Shutter Island, ters köşe filmler deyince ilk aklımıza gelenlerden, yönetmen koltuğunda Martin Scorsese‘in oturduğu oldukça dramatik ve gizemli bir başyapıt. Leonardo DiCaprio’nun izleyiciyi karakterinin başından geçen o kaotik sarmala sokan, sürükleyen ve rolünün hakkını sonuna kadar veren kaliteli oyunculuğu da bu filmin bir başyapıt olmasında önemli bir unsur elbette. Ancak bu filmi özel yapan bir nokta daha var, o da ünlü ressam Gustav Klimt‘in ”The Kiss” isimli tablosunun modern tekniklerle ve yorumlamalarla bir canlandırması yapılarak filmde bir sahnede kullanılmış olması. Başlı başına filmi ve tablonun yaratımındaki kendi anlamını ve biricikliğini karşılaştırdığımızda ortaya nefis bir birleşim çıkıyor. Sanatın sanatla bütünleşmesi, sanatın sanatı doğurması…
Gustav Klimt’in The Kiss İsimli Tablosu

Filmdeki sahne Gustav Klimt’in bu tablosundan esinlenilmiş. Tabloya baktığımızda ilk gözümüze çarpan şey oldukça yoğun kullanılmış, parlak sarı renk oluyor. Temsil olarak sarı renk enerji, mutluluk ve neşe çağrıştırır. Ancak bazı durumlarda insanı rahatsız eden, hastalıklı bir imge de taşır üstünde. Tablodaki figürlerden erkek figürünün yüzünü neredeyse hiç göremiyoruz. Kadın figürü ise erkeğe güvendiğini belli eden, teslimiyet taşıyan ifadesiyle önümüzde net bir biçimde duruyor. Kadının üstünde renkli ve yuvarlak biçimli çiçek motifleri, erkeğin üstünde ise siyah ve simetrik dikdörtgenler ve çizgiler görüyoruz. Aşkı, tutkuyu ve bağlılığı ifade eden bu tablo, dikkatli bakarsak olumsuz bir unsur da içeriyor aslında. O da varolan bu tutkunun ve aşkın her an kaybolabilecek olması, sonsuza dek yok olması korkusu. Her şeyin yok olacağını bildiğimiz bu dünyada umutsuzca aşklarını sonsuzluğa taşımak isteyen, ancak gerçeklerin de farkında olan bir çifte bakıyoruz aslında şu an. Çiçeklerin solduğu, çizgilerin bulanıklaştığı bir dünyada ölümsüzleşmiş bu çift aşkın ve hüznün yani madalyonun iki yüzünü aynı anda bize gösteriyor.
Gustav Klimt’in kadınları ve erotizmi sembolik bir biçimde ele aldığı bir sanat anlayışı var. Bu tabloyu da üstü kapalı anlatımın altındaki anlamları arayarak ve yorumlayarak anlayabiliriz. Kadın figürünün eli adamın boynuna sarılmış, diğer eli ise erkek figürünün elini tutmuş. Erkeğin kadını öptüğünü görüyoruz. Kadın bu öpücüğün yarattığı sevgiyle sanki küçülmüş, gardını indirmiş gibi. Bu noktada erkek figürünün üstündeki siyah motiflere bakmamız gerekiyor aslında. Tablonun geneline göre oldukça tezat ve keskin renkler barındırıyor. Çizgisellik ve simetri ön planda. Kadının üstündeki yuvarlak ve köşesiz motiflere kıyasla oldukça büyük ve netler. Belki de tablonun keder ve hüzün barındıran kısmını yansıtan budur. Tezatlık, çiçekleri soldurup gölgede bırakan kötü bir izlenim veriyordur bizlere.
Gelelim filmde yeniden yaratılan o sahneye…
The Kiss Tablosundan Esinlenilen Sahne

Shutter Island filminde bu sahnede dedektif, bir süre önce trajik bir biçimde vefat eden karısını rüyasında görüyor. Kadının üstündeki elbise aynı tablodaki kadın figüründe olduğu gibi çiçekli bir desene sahip. Arkalarındaki parıltılar, filmden anladığımız üzere kadının vefat ettiği evde çıkan (sonradan bu olayın yaşanmadığını öğrendiğimiz) yangının küllerini temsil ediyor aslında. İki kişinin de yüzünde oldukça acılı bir ifade var. Dedektif, kaybettiği karısını rüyasında görmenin mutluluğunu ve üzüntüsünü aynı anda yaşıyor. Çünkü onu yeniden kaybedeceğini biliyor. Kadının üzüntüsü ise rüyasına girdiği adamın gerçekliğinde olmadığını bilmesinden olabilir. Tablodaki kadın kadar teslim olmuş ve güven hissi vermiyor yüz ifadesi, acısı kısa süreliğine dinmiş bir hastanın kaderini yaşıyor gibi daha çok. Burada sarı rengin tabloda olduğu kadar mutluluk ve enerji saçan bir renk olmadığını anlayabiliyoruz. Hastalıklı bir durumun yeniden yansımasını yaşatıyor insanlara. Gerçekliğin acılı bir tasviri kısacası. Dedektifin üstünde düz renk bir takım elbise var. Tablodaki erkekle kıyasladığımızda daha yalın ve doğal kalıyor. Tablo gerçeğin bir yaratımı, filmdeki dedektif ise gerçeğin ta kendisini yansıtıyor belki de.

Sinemada kullanılan diğer sanat yapıtlarına ait referansların oldukça etkileyici olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu şekilde sadece 7. sanat sayılan sinemaya bakmıyoruz, sinemanın yeniden yarattığı sanatsallıkla da ilgileniyoruz. Tabloyu daha önce gördüysek, bu sahnede hem sanatın biricikliğini hem de yeniden yaratılmış özgün halini görüyoruz. Özellikle filmin de gerçekle rüyayı birbirine sokan, çizgileri bulanıklaştıran yapısı bize kendi gerçekliklerimizi de sorgulatıyor. Aynı tabloda gördüğümüz aşıkların bize gerçekten saf mutluluğu mu yansıttığını yoksa mutluluğun altında bir keder barındırıp barındırmadığını düşündürttüğü gibi.
Kaynakça
Kapak Görseli: X.com