Bu senenin en çok beklenen filmi Spider-Man: No Way Home, dünyanın her yerinden herkes için bir yeni yıl hediyesi tadında vizyona girdi. Jon Watts imzalı film, vizyona girdiği ilk günden gişe rekorları kırmayı başardı.
Aşağıda yazdığımız inceleme ise spoiler içermektedir.
“Birini düzeltmeye çalışırsan, bunun sonuçları olur.”
Sorumluluğun Üzerinde Ahlak
Spider-Man: No Way Home’daki tüm çoklu evren olayı bir yana, burada Peter Parker’ın en kötü kabusunun gerçekleşmesiyle ilgili bir hikaye var. Tüm dünya Spider-Man‘in gizli kimliğini biliyor. Bu durum hem kendisini hem de sevdiklerini büyük riske atıyor. No Way Home bize Peter’ın bunu düzeltmek için yapacağı aşırılıkları ve bu seçimin geniş kapsamlı sonuçlarını gösteriyor.
Peter’ın kimliğinin açığa çıkmasıyla dünyası artık alt üst olur. May, Ned ve MJ’in hayatları da Peter ile sahip oldukları yakınlıktan ötürü kötü bir girdaba kapılır. Bu yüzden Peter aklına gelen tek mantıklı şeyi yapar: Bir Avenger arkadaşından yardım ister.
Spider-Man: No Way Home’da Peter için ortaya çıkan ikilem, neredeyse klasik bir Spider-Man çizgi romanından çıkmış bir bilmecedir. Peter basit olan yerine doğru olanı yapmaya karar verir. Eylemlerinin kendisi ve sevdikleri için bu genci daha önce hiç olmadığı gibi sarsan sonuçları vardır. Strange bir noktada “Bazen hala bir çocuk olduğunu unutuyorum” der. Bu, Peter’ın çektiği acıyı tek bir satırda özetlemeye yetiyor. Peter, hayatında gördüğü ve yaptığı her şeye rağmen, hala bir çocuk ve verdiği kararlar dürtüsel ve hatta yanlış olabilir.
No Way Home’un ana hikayesi aşina olduğumuz “büyük güç büyük sorumluluk getirir” sözünü temel alıyor. Burada Peter, muhtemelen ölecek olsalar bile süper kötüleri kendi evrenlerine geri göndermek ile ilgili ahlaki bir çatışma yaşar. May hala insanların ikinci bir şansı hak ettikleri dersini verir. Böylece Peter altı süper kötüyü ölmemeleri için “düzeltmeye” ve onları bu şekilde eve göndermeye karar verir.
Tanıdık Yüzler
Konu açısından bakıldığında, No Way Home’un sonunda biraz ritim bulduğu yer burası. Tanıdığımız kötü karakterlerin bir araya geldiği o nokta. Film, MCU’nun sahip olduğu en iyi kötü karakterleri bize hatırlatıyor. Willem Dafoe’nun 2004’ten beri oynamadığı Green Goblin rolünü yeniden canlandırmasını ve ona sahip olduğu her şeyi vermesini izlemek gerçekten heyecan verici. En iyi Spider-Man filmi olarak geçen, Tobey Maguire’ın 2. filminden Otto Octavius’u karşı konulamaz aksanıyla tekrar izliyoruz. Sonrasında hikayeye Sandman, Lizard ve Electro da ekleniyor. Film, tüm karakterleri bir odaya toplanıp birbirleriyle etkileşime girdiklerinde bir patlama yaşıyor.
Peter bu kötü karakterleri iyileştirmeye çalışıyor. Fakat bir noktada bu iyi niyeti, geri dönüşü olmayan bir kayba neden oluyor. Bunun sonucunda gelen öfkeyi kontrol etmede pek başarılı olamıyor. Peter, düşmanlarına yardım etme içgüdüsü ile çok daha karanlık bir intikam alma dürtüsü arasında kalıyor. Tam burada ise yardım, aynı olayları başka evrenlerde tecrübe etmiş kendi alternatif versiyonlarıyla geliyor.
Diğer yandan film Doctor Strange ile ne yapacağını bilmediği için onu uzun süre saf dışı bırakıyor. Cumberbatch ve Holland arasında çok fazla kimya yok. Strange, Peter’la olan ilişkisi yerine, sadece hikayenin işlenmesini kolaylaştırmak için filmde bulunuyor. Elbette, bu Strange’in filmi değil. Yine de bulunduğu her sahne önemli ve izlemesi keyifli.
Nostalji Treni
Bu filmi en iyi yapan olgunun, açık ara nostalji damarına dokunması olduğunu söyleyebiliriz. Kötü adamlar evrenler arası sıçrama yapabiliyorlarsa, diğer Spider-Man versiyonlarının da yapabileceği akla yatan bir fikirdir. Önce Garfield ve sonra Maguire, Peter’ın kötü adam istilası probleminde hızlı bir şekilde ortaya çıkıyor. Sevdiklerini kaybetmekten, romantik ilişkilerin zorlu bir hal almasına kadar, hepsi aynı zorluklarla ilgili varyasyonlarla karşı karşıya kaldıkları için, film kolayca ulaştığı komedi unsurlarını daha derin hayat dersleriyle dengeliyor.
Garfield, kariyerinde her yeni filmiyle yeteneğini sergilemeye devam etti. Fakat burada iki Spider-Man arasında bu rol için doğmuş olduğunu tekrar göstermeyi başarıyor. Artık görece daha yaşlı ve bilge Maguire, yıllardır onu ekranda görmeyen izleyicilere onu neden bu kadar çekici bulduğumuzu hatırlatıyor. Spider-Man’in üç farklı versiyonu da bu karakterin insanlar için neyi temsil ettiğini tam olarak keşfetme fırsatı yaratıyor.
İşin püf noktası, arka cebinde Maguire ve Garfield olduğu için bu film kötü eleştirilerden bir nevi paçayı sıyırabiliyor. Bu ikili ekrana çıktıklarında izleyici aklını kaybediyor. No Way Home, Spider-Man karakterini sahiplenmiş olan herkes için neredeyse bir ödül gibi geliyor. Bahsi geçen bu ödül, Holland, Garfield ve Maguire’ın ekranı birlikte paylaştığına tanıklık etmek. Bu üçlünün birlikte Özgürlük Anıtı’ndan atlamalarını izleyebilmek paha biçilemez. No Way Home, önceki filmlerin mükemmel olduğunu iddia etmiyor. İzleyicinin de beğenmediği unsurlarla dalga geçiyor. Son yirmi yıldır, Spider-Man öykülerini yakından takip eden izleyicilerin salondan mutlu ayrıldıkları bir film oluyor.
Tom Holland’ın Versiyonu
Bu, Spider-Man olarak Holland’ın oynadığı altıncı film. Bu 6 farklı hikaye boyunca, Holland’ın karakterinin büyüdüğünü veya değiştiğini ya da onu bu hikayeler boyunca neyin yönlendirdiğini söyleyemeyiz. Çünkü bunca zaman, Spider-Man, o film için neye ihtiyaç varsa o oldu. Bu filme kadar farklı çatışmalar yaşasa bile filmler arasında karakter gelişimi göstermiyor. Bu durum diğer iki filmi ve Holland’ın versiyonunu başarısız kılıyordu. Fakat bu filmde küçük Tony Stark yerine gerçek bir Peter Parker izlemeye başlıyoruz. Gelecek Spider-Man filmlerinde Peter’ın üniversite maceralarını ve kaotik romantik hayatını bir arada yürüttüğü yeni bir dönem izleyeceğimizin sinyallerini alıyoruz.