopper tablosunda, Chicago’nun bir gece hayatı sahnesini temsil etmek istedi ancak bunun da ötesine giderek karakterlerin yalnızlığını ve iletişim eksikliğini bizlere gösterdi. Tabloda yer alan müşteriler, sanki etraflarında başka insanlar olduğunu bile bilmiyorlarmış gibi düşüncelerinde kaybolmuş gibi görünüyordu. Bu resim sayısız kez analiz edildi, değiştirildi ve düşünüldü. Bazı yönetmenler, filmleri için bir set olarak yeniden yarattılar. Örneğin, Dario Argento’nun en ünlü filmi Deep Red(Derin Kırmızı) filminde Chicago barı, Roma ile Torino arasındaki hayali bir İtalyan şehrinde Blue Bar oldu. Dario Argento, Blue Bar’ı film için önemli bir yer haline getirdi. 

Rear Window(1954) — Night Windows and Room in New York(1928)

Edward Hopper, Night Windows, (1928)
Alfred Hitchcock, Rear Window, (1954)

Alfred Hitchcock, gerçekten Hopper’ın bir numaralı hayranıydı. 1954 Venedik Film Festivali’nde gösterilen Arka Pencere (Night Windows and Room in New York) filminde genellikle pencerelerden görülen insanları tasvir eden ressama birçok gönderme var. Filmde tekerlekli sandalyeye mahkum bir fotoğrafçı Jeff, apartmanlarında komşularını izliyor. Her pencerede farklı karakter ve hikâyelere tanık oluyoruz. Bu film ve Hopper’ın resimleri aynı zamanda izolasyon ve iletişimsizlik temalarını da paylaşıyor. 

Shirley( 2013): Visions of Reality

Edward Hopper. Poster of the movie Shirley: Vision of Reality, by Gustav Deutsch, (2013)

Hopper’ı seviyorsanız, Gustav Deutsch’un, Shirley: Vision of Reality filmini mutlaka izlemelisiniz. 1931-1963 yılları arasında Amerikalı bir aktrisin hayatı anlatılan filmde, en önemli detaylardan biri de Hopper’ın resimlerini temsil eden sahnelerden oluşuyor olmasıdır.

3. Maurits Cornelis Escher

Hopper etrafındaki normal gerçekliği temsil etmek istiyorsa, Escher bunun tam tersini yaptı. Bilinen yasaların aksine bunları yıkmaya analiz etmeye veya altüst etmeye çalıştı. İmkansız, simetrik geometrileri ve nesneleri, uzaya, zamana ve yerçekimine meydan okuyarak matematiksel ve bilimsel kavramları araştırdı ve resmetti.

Başlangıç(Inception/2010) – Artan ve Azalan(Ascending and Descending/1960)

Sinemada son zamanlarda, mekân ve yerçekimi hakkında konuştuğumuzda Christopher Nolan aklımıza gelir. Filmlerini tam olarak anlamak için en az iki veya üç kez izlemelisiniz çünkü bu yönetmen seyircinin zihniyle oynuyor, gerçekliğimizin altında yatan her yerleşik kavramı çarpıtıyor. Filmlerindeki sahneleri düşünerek Nolan için sinemanın Escher’ı diyebiliriz. Dolayısıyla, filmlerinin mimarisini inşa etmek için sanatçının bazı eserlerini kullandığını öğrenmek şaşırtıcı değil. Örneğin, İnception’da Arthur ve Ariadne’nin sonsuz yapılar inşa ederek nasıl kırılmaz zihinsel labirentler yaratılacağını gösterir.

M. C. Escher, detail of Ascending and Descending, (1960)

Ancak konuşmaları sırasında, aynı tek kat merdivenden geçtiklerini fark edilir. Yüksek açılı bir çekimle, merdivenin Escher’in Yükselen ve Azalan yapısına benzediğini görüyoruz. Sanatçı, çelişkili oranlar kullanarak görsel bir paradoks yaratmayı başardı.

Harry Potter ve Felsefe Taşı(2001) – Artan ve Azalan(Ascending and Descending/1960)

Harry Potter and the Philospher’s Stone, based on J. K. Rowling’s novel, (2001)

Bir Potterhead iseniz, bu merdiven size ilk filmden çok bilinen bir alıntıyı hatırlatabilir. Filmde Percy Weasley, genç büyücüleri ve cadıları şöyle uyarıyor: “Bir de merdivenlerden gözünü ayırma, değişmeyi severler”. 

Labyrinth(1986) — Relativity(1953)

M. C. Escher, Relativity, (1953)
Jim Henson, Labyrinth, (1986)
Labirent filmi, David Bowie’nin oynadığı müzikal filmidir. Filmde, Escher’in Relativite tablosuna dayanan bir odada bulabileceğimiz labirenti çözerek kurtulmaya çalışan karakterlerimizin hikâyesini izliyoruz. Relativite (Görecelik), Escher’in en popüler eserlerinden biridir ve üç farklı yer çekimi kaynağının olduğu bir dünyayı temsil eder. Bu dünyanın sakinleri kendi işlerine bakarlar ve temsil edilen birkaç merdiveni inip çıkarlar.

Suspiria(1977) — Sky and Water and Belvedere(1938)

Dario Argento, Suspiria, (1977)
M. C. Escher, Sky and Water I, (1938)
Dario Argento’nun Suspiria filminde, girdiği Alman bale akademisinin ardındaki korkunç gerçeği bulan Amerikalı bir kız olan Susy Bannon’un hikâyesini anlatıyor. Filmin ana mekânının bulunduğu yolun adı olan Escherstrasse’den başlayarak Escher’in sanatına birçok referans bulabiliriz. Bu eserler bizleri gerçek ve doğaüstü arasındaki başka bir dünyaya taşıyor.

Beauty and the Beast(1991) — Eye(1946)

Gary Trousdale e Kirk Wise, Beauty and the Beast, (1991)
M. C. Escher, Eye, (1946)
1991 yılında çıkan Disney filmi Güzel ve Çirkin’de Gaston’un ölüm sahnesinde gözlerinin yakından çekildiğini fark edeceksiniz. Sadece bir saniye süren bu sahnede dikkatlice bakıldığında, göz bebeklerinde kafatasları olduğunu görebilirsiniz. Bu bize Escher’in 1946’da yapılmış Eye tablosunu hatırlatıyor. Bu kasıtlı mı yapıldı bilmiyoruz ama benzerlikler dikkat çekiyor.

Kaynak: DailyArtMagazine
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Editor Picks