Stranger Things, 1980’li yıllarda ABD’nin hayalî Hawkins kasabasında gerçekleşen birtakım gizemli olay üzerine çocukların başını çektiği bir grubun kahramana dönüşme hikâyesini konu alıyor. Lois Chilton, Independent’ta Stranger Things’in 1980’lerde geçmesinin ilk 2 sezon için estetik/nostaljik bir havadayken 3. ve 4. sezonlarda ise 80’ler motifinin bundan daha fazlasına işaret ettiğini anlatıyordu.
Öncelikle Netflix dizilerinin üreticileri tarafından “geçmişin idealize edilmiş versiyonlarının sunulduğu ve çokkültürlülük (geleneksel olarak bilinenden çok daha farklı kültürlerin bir arada saygıyla yaşayabilmesi) bağlamında okunmasını talep ettiği bulgusuyla yola çıkalım” (Özkent, 2020). Dolayısıyla karşımıza duygunun düşünce yerine tercih edildiği, pastişler ve metinler-araslığın birincil derecede kullanıldığı bir anlatı çıkıyor. Yani Netflix dizileri, bizleri 80’lere götürüyor. Geçmişin çokkültürlülüğe, kültürlerarası hiyerarşik inanışlarına karşı çıkıyor ve şimdinin doğrularını da geçmişe ekleyerek 80’lerin kötülerini bugünlerin iyileriyle harmanlıyor. Aslına bakılırsa son derece kusursuza yakın bir ürün: Geçmişin kötü yanlarını şimdinin iyileriyle başarılı bir şekilde karmak. Yine de her ne kadar Netflix dizileri, farklı kültürlerin arasında hiyerarşi kurmayı reddetse de bunu başarmak çok zor. Nitekim Stranger Things dizisinde de ideolojiler arasında kesin bir hiyerarşi görebiliyoruz. Çünkü sıcak duygulu dönemi inşa ederken aslında taraftarlığı yapılan çerçeve belirli bir hayat biçimi. Bu temel üzerine, Stranger Things’i güvenlik, Soğuk Savaş ve ABD iç siyasî tartışmaları üzerinden üç temel başlıkta inceleyeceğiz.
1- The Life As We Know It: Popüler Kültür Patlaması ve Güvenlik
1980’lerin ABD’de eski aktörü, 81-89 yılları arasında başkanlık yapan Ronal Reagan dönemi olduğunu biliyoruz. Bu dönemi eleştirenler için popüler kültürün ABD’nin en tepe noktasına ulaşması, bir aktörün Amerikan başkanı olması çok önemli bir nüansa işaret ediyordu: Artık tarz içerikten daha önemlidir. Pek çok göstergebilimci için Ronald Reagan’ın devletin değil devleti temsil etmenin sembolü olduğunu söylüyordu (Rubenstein, 1989). TV-kurgu ile siyasetin birbirine karışması ve tüketim kültürüyle olan ilişkilenme biçimleri 80’lerden itibaren Amerika’nın başını çektiği özgür dünya metaforuyla daha yaygın hâle geliyordu. Soğuk Savaş yıllarının hem sonları hem en yoğun hissedildiği dönemlerden biri olması da 1980’lerin önemli bir dinamiği. Çünkü bu dönem, bugünü etkileyen teknolojinin henüz günümüzdeki kadar gelişmediği ancak belli başlı ürünlerin tüketilmeye başlandığı bir dönem.
Eyaletlerin galaksi sistemindeki gezegenlere benzemesi ve merkez bir gezegenin yörüngesi etrafında merkezden yayılan güç sonucu dönmeleri, ABD’nin önemli karar vericileri tarafından kuruluş metinlerinde eyaletlerin merkezî hükümetle arasındaki ilişkiyi modellemişti. Bu metafor, Soğuk Savaş yıllarında da devam etti ve ABD’nin doğal olarak uluslararası sahnede güç uygulayıcısı olduğu iddiasını meşru kıldı. ABD’nin özgür dünyayı bir diğer gezegen sistemi olarak modellenen Sovyetler’den (ve uydu devletlerinden) koruması gerektiğini doğal bir sebep olarak kabul ettirmekte önemi bir rol oynadı (Akrivoulis, 2006). Yine de özgür dünyanın kurtarıcısının diğer ulusları silahlı çatışmalardan değil, başka bir yaşam tarzından kurtardığını söylemek daha doğru olur. Her zaman tehdit altında olan şey sınırlar değildir, yaşam tarzıdır: Bildiğimiz, modellediğimiz, meşrulaştırdığımız ve en önemlisi, tükettiğimiz hâliyle dünya. Zira dizide de olduğu gibi, Tersyüz Dünya (The Upside-down World) ve oradan gelen Demagorgon ismini taktıkları yaratıkların içerdiği en büyük tehdit, bildiğimiz anlamıyla dünyanın ve hayat tarzının ortadan kalkmasıydı. Hawkins kasabasındaki CIA laboratuvarındaki deneylerin gizli bir şekilde gerçekleşmesinin ve bunca tuhaf olayın ölümlere yol açmasına rağmen gizli tutulmasının sebebi de yine buydu. Dünyanın artık bildiğimiz dünya olmadığını yalnızca kahramanlarımız biliyordu ve öyle de kalmalıydı.
Fıstık ezmesi, dizide kapitalist toplumdaki tüketime dayalı yaşam tarzının lezzetini vurgulayan bir ürün. Dondurulmuş, hazır gıdalar mutluluğa ulaşmak için birebir, hatta baş kahramanımız Eleven (Millie Bobby Brown), hayatta kalmak için Waffle yiyor. Ekmek ya da daha temel bir gıda maddesi değil. 4. sezonda esaretten kurtulan Hopper, kilisede fıstık ezmesi yiyor. Rus Ismayilov fıstık ezmesi kaçakçılığı yapıyor, Robin yardım ve acil bakım çadırlarında insanlara ekmek üzerine fıstık ezmesi-reçel sürüyordu. Fıstık ezmesi, dönemin temel gıda maddesi gibi tanıtılmasındaki alt motifin artık herkese ulaşabilen ve uygun fiyatlı bir ürün olması. Zira 3. sezonda rus bilim adamı Aleksey’in ölüm sahnesinde Murray, Aleksey’i hotdog almak için yalnız bırakıyordu. Bu, dizinin postmodern anlatısının önemli parçalarından biri: Üst-anlatıları, her şeyi açıklamaya girişen, hayatı anlamlı parçalar halinde kurumlarla düzenlemeye çalışan modern anlatılar yerine küçük, önemsiz detayların insan hayatında kapladığı önemi vurgulamak (Özkent, 2020). Yine de her ne kadar modern kuralcılığa bir tepki de olsa, içinde taşıdığı muhafazakar-liberallik de açığa çıkmıyor değil: Bir Amerikan tarzı varsa o da bu ülkeye özgü tüketim toplumunun ve kültür endüstrisinin insan hayatını küçük şeylerle mutlu edebilmesi. Muhafazakâr olan kısmı ise ortaya çıkan tuhaf olayların insan canını değil ancak tüketim kültürü üzerinden çizilen Amerikan kültürünü ve belirli derecedeki Amerikan tarzı liberalliği tehdit ettiği düşünülüyordu.

2- Fıstık Ezmesinin Cazibesi
3. ve 4. sezonda devreye giren Soğuk Savaş bağlamı, Ruslar ve Amerikalılar arasında bir uçurumu göstermeye niyetli. Aslına bakılırsa vatanseverlik temaları ve Marvel usulü Amerikan milliyetçiliğini görüyoruz. Burada da yeni-muhafazakâr temalar öne çıkıyor. Sovyetler Birliği’nin Amerika’nın bir kasabasına kadar sızabilmiş olması ve komünistliğin hiç sorgulanmadan bir şeytan olarak benimsenmesi; dönemin yaratılmış korku ruhunu iyi aktarırken Sovyet tarafındaki askerlerin liberal-kapitalist yaşam tarzına hayran ve aç olmaları ise diziye net bir taraf tutturuyor. Bu tarafı tutmak bir Netflix dizisi üreticisi için oldukça güvenli bir argüman olmakla baskıcı-modern kurumlara dizinin karşı çıktığı noktayla da tutarlı. Zira, Sovyetler sosyalist rejimde baskı üzerine ve sıkı bir askeri kontrolle yaşarken Amerikalıların tek sorunu bazı kurumların kurtulamadığı modernist, kuralcı ve katı büroktratlardan başkası değil. Eski bürokratlar, güvenliği Sovyetler’e karşı sağlamayı düşünürken yeni bürokratlar; yaşam tarzını daha ön plana alır. Sovyet askerlerinin ve bilim adamlarının da bu yaşam tarzının birazı için bile yollarından sapmaları, Amerikan milliyetçiliği yanında bu yaşam tarzının en iyisi olduğunu ve insana en uygun yaşam tarzı olduğu fikrini destekliyor.
3- İyi Kurumlar Eski Kafalı İnsanlar ve Bireysel Silahlanma
Amerika’nın 2 kuşağı arasındaki çatışmanın 1980 jenerasyonuna uygulandığını da görüyoruz: Vietnam savaş gazileri, şahin-modernist bürokratlar ve kitabî uygulamaları çok da önemsemeyen bürokratlar arasında bir kavga mevcut. Kitaba uyan, kuralcı ve sevgiden yoksun olarak deneylerini yürüten Dr. Brenner yerine Dr. Owens’ın yasalara karşı gelerek de olsa idareyi ele alması, son sezonda Albay Sullivan’ın bu komplike dünyayı kavrayamayan ve tehlikeyi Sovyetler’e karşı gören militarist yaklaşımı da göze çarpmaktaydı. İlk sezonda bir düşman olan CIA, 2. sezonda yine kurtarıcı ve arınmış bir biçimde karşımıza çıktı. Her ne kadar güvenlik kurumlarına mesafeli durmayı ve öz-eleştiriyi içinde de barındırsa da iyi bürokrat-kötü bürokrat tartışmasının galibi, bu kurumların iyi insanların elinde oldukça güvenli olabileceğiydi.
Kurumlara güvenin aslında zayıf olduğu, bireysel vatanseverliğin ön plana çıktığı bu kurum içi çatışma, kurumlara olan güveni eleştirir nitelikte. Dizi, bu güvensizliği ise bireysel silahlanma ve bireysel güvenlik ile destekliyor. Son sezonda Nancy’nin evindeki silahlara ulaşmak istemeleri, Nancy Wheeler (Natalia Dyer) progresif (ilerlemeci) ve çağdaş bir kadın rolündeyken silahlanan karakter olması, emniyet güçleri yerine vatandaşların kendilerini korumaları da meşhur tartışmada dizinin aldığı tarafı betimliyor. Dizide siyasi kurumlara net bir tavır varken, tamamen düzen karşıtlığı da eleştiriliyor: 1 Numara/Henry/Vecna isimleriyle anılan karakterimiz; saat sembolünü de kullanarak verili toplumsal düzeni, modern kurumları, tüketim toplumunun anlamsızlığını tüm düzeni ortadan kaldırarak çözmek istiyor: anarşi. Anarşinin karşısında konumlanan, bireysel silahlanmanın ve aile kurumunun yanında yer alan ancak çok kültürlülüğü de savunmayı ihlal etmeyen Stranger Things senaristleri, belli ölçülerde düzen karşıtı olmalarıyla da bir nevi yeni bir libertaryen bir anlayış sunuyorlar diyebiliriz. Dizinin düzenli olarak popüler kültür ögelerini kullanması ve en kilit anlarda popüler kültürün güvenlik mekanizmasında rol oynaması, örneğin Eddy Manson’ın Tersyüz Dünya’da Megadeth konseri vermesi, Max’in Vecna’dan pop müzikle kurtulması, bütün oyunun Dungeons and Dragons oyunu üzerinden yapılan benzetmelerle teorize edilebilmesi de ilk bölümde anlattığım yaşam tarzı-güvenlik ilişkisini muhafaza etmeyi vurgular nitelikte.
Sonuç olarak, Stranger Things dizisi Amerikan yaşam tarzını ve popüler kültürünü alternatif yaşam biçimlerine yeğ tutarken dış tehditleri, bu yaşam tarzına yapılan tehditler olarak tanımlıyor. Dizide eski kuşak kuralcı bürokratlar ile esnek, biraz daha düzen karşıtı bürokrat biçimleri eleştirilip kurumların ve aile kurumunun varlığı ile bireysel silahlanma meşru görülürken anarşizm zaviyesinden bir düzen karşıtlığı ve Amerikan yaşam biçiminin alternatifleri ise hoş görülmüyor. Dizi, bunu yerleştirdiği post-modern pastişlerle ve seçtiği dönem itibariyle de bunu destekliyor.
Kaynakça:
Rubenstein, Diane. “The Mirror of Reproduction: Baudrillard and Reagan’s America.” Political Theory, vol. 17, no. 4, 1989, pp. 582–606. JSTOR, http://www.jstor.org/stable/191399. Accessed 27 Jul. 2022.
Özkent, Yasemin. “Postmodernizmi Netflıx’ten Seyretmek: Metinlerarasılıktan Nostaljiye Stranger Thıngs.” Moment Dergi 7.2 (2020): 314-333. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1201680