Her ne kadar şehir hayatı ve hızlılığı farklı anlamlarda doyurucu olsa da İstanbul’da geçirdiğim son birkaç yılda doğanın ritminden yavaş yavaş uzaklaştığımı hissedebiliyorum ve her zamanki gibi edebiyat imdadıma yetişiyor. Karmaşık ve izahati zor duyguları doğanın sembollerinden yardım alarak anlatan şairler, bir anlığına da olsa köklerime geri dönmemi sağlıyor. Yaş aldıkça bunun değerini çok daha iyi kavrıyorum. Birazdan size bahsedeceğim şairler de bana bu hissi tattıranlardan sadece bazıları…
Mary Oliver’ın Gözünden Doğa: Yaban Kazları

You do not have to be good.
You do not have to walk on your knees
for a hundred miles through the desert, repenting.
You only have to let the soft animal of your body
love what it loves.
Tell me about despair, yours, and I will tell you mine.
Meanwhile the world goes on.
Meanwhile the sun and the clear pebbles of the rain
are moving across the landscapes,
over the prairies and the deep trees,
the mountains and the rivers.
Meanwhile the wild geese, high in the clean blue air,
are heading home again.
Whoever you are, no matter how lonely,
the world offers itself to your imagination,
calls to you like the wild geese, harsh and exciting–
over and over announcing your place
in the family of things.
İyi olmana gerek yok.
Dizlerinin üstünde yürümene gerek yok
Çölde yüz mil nedamet getirerek.
Tek yapman gereken bırakmak bedeninin yumuşak hayvanı
neyi seviyorsa sevsin.
Bana çaresizliğini anlat, seninkini, benimkini anlatayım ben de.
Bu esnada dünya devam eder.
Bu esnada güneş ve yağmurun berrak çakıl taşları
dolanmakta karşı manzarada,
çayırlar ve derin ağaçlar,
dağlar ve nehirler üzerinde.
Bu esnada yaban kazları, açık mavi göğün tepelerinde,
evlerine dönüyor yine.
Her kimsen, ne kadar yalnız olursan ol,
dünya kendini senin hayalgücüne sunar,
seslenir sana yaban kazları gibi, haşin ve heyecan verici—
defalarca duyurur senin yerini
şeyler ailesi içinde.
Oldukça sıradan konuları şiirlerinin sade diline rağmen sıra dışı bir şekilde betimlemeyi başaran Amerikalı şair Mary Oliver, doğadan ilham alan ve bu bereketli temayı şiirlerinde sıklıkla kullanan büyüleyici şairlerden biri. Modern Amerikan şiirinin “Doğa şairi” olarak bilinen Oliver; evrensel ve varoluşçu temaları, kuşlar, ağaçlar, göller ve diğer doğal unsurlarla ilgili imgelerin yardımıyla anlatır. Bu yüzden, bana kalırsa Oliver, doğayı insan ruhunu yansıtan bir ayna olarak görür. Yaban Kazları şiirinin ilk satırlarında yaşamak denen şeyin aslında sadece var olmak olduğuna dikkat çeker. Oliver’a göre doğa ve onun fertleri, bize bunu hatırlatabilir. Yalvarıp yakarmamıza, iyi olmak için iyilik yapmamıza ya da hareketlerimizi hesaplamamıza gerek yoktur. Sadece neyi seviyorsak sevmeye devam etmemiz yeterlidir. Oliver der ki, “Doğaya doğru bir şekilde bakabilirsek ‘şeyler ailesi’ içindeki yerimizi bulabiliriz.” Yani, “hayvani dürtüler”, “yabanilik” gibi adlar takarak tehlikeli bir kılığa büründürdüğümüz doğa, bize yaşamayı öğretebilir. Oliver’ın Ağaçların Arasındayken Ben şiirinde söğütler, kayınlar ve meşeler ona yapraklarını kıpırdatıyor adeta.
“Bu kadar işte,” diyorlar,
“sakin sakin yaşamaya,
gün ışığıyla taşıp parlamaya
geldin sen de dünyaya.”
Rainer Maria Rilke’nin Gözünden Doğa: 21. Sone

Spring has returned again. The earth
is like a child who’s memorized
poems; many, so many… It was worth
the long painful lesson: she wins the prize.
Her teacher was strict. We liked the white
in the old man’s whiskers.
Now when we ask what green or blue is, right
away she knows, she has the answer!
Earth, lucky earth on vacation,
play with the children now. We long
to catch you, happy earth. The happiest will win.
Oh what her teacher taught her, all those things,
and what’s imprinted on the roots and long
complicated stems: she sings it, she sings!
Bahar geri geldi yine. Yeryüzü
bir Çocuk gibi, Şiirleri ezbere bilen
bir sürü, ah bir sürü… Aldı Ödülünü
Derslerin, uzun ve yaman mı Yaman.
Katıydı öğretmeni. Sevmiştik aklar
düşmüş sakalını o koca ihtiyarın.
Şimdi Yeşil ne, Mavi neye denir
sorsak: biliyor o, biliyor bakın!
Yeryüzü, bahtı açık yeryüzü, hür, oyna
şimdi çocuklarla. Seni yakalamak istiyoruz,
mutlu Yeryüzü. En Mesut olan kazansın.
Öğretmenin ona öğrettikleri, Çokça,
ve de damgası kalmış Köklerde ve uz
çetrefil Saplarda: şakıyor o, şakıyor duyun.
Mary Oliver‘ın da esinlendiği ve hatta Invitation şiirinde atıfta bulunduğu Avusturyalı şair ve yazar Rainer Maria Rilke‘nin şiirlerinde de doğa, önemli bir yere sahiptir. Modern edebiyatın en etkili figürlerinden biri olan Rilke’nin şiirlerinde genellikle derin bir gözlem ve meditasyon havası hakimdir ve doğa, onun kısa ama yoğun cümlelerinde hayat bulur. Doğa, hem bir tema hem de bir araç olarak Rilke’nin varoluşsal, manevi ve estetik sorgulamalarına katkıda bulunur. Orpheus’a Soneler kitabındaki 21. Sone‘sinde de doğa imgesini bu şekilde kullanır Rilke. Doğanın bu daimi döngüsü bize baharı, kışın zorluklarının bir anlam kazandığı o zaman olarak sunar. Aslında doğa bu döngünün ta kendisidir ve umudu, yeniden doğuşu simgeler. Mary Oliver’ın da “Bu esnada dünya devam eder,” diyerek anlatmaya çalıştığı bu döngü, bize kendimizi güvende hissettirebilir. Yaşadıkların, çektiğin azaplar hem bir anlam kazanabilir hem de önemsizleşebilir çünkü bu esnada dünya devam eder. Sen her zaman kışın biteceğini ve baharın geri geleceğini bilirsin.
Nâzım Hikmet’in Gözünden Doğa: Ceviz Ağacı

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Artık doğa temasının, varoluşsal hisleri ve insan olma halini betimlemek için kullanıdığına hem fikiriz. Ancak var olmak herkes için aynı anlama gelmeyebilir. Mesela 20. yüzyılın ve modern Türk şiirinin önde gelen temsilcilerinden Nâzım Hikmet de şiirlerinde doğayla ilgili temaları bir araç olarak kullanır. Ceviz Ağacı şiirinde Nâzım Hikmet, özgürlük ve esaret gibi temaları tasvir edebilmek için doğa temasının zenginliğine başvurur ve ceviz ağacı metaforunu yaratır. 25 Haziran 1957’de karısı Münevver Andaç’a gönderdiği bu şiir, kök salmayı ama aynı zamanda da özgürce var olabilmeyi anlatır. “Budak budak, şerham şerham” derken Nâzım Hikmet her şeye rağmen bir bağ kurduğu vatanından bahseder. Bu şiir, özgürlük özlemi kadar yaşanmamışlıkları da anlatır. Nâzım Hikmet’in başkaları gibi kök salamadığı yerini, yurdunu ve sevdiğini anlatır. Yani bir yandan doğa, direnişi de anlatabilir. Bunu da Nâzım Hikmet’in her şeye ve herkese rağmen şiirinde köklerine sahip çıkmasında görürüz. Bana kalırsa bu şiir, doğa temasının, soyut kavramların somutlaştırılmasına en güzel örneklerden biridir.
Doğa, kendini açar, açıklar, isterse korkutur ve her şeye rağmen devam eder. Onun her anında bir değer ve öğreti görmek de bize kalır aslında. Bu noktada edebiyat ve özellikle de şiir bizi köklerimize döndürebilir. Belki de bu yüzdendir, Osmanbey’deki evimde Mary Oliver’ın şiirlerini okuduğumda Çanakkale’deki köyüme, zeytin ağaçlarının arasına dönerim. Her yıl olduğu gibi, yine zeytin hasadı vakti gelir ve doğa bana yeniden yaşamı hatırlatır.


