“Mücadelenin imkânsız göründüğü zamanlar olacaktır. Bunu zaten biliyorum. Yalnız, emin olamayan, düşmanın büyüklüğü karşısında cüce gibi kalmış… Hatırla; Özgürlük saf bir fikirdir. Kendiliğinden ve herhangi bir talimat olmadan meydana gelir.”
Padme Amidala’nın, “Demek özgürlük böyle ölüyormuş, bir sürü alkışla.” sözleri eşliğinde doğan İmparatorluk, aslında Cumhuriyet’in yıllardır savaştığı savaşa nokta koymak için getirdiği bir sistemdi. Klon Savaşları galaksinin dört bir yanında öylesine büyük bir yıkıma yol açmıştı ki, Galaktik Senato üyeleri geçen üç yıl boyunca hem askeri hem mali olarak çok fazla kayıplar vermişti. Naboo’nun güvenilir senatörü Palpatine ise bu kayıpları durdurabilmek için savaşın tek elden yönetilmesi gerektiğine inanıyordu.
Jedi Konseyi savaşı kontrol altına almak konusunda yetersizdi, Güç olarak tabir ettiğimiz inançları onları durduruyor, baskılıyor ve zamana ayak uydurmaktan alıkoyuyordu. Kendi aralarında siyah, beyaz ve grinin etikliğini tartışmak onları, çevrelerini saran karanlığa karşı savunmasız bırakmıştı. Konsey’in koruması gereken denge, galaktik huzur ve hayatlar; kazanamadıkları bir savaşın, hatta düzenin kendisine karşı savaştıkları bir savaşın, yıkıntıları arasında hayata tutunmakta zorlanıyordu. Cumhuriyet’in insanları yalnız bırakılmıştı.
İmparatorluk, yozlaşmış ama akıllıca yazılmış bir oyunun meyvesiydi fakat galaksiye hükmettiği yirmi dört yıl boyunca insanlarını korkuyla, tehditle ve baskıyla yönetmişti. Palpatine, Güç’ün karanlığını yeni düzenin her bir katmanına ilmek ilmek işlemeyi başarmıştı. Sadece yirmi dört yılda öylesine acımasız bir tiranlık kurmuştu ki, İmparatorluğun gücünü ve kudretini sorgulayan her insan, bunun bir bedelinin olacağını bilerek sessiz kalmaya itilmişti. Başından beri korktukları ve kendilerini savunmaya çalıştıkları düşmanın aslında onları yöneten eller olduğunu bilmeden, Palpatine’in İmparatorluğu için çalışmışlardı.
“Ne zamandır uykudaydık. Birbirimize yetiyorduk, Ferrix vardı; işlerimiz, günlerimiz vardı. Birbirimize yetiyorduk ve bizi rahat bıraktılar. Ticaret yollarını açık tuttuk ve bizi rahat bıraktılar. Paralarını alıp onları görmezden geldik, çarklarının dönmesini sağladık ve gittikleri anda onları unuttuk. Çünkü birbirimize yetiyorduk. Ferrix bizimdi. Ama uykudaydık. Ben de uykudaydım. Yüzleşmek istemediğim gerçeğe sırt çeviriyordum.”
Klasik Üçleme’den önce, İmparatorluğun fiziksel yıkılışından önce, Andor ve Rogue One bize insanlığın nasıl İmparatorluğa karşı birleşerek bir el olduğunu gösterirken, aynı zamanda Luke Skywalker’ın ve Eski Jedi Düzeni’nin zaferinin bir kıvılcımdan ibaret olduğunu da anlattı. Tony Gilroy’un kamerasıyla Star Wars evrenine baktığımızda, yenilmezi yenmek için kahraman olmamıza ihtiyaç olmadığını gördük. Sıradan insanlar, çiftçiler, pilotlar, askerler, çöpçüler, tamirciler, din adamları, politikacılar, memurlar; İmparatorluğun boynuna basıp emeğini elinden zorla aldığı her insan, özgürlük uğruna bir şeyler yapmayı göze almayı seçtiğinde savaş başlamıştı.
“Galaksinin merkezinde iyileşmek bilmeyen bir yara var. Pas gibi etrafımızdaki her şeye bulaşan bir karanlık var. Büyümesine göz yumduk, buraya da geldi. Buraya da geldi ama artık ziyaret etmekle kalmıyor. Kalmak istiyor. İmparatorluk karanlıkta büyüyen bir hastalık. Biz uyuduğumuz için yaşıyor. Ölülerin size savaşmayı söylemesi kolay. Belki doğrudur, savaşmak bir işe yaramayabilir. Belki artık çok geçtir. Ama şu kadarını söyleyeyim, elime tekrar bir fırsat geçse daha erken uyanır ve o piçlerle savaşırdım. En başından beri. İmparatorluk’la savaşın!”
Asiliğin tam olarak ne zaman bir birlik haline geldiğini şu an için detaylarıyla bilmiyoruz fakat Luthen Rael, Mon Mothma ve Saw Gerrera’nın gerillalar, casuslar, sabotajcılar ve suikastçılardan oluşturdukları ekiplerinin, Asi Birliği’nin temellerini atmış olduğu bariz. Luthen Rael kendi sözleriyle, “düşmanının yolunu” izlediği süreçte gözden çıkardığı hayatların ağırlığı altında ezilirken, Mon Mothma doğru olanı yapmak uğruna ailesinden ve değerlerinden vazgeçmiş, Saw Gerrera ise normal bir hayata giden tüm yollara sırtını dönmüş bir şekilde gerilla savaşı sürdürüyor.
Galaksinin dört bir yanındaki ayaklanmaların kıvılcımlarını yakan şeyin bağımsızlık özlemi değil, bastırılmışlığın ve korkunun verdiği öfke olduğunu görmek seyirci olarak bizi üzse de aynı zamanda hepimize birer umut ışığı yakıyor. Yolun sonu ne kadar karanlık olursa olsun körleşmiş bir halkın farkında olmadığı baskı, asiliğin olaylara karışmasıyla yolu daraltıyor ve kimsenin nefes almasına izin vermeyecek bir raddeye getiriyor durumu. Sırtımızı döndüğümüz, başımızı eğdiğimiz müddetçe karanlığın üstümüzde durmayacağını düşünsek de Andor bunun mümkün olmadığını gözler önüne seriyor. Rogue One’ın açılışında da gördüğümüz gibi, nereye gidersek gidelim, nerede saklanırsak saklanalım İmparatorluk bir şekilde hayatımıza dahil olmanın bir yolunu buluyor.
Rüzgârın dönmesiyle adaletin hiçbir noktaya erişememesi, suçsuz insanların İmparatorluğun çarkında işlemek zorunda bırakılan birer alete dönüşmesi, Luthen’ın baskılarıyla sürekli hata yapan hükümetin her geçen gün daha fazla insanın kuyruğuna basması birikerek belli bölgelerde patlak verirken İmparatorluk, Gerrera’nın askerlerini avlamaktan ve bununla övünmekten ileri gidemiyor. Birbirilerinin devamı olan iki hikâyede de gördüğümüz gibi Galaktik İmparatorluk o kadar sert bir yapı ki, yıkılmıyor, bükülmüyor, eğilmiyor ve sırf bu yüzden hata yapmak İmparatorluğun dönülmesi imkânsız yollara girmesine neden oluyor.
“Ne kadar dayanacağımız ne kadar ileri gidebileceğimiz, kaçımızın dışarı çıkabileceği artık bize bağlı. Şu an neredeyseniz kalkın, çalışmayı bırakın. Hücrelerinizden çıkın, kontrolü ele alın ve tırmanmaya başlayın. Başka fırsatımız olmayacak. İstediklerini yaparak ölmektense onlara direnerek ölmeyi tercih ederim. Kafalarına göre ceza uydurduklarını biliyoruz. Dışarıda hiç kimsenin olup bitenlerden haberinin olmadığını biliyoruz. Serbest bırakıyoruz derken aslında başka bir hapishaneye gönderdiklerini de biliyoruz. Orada ölmemizi bekliyorlar. Bugün buna bir son vereceğiz. Tek bir çıkış yolu var.”
Hem Andor hem Rogue One bize; umuda tutunmanın imkansızlaştığı, haklarımızın elimizden çekip alındığı, adalet için sesini yükselten herkesin cezalandırıldığı, suçlunun ve suçsuzun birbirine karıştığı en karanlık zamanlarda bile başımızı göğe kaldırmak için sadece cesarete ihtiyaç duyduğumuzu anlatırken, bizler seyirci olarak İmparatorluğun çatlaklarının yarıklar haline gelmesini izliyoruz. Bizi kurtaracak şeyin seçilmiş bir kişi olmadığını, eşi benzeri bulunmayan bir kahramanın gelmeyeceğini ve geleceğimizin bizim ellerimizde olduğunu hatırlıyoruz. Şu an durduğumuz yerden baktığımızda kırılmış, paramparça bir topluluk görebiliriz fakat umut tamamen yok olmuş değil.
Biz savaşmaya devam ettiğimiz sürece umut da var olmaya devam edecek.
“İmparatorluğun kontrol ihtiyacı çok çaresiz çünkü bu doğal değil. Tiranlık sürekli çaba gerektirir. Kırılır, sızdırır. Otorite kırılgandır. Baskı, korkunun maskesidir. Bunu unutma ve şunu bil, tüm bu çatışmaların ve savaşların, bu başkaldırı anlarının, İmparatorluk otoritesinin kıyılarını doldurduğu gün gelecek ve o zaman çok fazla olacak. Kuşatmayı tek bir şey kıracak: Denemek.”