Star Wars Orijinal Üçlemesine ilk baktığımızda iyinin ve kötünün kalın bir çizgiyle birbirinden ayrıldığı, her şeyden habersiz büyüyen kahramanımızın yaşadığı macera sonunda gezegene huzur ve barış getirdiği, güçlü kötü adamların sevginin gücüyle yenildiği bir evren görmek mümkün. Fakat birer yap-boz parçaları gibi filmler birbirilerini tamamladıkça oluşan mitler, evrenler, hikâyeler ve iki boyutlu olmaktan çıkan karakterlerle birlikte Star Wars kalbimizde, zihnimizde ve sinema tarihinde büyük bir iz bıraktı.
George Lucas’ın etkisi altında büyüdüğü macera hikâyelerine, bilim kurgunun gölgesinde küçük bir saygı duruşu olarak çekmek istediği Star Wars zamanla öyle bir hâle geldi ki, sinema kültürüne yeni ifadeler eklerken kendisinden sonra gelen bilim kurgu filmleri için büyük bir ilham kaynağı oldu.
Star Wars’un klasik bir hikâyeye sahip olduğunu söyleyebiliriz fakat biliyoruz ki, sinemada ‘mesih’in macerası’ hareketini başlatan ve bu hareketin blockbuster öncüsü olan yönetmen George Lucas’dı.
Sade ve neredeyse zarif bir dille başlayan seri, daha seyirciyle buluştuğu ilk günden bilim kurgu ve fantezi dallarında adını duyurmayı başarıyor. İnce işçilikle hazırlanmış evrenleri, karakterleri, trajedileri ve sadece teknik ekibin sıfırdan yarattığı galaksi bir yana, hikâyeye hizmet eden diyaloglar ve alegorilerle de seyir zevkinizi ikiye katlıyor.
Star Wars: A New Hope (Yeni Bir Umut) bir blockbuster filminden bekleyeceğiniz her şeyi içinde barındırıyor. Akıcı bir hikâye, ilginç karakterler, ritmik aksiyon sahneleri ve mutlu son. A New Hope devam filmleri olmadan kendi başına ayakları üzerinde durabilen tek Star Wars filmi olmakla kalmıyor, aynı zamanda çok kısa bir sürede bize tamamen sıfırdan yazılan bir evreni, başarılı bir şekilde, tanıtıyor.
Gary Kurtz tarafından yapımcılığı üstlenilen, George Lucas’ın yönettiği film, güzel yazılmış bir destanı aratmıyor. Efektif kullanılan sahne aksesuarları, makyajlar ve dekorlar sayesinde bir saniye olsun baktığımız evrene yabancılaşmıyoruz. Lucas fantezi ve bilim kurguyu öyle başarılı bir şekilde harmanlamış ki, amcasının yanında çiftçilik yapan genç bir çocuğun büyüyüp kaderini yazması 2023 senesinde bile bize sıkıcı gelmiyor.
Kalıplarından çıkarılmış, beklenmedik bir şekilde insanlaştırılmış, sevilmesi kolay karakterlerimizle maceranın içinde kaybolmamak neredeyse imkânsız. Kötü adamlarımızın bile kendilerine ait sağlam hikâyeleri olduğunu anlayabiliyoruz. A New Hope tüm derdini limitli bir süreyle, sadece başarılı oyunculuklarla ve John Williams’ın eserleriyle seyirciye aktarmayı başarıyor. Yılına göre denenmemiş kamera hareketleri, yapımcıların maliyetlerine bakmayı bile reddettiği set tasarımları, başarılı bir yazar ekibi, mükemmel bir ses tasarımı ve akıllı aynı zamanda takıntılı bir yönetmen, Star Wars’u Star Wars yapan her şey, yani A New Hope.
Yönetmenin formülize edilmiş hikâyelerde başarılı olmama şansı çok düşüktür fakat Lucas’ın ‘kahramanın yolculuğu’ olarak tanımladığı senaryo alışılmış anlatımlardan oldukça uzak. George Lucas’ın da belirttiği gibi aşırı tanıdık gelen fakat uzun zaman önce çok çok uzak bir galakside geçen macera, yönetmenimizin son anda umutlarını kaybetmesine neden olacak kadar özgün bir iş. Lucas’ın söylenilen her şeye rağmen sahip olduğu spesifik ve katı sanat görüşü anlatmak istediği hikâyenin yarım kalmamasına neden oluyor çünkü Star Wars çıktığı dönem kapsamında aklı yerinde bir yönetmenin üstleneceği bir iş değil.
A New Hope’un böylesine büyük bir riske rağmen başarılı olmasını ise yönetmenimizin sanat görüşüne borçluyuz. A New Hope sinematografik bir açından incelendiğinde çok parlak bir iş değil elbette fakat dahiliklerle dolu olduğunu inkâr edemeyiz. Filmin bugün bile rahatlıkla izlenen bir görsele sahip olması, Lucas’ın istediği görüntüye sahip olabilmek için birçok yeni teknoloji geliştirtmiş olmasına borçlu.
Aynısını klasikleşmiş hikâye için söylemek mümkün, mükemmel bir anlatım değil fakat tabuları yıkmayı ve seyirciyi kendisine çekmeyi başarıyor, bunların hepsini de sağlam bir kurgusal dünya inşasına borçlu. Lucas’ın esinlendiği işlere bağlı olması ve ilgi çekici bulduğu teknikleri dönüştürüp geliştirerek filmin her noktasında kullanması onun auteur bir yönetmen olduğu izlenimini veriyor.
Empire Strikes Back (İmparator) için daha farklı konuşmak mümkün. Yönetmen koltuğuna Irvin Kershner’ın geçmesiyle sanat dili keskin bir Star Wars izlemeye başlıyoruz. Paralel hikâye anlatımı başarılı ve sırıtmıyor, karakterlerimizin gelişimlerini soluksuz bir şekilde izliyoruz. En önemlisi ise filmin elle tutulur bir sinematografiye sahip olması. Altın Oran tekniği sıkça gözümüze çarpsa da filmin karakterlere özel renk paletleri oluşturması bizi New Hope’un etkisinden hızla çıkarıyor.
Star Wars, Empire Strikes Back ile gerçek bir bilim kurgu serisine dönüşüyor. Force’un kendine ait matematiğini, uzayın ve uzayda gerçekleşen savaşın kurallarını, ilk filmden beri bahsedilen kudretli İmparatorluğu ve gerçek bir asi üssünü görüyoruz. Büyüyen ve daha da ciddileşen bir savaş filmine sürüklenirken Lucas’ın özellikle savaş sahneleri için İkinci Dünya Savaşı’ndan esinlendiğini çok daha net görmek mümkün.
Irvin Keshner’ın da etkisiyle evren daha da genişliyor fakat bu sefer hikâye ve karakterler de bu büyümede yerlerini alıyorlar. Luke’un başarısızlığı film boyunca güçlü bir lanet gibi onu takip ediyor, Leia politize olmuş karakterinden çıkıp savaş alanına inerken, Han ilk filmin aksine savaşmak için yeni değerlere sahip oluyor. Empire Strikes Back gerçek bir bilim kurgunun her notasına değinirken Star Wars’u asıl Star Wars yapan ‘efsane’ kimliğini kaybetmiyor.
Serinin son filmi için yönetmen koltuğuna Richard Marquand geçiyor. Return of the Jedi, kendinden önceki tüm filmlere kıyasla masalsı bir anlatıma geçiyor. A New Hope’un yarattığı mitolojik esintiden ve Empire Strikes Back’in tüm ciddiliğinden uzakta kendi sesini bulmaya çalışıyor. Bir Star Wars final filmi olarak elbette seyirciyi ekran başında tutmayı başarıyor fakat ne ilk filmin başarılı evren kurgusuna, ne de ikinci filmin göze çarpan sinematografisine yaklaşamıyor.
Return of the Jedi serinin belki de en zayıf halkası olarak anılmasına rağmen maceranın sonunu amaçladığı gibi, akıcı bir şekilde, seyirciye geçirmeyi başarıyor. Savaş sahnelerinin verdiği görsel seyir zevkini, Luke’un hikâyesinin sonuna gelmesini ve belki de macera boyunca elde ettiği başarılardan biri olarak Darth Vader’ı kendi yöntemi ile yenmesini seyirci olarak zevkle izliyoruz.
Elbette Star Wars yazımızı, müzikleriyle John Williams’a ve ses tasarımıyla Ben Burtt’a değinmeden bitiremeyiz. Bölümlerinde ustalaşmış, dahi olarak nitelendirebileceğimiz bu iki isim olmadan Star Wars kesinlikle bugün sahip olduğu başarıyı yakalayamazdı. Filmlerin başarılarının ardında sadece yönetmenin ve oyuncu ekibinin olmadığını kanıtlayan en güzel işlerden biri Star Wars. Set mekaniklerinden, sıfırdan inşa edilen mekanlara ve teknolojilere, daha iyi görüntü elde etmek için özel tasarlanan lenslerden ve ışıklardan, ses tasarımına, görüntü tasarımına, kostüm ve makyaj ekibine, senaryo ekibine; kısacası filmin elleri ve ayakları olan tüm set önü ve arkası ekibine ait bir iş Star Wars.
Yalnız bir yetimin ailesini bulması ve tüm galaksiye barış ve huzur getirmesi belki çok daha farklı şekillerde anlatılabilirdi ama bu kadar aklımızda ve kalbimizde yer eder miydi bilmiyoruz fakat Lucas’a ve ekibine böylesine güzel ve detaylarla kurgulanmış bir evren yarattığı için teşekkür etmekten de kendimizi alamıyoruz.