İngiliz ve Amerikan Edebiyatı’nın öncülerinden Sylvia Plath, hem yazdığı şiirlerle hem de intiharıyla çok konuşulmuştur. Fakat ölümünden sonra bile onu anlamayanlar epey fazladır.
Anlamayanların başında şair kocası ve Plath’in intiharını en önemli sebebi olarak gösterilen- ki en büyük neden o değildi. Zaten kişiler, intihar sebebi değildir. İntihar cinayettir.-Ted Hughes’tu. Karısının ölümünden yıllar sonra, 1998’de “Doğum Günü Mektupları” adı altında yazılmış şiir kitabını, 1963’te ölmüş Plath’e ithaf etmiş ve uzun süren sessizliğini bozmuştur. Gelin, intiharına ve melankolisinin başlangıcı çocukluğu ve gençliğini inceleyelim.
Sylvia, 1932’de ABD’nin Baston kentinde profesör bir babanın ve öğretmen bir annenin kızı olarak doğdu. Çocukluğu, babasını kaybetmesiyle karardı. Alman olan babası Otto, Sylvia henüz sekiz yaşındayken şeker hastalığından hayatını kaybetti. Sylvia, intiharından kısa bir süre önce yazdığı “Daddy” yani babacığım şiirinde babasından şöyle bahsediyordu:
“… Hep korktum senden,
Luftwaffe’nden, lafı ağzında gevelemenden.
Ve o düzgün bıyığından
Hele masmavi Aryan gözlerinden
Panzer-man, Panzer-man, Ah sen!…”
Babasını erken yaşta yitirmesi, onun yüreğine açılan derin bir yara haline gelmişti. Bu yara, günlüklerinde bahsettiği gibi; babasını hiç sevmeyen ve hasta olan erkek kardeşiyle devamlı ilgilenen annesinden nefret etmesine yol açtı. Psikoloğuna annesinden nefret ettiğini söylemesine rağmen annesinden hiçbir şey gizlemiyor ve seviyormuş gibi yapıyordu. Bunu neden yaptığını anlayamıyor, kahroluyordu. Aslında bunun tek sebebi, sevgisizlikti. Sığınacak liman olarak kızgınlığının nedeni, annesini seçmişti. Ama babasının ölümünden onu sorumlu tutuyor ve birazcık sevmiş olsaydı babasının yaşayabileceği hissine kapılıyordu. Annesine bu yüzden şiirlerinde sık sık göndermelerde bulundu.
“Lady Lazarus” (Lazar Hanım) şiirinde intiharlarından şöyle bahsediyor ve yakın bir zamanda yeniden intihara kalkışacağının sinyallerini veriyordu.
“… İlk kez olduğunda on yaşındaydım ben.
Kazaydı.
İkincisinde, işi bitirmeye
Ve bir daha dönmemeye öyle kararlıydım ki
Kapatmıştım kendimi…”
Şiirin başında, ilk kısımda ise şöyle yazar:
“Gene yaptım, gene yaptım işte.
On yılda bir kere
Beceririm bunu ben…”
Yirmi yaşındayken intihara kalkıştıktan sonra kliniğe yatırılan Plath, orada yaşadıklarını; annesinden gizlemek için “Victoria Lucas” adıyla yayımladığı Sırça Fanus, romanını yazdı. Derslerinde her daim başarılı olan Plath, klinikte çıktıktan sonra Fullbright bursuyla Cambridge Üniversitesi’ne gitti. Eğer yirmi yaşında intihara kalkışıp eğitimini yarıda keserek kliniğe yatırılmış olmasaydı Ted Hughes ile hiç tanışmamış olacaktı. Çünkü Cambridge’e gidemeyecek, ABD’deki okuluna devam edecekti.
Çift bir baloda tanıştı. Ted, onun küpelerini çaldı. Plath ise sarhoşu ve onun yanağını kanatana dek ısırdı. İlerleyen günlerde Ted, Plath’in kaldığı yurdun Odasının camını taşlayıp onu dışarı çıkarttırdı. Böylece fırtınalı bir aşk başlamış oldu. Önce ABD’de sonra İngiltere’de yaşamaya başladılar. Ted’in şiirlerinin Plath’inkilere nazaran daha anlaşılır oluşu, onun tanınmasına Plath’in ise gölgede kalmasına sebep oldu. Sylvia, bu durumu çekemedi. Kocasından çok daha yetenekliydi. Ama melankolik ve simgesel şiirleri yüzünden dergilerden çoğunlukla ret yiyiyordu. Çiftin evliliğinin çatırdamasının ilk nedeni buydu. Zamanla Ted de Plath’in başarılarını çekemez oldu ve kavga etmeye başladılar. Sylvia’nın manik ataklarında geçirdiği şiddetli öfke dalgalanmaları, Ted’in zoruna gitti ve ona defalarca kez fiziksel şiddet uyguladı. Öğretmenlik yaptılar. Plath, Ted’i öğrencilerinden biriyle flört ederken gördü ve günlüklerinde bu durumla ilgili şöyle yazdı:
“… İçimdeki kıskançlık, tiksintiye dönüşmüştü. Eve geç gelmeler, saçlarımı tararken pis pis sırıtan kara boynuzlu bir kurttun belirişi, hepsi birden aydınlandı ve gördüğüm şey midemi bulandırdı. Ben artık gülemiyorum. Ama Ted gülüyor…”Ted’in flörtleri, aldatmaları, Plath’in öfkesinin kabarmasına yol açarken içindeki aşkın ölmesini bir türlü sağlayamadı. Bu aşk, zamanla kıskançlığın getirisi bir takıntıya dönüştü. Ted’in flörtlerinin yerini kiracıları olan Asia’nın sevgisi aldı. Sylvia, Bipolardı. Yaşadığı her şey ona zaten ağır gelirken kocasının bir başkasıyla olmasını kendine yediremedi. Ted, Asia’nın hamile olduğunu karısına söyledi. Bu, bardağı taşıran son damlaydı. Önce Ted’i evden kovdu. Ardından iki çocuğunu da alıp gitti. İntihar edeceği eve taşındı. En başarılı şiirlerini bu dönemde yazdı. Babacığım, Lazar Hanım, Aday, Rakip gibi…
Babacığım şiirinde, babasına öfke kusmakla yetinmedi. Asia ile İspanyaya tatile gidip iki çocuğunu sormayan Ted’den şöyle bahsetti.
“… Her kadının gönlünde bir Faşist yatar.
Suratta bir tekme, acımasız
Senin gibi acımasız, acımasızdır kalbi…”
Başarılı her kadının yaşayabileceğini yaşamıştı. Erkek egemen toplumun gölgesinde; isyan bayrağı çeken bir feminist olmuştu. Mary ve Virginia okumuştu ve kocası dahil hiçbir erkeğe, bu özelliğiyle kabul ettirememişti kendini.
“…Çalışıyor, bozuk mozuk değil.
Bir yaran varsa, lapa olur
Varsa gözün, imge olur sana.
Aslanım, o senin son sığınağın.
Evlenir misin, evlenir misin, onunla?…”
Yaşadıklarını sindiremez bir türlü. Başkasını öldürmemek için kendini öldürmeyi dener, günlüğünde de dediği gibi. 1963 yılının soğuk bir Şubat ayında; çocuklarının yanına bisküvi ve süt bırakıp onları yatırır. Kapılarının altına ıslak bez koyup “doktorumu arayın.” yazılı bir kağıt bırakır ve kafasını gaz fırınının içine sokar. Çocuklarının dadısı o gün eve geç gelir ve aşağı kattaki yaşlı ev sahibini uyandırır. O da gazdan etkilenmiştir ayrıca sağırdır. Ted’e ve ambulansa haber verirler. Kuş gibi hafif ve güzel olan bedeni evden çıkarılır. Sırça bir fanusun içinde yaşadığı otuz senenin acısına, ölümle kendi elleriyle son verir.
Henüz boşanmadıkları için mezar taşına; “Sylvia Plath – Hughes” yazılır ve feministler, bunu haklı olarak protesto ederler. Ted, hiçbir açıklamada bulunmaz. Plath’in günlüğüne el koyar ve sansürler. Sylvia’nın inci tanesi olan yazıları ve şiirleri, erkek egemen elin içinde hapsolur. Yıllar sonra, günümüzdeki “Günlükler” halini alıp yayımlanır. Sansürsüz derler ama ne kadar doğrudur, bilemeyiz. Ölümünden kısa bir süre önce Ted, Doğum Günü Mektupları’nda bir şiirinde şöyle seslenir:
“…Sana seslendim, kadere rüşvet verdim
Getirmesi için seni.
Sen de bir büyücü gibi çalışıyor muydun, benim gibi?
Belirmem için.
Bilmiyorum…”
Mükemmel yazı,yine yaz hep yaz.