İrlandalı yönetmen Benjamin Cleary‘nin çektiği filmin başrollerinde Mahershala Ali, Glenn Close, Awkwafina, Naomie Harris rol alır. Ayrıca yönetmenin ilk uzun metrajlı filmidir ve senaryosunu da kendisi kaleme almıştır.
Apple TV‘nin yakın zamanda prömiyerini yaptığı film konu olarak ilgi çekici, ancak orijinal bir fikir değil, benzer konuyla çekilmiş başka yapımlar mevcut. 2021 yapımı film, son dönemlerde çoğu kişinin keyifle izlediği distopik bir zamanda geçiyor. Dram yönü ağır basan bir film olduğunu da belirtelim.
Mahershala Ali, Altın Küre Ödüllerinde Dram dalında verilen en iyi erkek oyuncu adaylarından biri. Ödülü kazanmasına yeter mi emin değiliz, ama filmde başarılı bir performans sergiliyor. Oyuncuyu En iyi film kategorisinde ödül kazanan Moonlight ve Green Book filmlerindeki başarılı performanslarından hatırlayacaksınız. Ayrıca filmin yapımcılığını da üstlenmiş.
Yönetmen, filmi belli bir durağanlıkta ilerletmeyi seçmiş. Görsel gücü yüksek, duyguları oyuncuların yüzlerinden kolaylıkla okumak mümkün.
Filmin konusuna gelirsek;
İnsan klonlamanın mümkün olduğu bir zamandayız. Teknoloji insan klonlayacak kadar gelişmiş, ancak kanserin çözümü hala bulunamamış belli ki!
Bu klonlama seçeneği, insanlara öldüklerinde yerlerini dolduracak bir klon bırakmalarını sağlıyor. Ölmeden önce bir tesiste bir hafta geçiriyorsun. Bu zaman süresince klonuna sana ait duygular, anılar, düşünceler transfer ediliyor. Yepyeni, hastalık hücrelerinin olmadığı yeni bir sen olma şansı… Buraya kadar güzel, ancak o kişi senin gözlerinin önünde ”sen” olmaya başlayınca; kişiyi derin bir hüzün, kıskançlık (artık adına ne derseniz) hisleri kaplamaya başlıyor.
Film bütün durağanlığıyla bunlara odaklanıyor. Bu aslında büyük bir fedakarlık hikayesi…
Yaklaşık 2 saat boyunca, çok sevdiği karısını, küçük oğlunu ve doğmamış çocuğunu babasız bırakmak istemeyen bir adamın, ölümü kabullenişi ve ölürken bile ailesini düşünmesini anlatan çok acıklı bir öyküye tanıklık ediyoruz.
Cameron Turner (Mahershala Ali) yakın zamanda kayıp yaşayan karısının bir kayıpla daha başa çıkamayacağını düşünüyordur. Karısı ikiz erkek kardeşini bir motor kazasında kaybetmiştir ve bunun etkilerini uzun zaman boyunca yaşamıştır. Kadının bu kadar kısa zaman aralığında, üstelik de hamileyken, kocasını da kaybetmesinin sonucunda yaşayacağı depresyon fikri, Cameron’ın aldığı karar için bir belirleyicidir aslında.
Klon Cameron gerçek Cameron’ın yerine geçip, ailesiyle vakit geçirirken içinde kamera olan bir lens takıyordur. Cameron bu sayede bulunduğu yerden rahatlıkla ailesini gözlemleyebiliyordur, ancak klonu lensi takmayı azaltmaya başlar. Hatta bir gün tamamen takmaktan vazgeçer ve Cameron bilinmezlik fikrine dayanamayıp bulunduğu tesisten kaçar. Ailesine son kez veda şansı bulamayan Cameron klonunun yardımıyla karısına ve oğluna, onlar fark etmeden veda eder. Evinde her şey yolundadır. Hatta eskisinden bile daha olumlu bir tablo vardır.
Cameron artık gönül rahatlığıyla ölebilir. Her ne kadar geride bırakılan olmanın kalbinde bıraktığı ağırlığı taşımak zorunda kalsa da.
Ölüm, belki de bencil olmayı en çok hak ettiğimiz kişisel bir eylemken, klonlanma fikriyle çok başka bir şeye dönüşüyor. Bu dünyadan gitsen bile, sevdiklerinin gittiğinden haberdar olmadan hayatlarına devam edecek olması fikri korkunç, ama aynı zamanda rahatlatıcı da. Kalp, öldüğümüzde hatırlanmayı isteyen bencil bir organ. Ama öldüğünde senden bir tane daha varsa, o zaman kimse gittiğinin farkına bile varmayacaktır. Bu kalanlar için mutlu bir son, ancak giden için sadece sevdiklerini güvence altına almak sayılabilir.
Bu film sevgiyi tekrar sorgulamanıza neden olabilir.