Sözde Eşitlik: Ailede Güç Dinamikleri ve Karar Alma Süreçleri

Editör:
Berfin Dağaslan
spot_img

Bir akşam yemeği sofrası hayal edelim. Aile bireyleri masaya oturmuş sohbet ediyor. Tabaklar dolup boşalıyor, bardaklar tazeleniyor. Ancak bu sırada bir kişi hep hareket halinde: Anne. O; sofrayı hazırlayan, eksikleri tamamlayan, çocukların yemeklerini düzenleyen, herkes doyduğunda ise en son oturan kişi. Günümüz modern toplumlarında, aile içinde kadın ve erkeğin eşit olduğu yanılgısı sıkça dile getirilir. Kararlar birlikte alınır, işler paylaştırılır. Ancak gözle görünmeyen bir şey vardır: Bu kararlar gerçekten eşit mi alınıyor? Yoksa kadının emeği, toplumsal bilinçaltında hâlâ ikincil mi konumlandırılıyor?

Toplumda yaygın olan “Kadın ve erkek artık eşit, her şey değişti” söylemi, gerçeklikten ne kadar uzak? Bu yazıda aile içinde sözde eşitliğin nasıl inşa edildiğine, psikolojik ve sosyolojik dinamiklerin kadınları nasıl geri planda tuttuğuna ve görünmez emeğin karar alma süreçlerini nasıl etkilediğine yakından bakacağız.

Toplumsal Normlar ve Bilinçaltı Kodları: Kadın ve Erkek Rollerinin Şekillenişi

dissentmagazine.org

Toplumsal cinsiyet rollerinin şekillenmesi, bireyin doğumundan itibaren maruz kaldığı bilinçaltı kodlarla başlar. Aile içinde, eğitim sisteminde, medya içeriklerinde ve toplumsal etkileşimlerde kadın ve erkeğe biçilen roller, zaman içinde kimliklerinin bir parçası haline gelir. Kadın; çoğunlukla fedakar, duygusal, uyum sağlayan ve destekleyici bir figür olarak inşa edilirken erkek; karar verici, otoriter, bağımsız ve güçlü olarak kodlanır. Bu kodlamalar o kadar derin ve içselleştirilmiştir ki çoğu zaman bireyler farkında olmadan bu rolleri kabullenir ve hayatlarına taşırlar.

Psikolog Carol Gilligan’ın çalışmalarına göre: Kadınların toplumsal beklentiler nedeniyle daha çok “ilişkisel düşünmeye” yönlendirildiği, erkeklerin ise bireysel ve otoriter karar alma yetisine sahip olduğu görülür. Bu da kadınların karar mekanizmalarındaki etkisinin pasifleşmesine yol açar.

Küçük yaşlarda oyuncak seçimlerinden başlayarak şekillenen bu roller ilerleyen yaşlarda kariyer tercihlerine, ilişki dinamiklerine ve aile içi sorumluluk dağılımına kadar geniş bir yelpazede kendini gösterir. Kız çocukları için ideal olan “sessiz, uyumlu, düşünceli” olma hali; onların ilerleyen yıllarda düşüncelerini özgürce ifade etme, haklarını savunma ve karar mekanizmalarında aktif rol alma konusunda çekimser kalmalarına neden olabilir. Erkek çocuklarına ise genellikle “risk almanın, liderlik yapmanın ve güçlü durmanın” öğretilmesi onların büyüdüklerinde kadınların kararlarına daha az güven duyan ya da onların görüşlerini ikinci planda değerlendiren bireyler haline gelmelerine yol açabilir.

Toplum tarafından kadınların doğası gereği daha şefkatli, duygusal ve fedakar olduğu iddiası, onların ev içi işlerden sorumlu tutulmasını normalleştirirken erkeklerin rasyonel ve soğukkanlı oldukları savı, onların yönetici ve otorite figürü olarak konumlandırılmalarını pekiştirir. Tüm bu süreç sadece kadınların aile içindeki rolünü değil; aynı zamanda onların ekonomik bağımsızlıklarını, mesleki yükselişlerini ve toplumsal temsillerini de etkileyerek geniş çaplı bir eşitsizlik düzeninin sürdürülmesine sebep olur.

Bilinçaltı kodlarının en tehlikeli yanı ise zamanla kadınların ve erkeklerin bu rolleri doğuştan gelen ve değiştirilemez gerçeklikler olarak görmeye başlamalarıdır. Kadın, bir karar alma sürecinde fikrini beyan etse bile son kararı erkeğin vermesi gerektiği düşüncesi çoğu zaman içselleştirilmiş bir norm olarak varlığını sürdürür. Erkek ise bu durumun farkında bile olmadan doğal bir düzenin işleyişi gibi davranır. İşte tam da bu noktada, eşitlik algısının sorgulanması ve bu kodların nasıl nesilden nesle aktarıldığının fark edilmesi kritik bir öneme sahiptir. Çünkü gerçek eşitlik sadece yasalarla ve dışsal değişimlerle değil, bireylerin bilinçaltında kök salmış bu toplumsal kalıpların dönüştürülmesiyle mümkün olabilir.

Ev İçi Emeğin Görünmezliği: “Yardım Eden” Erkek, “Sorumlu” Kadın ve İkinci Vardiyanın Yükü

Fotoğraf: Bettye Lane, 8 Mart 1977 / Çeviri: “Ev İşine Ücret”

Günümüz toplumunda kadınların iş gücüne katılım oranı artsa da, ev içi iş bölümü hâlâ eşit şekilde paylaştırılmamaktadır. Geleneksel toplumsal roller, ev işlerini ve bakım emeğini kadınların doğal sorumluluğu olarak konumlandırırken erkeklerin bu süreçlere katılımını bir lütuf ya da yardım olarak değerlendirme eğilimindedir.

Arlie Hochschild’in İkinci Vardiya (Second Shift)” kavramı, çalışan kadınların işten döndüklerinde evde ikinci bir mesaiye başlamalarını ifade eder. İş yerinde ekonomik üretime katkı sağlayan kadın; eve geldiğinde de yemek yapma, temizlik, çocuk bakımı ve diğer ev işlerinden sorumlu olmaya devam eder. Oysa erkek için mesai iş yerinde sona ererken kadın için hayatın tüm alanlarına yayılan kesintisiz bir yük haline gelir.

İkinci vardiya, kadınların kendilerine ayıracak vakitlerinin neredeyse hiç kalmaması anlamına gelir ve bu da onların bireysel gelişimlerini, sosyal ilişkilerini ve ruhsal dengelerini olumsuz etkiler. Dahası, kadınlar bu eşitsizliğe itiraz ettiklerinde “Ev işlerinde biraz daha fazla sorumluluk almak neden bu kadar büyük bir mesele?” ya da “Ama biz de yardım ediyoruz” gibi tepkilerle karşılaşarak suçluluk duygusuna itilebilirler. Oysa burada asıl sorun, ev işlerinin bir yardımlaşma meselesi değil, eşit bir sorumluluk paylaşımı olması gerektiğinin göz ardı edilmesidir.

Gerçek bir toplumsal dönüşüm yalnızca kadınların iş gücüne katılımıyla değil, erkeklerin de ev içi emeğe aktif ve bilinçli bir şekilde dahil olmasıyla mümkündür. Ev işleri, kadınların doğal görevi değil, herkesin ortak sorumluluğudur. Ancak bu anlayış yerleştiğinde kadınlar için ikinci vardiya sona erebilir ve ev içi emek, görünmez olmaktan çıkarak hak ettiği değeri görmeye başlayabilir.

Psikolojik Etkiler: Karar Alma Mekanizmasında Kadının Konumu

World Wide Transports

 

 

Toplumsal normlar, kadınların aile içindeki karar alma süreçlerinde nasıl konumlandırıldığını büyük ölçüde belirler. Geleneksel yapılar, erkeği ailenin nihai karar vericisi olarak öne çıkarırken kadını ise bu süreçlerde destekleyici ve ikincil bir figüre dönüştürür. Birçok evde kadın çocukların eğitimi, aile bütçesi, taşınma, tatil planları gibi önemli konular hakkında görüşlerini sunsa da nihai kararın erkeğin elinde olması gerektiği algısı hâlâ yaygındır.

Kadının düşünceleri “fikir beyanı” olarak değerlendirilirken erkeğin düşünceleri “karar almak” olarak görülür. Bu hiyerarşik yapı, kadının sadece ekonomik veya hukuki meselelerde değil, günlük yaşamı etkileyen en temel kararlarda bile söz hakkının kısıtlanmasına neden olabilir. Bunun psikolojik etkileri ise kadınların yalnızca ev içindeki rollerini değil, bireysel gelişimlerini ve özgüvenlerini de doğrudan etkiler.

Karar alma mekanizmasında edilgen bir role itilen kadınlar, zaman içinde yalnızca kendi kararlarını değil, kendi duygularını da geri plana atmaya başlar. Toplumsal olarak kadının anlayışlı, fedakar ve uyumlu olması gerektiği öğretildiğinden birçok kadın içsel çatışmalar yaşasa bile sessiz kalmayı tercih eder.

Eşinin veya ailesinin vereceği tepkilerden kaçınmak, huzuru korumak ya da çatışma çıkmaması için kendi isteklerinden feragat etmek kadınlar için öğrenilmiş bir davranış haline gelir. Buna duygusal yük eklenir; çünkü kadın yalnızca fiziksel olarak değil, zihinsel ve duygusal olarak da sürekli bir dengeleyici rol üstlenir. Ailede oluşabilecek gerilimleri önceden sezip önlemeye çalışmak, eşin veya çocukların duygusal durumlarını analiz edip ona göre hareket etmek, ev içindeki ilişkileri sağlıklı tutmaya çalışmak gibi görünmez sorumluluklar kadınların omuzlarında birikir. Bu durum zamanla sessiz fedakarlık adı verilen psikolojik bir kalıba dönüşür.

Kadın; kendi ihtiyaçlarını, isteklerini ya da duygularını ifade etmemeye, hatta çoğu zaman fark etmemeye başlar. Kendi isteklerinin önemli olmadığını düşünen, sürekli başkalarının mutluluğunu önceleyen bir kadın, uzun vadede öz kimliğinden uzaklaşabilir ve kendisini bir birey olarak değil; sadece bir eş, anne ya da bakım veren bir figür olarak görebilir. Bu fedakarlık döngüsü içinde kadınların çoğu, zamanla kendi kararlarını almayı bırakır ve bir başkasının yönlendirmesine bağımlı hale gelir. Bu durum ise psikolojide öğrenilmiş çaresizlik olarak adlandırılan bir kavrama karşılık gelir.

Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin defalarca engellendiği veya başarısız olduğu bir durumda artık mücadele etmekten vazgeçmesi ve değişimin mümkün olmadığına inanmasıdır. Kadınlar yıllarca karar mekanizmasının dışında tutulduğunda kendi başlarına bir karar almaktan çekinir hale gelebilir ve “Benim fikrim önemli değil.” ya da “Ben zaten doğru karar veremem.” düşüncesi bilinçaltına yerleşebilir.

Sürekli olarak kararlarının sorgulanması ya da geçersiz kılınması, kadının zaman içinde kendi fikirlerine ve yargılarına güvenmemesine neden olabilir. Kendi kararlarını almak yerine eşine, ailesine ya da toplumdaki otorite figürlerine bağımlı hale gelmek kadının bireysel varlığını silikleştirir. Zamanla “Hayır” demek zorlaşır, çünkü kadın bir süre sonra zaten kendi isteklerinin önemli olmadığına hatta itiraz etmenin gereksiz olduğuna inanmaya başlar.

Gerçek Eşitliğe Doğru Adımlarda Çözüm Nasıl Olmalı?

Cepr.org

Eşitlikçi bir aile modeli için çocukluktan başlayan eğitimin önemi yadsınamaz. Toplumsal cinsiyet rolleri o çağda öğrenilir ve bilinçaltına kazınır. Küçük yaşlardan itibaren erkek çocuklarının karar alıcı, kız çocuklarının ise destekleyici rollerle yetiştirilmesi ilerleyen yıllarda aile içindeki eşitsizliği pekiştirir. Eşitliğin temelini atmak için ailelerin çocuklarına cinsiyet farkı gözetmeksizin sorumluluk ve karar alma becerisi kazandırması gerekir. Kız çocuklarına fedakarlık ve uyum dayatılırken erkek çocuklarına otorite ve güç yüklenirse ilerleyen yıllarda eşit bir ortaklık kurmak imkansız hale gelir.

Gerçek şu ki ailede eşitlik ancak ve ancak mevcut güç dinamiklerinin sorgulanması ve yıkılmasıyla mümkün olabilir. Psikolojik olarak manipüle edilen, kendi kararlarını sorgulamak zorunda bırakılan kadınların özgüveni sistematik olarak yok edilir. Erkekler ise güçlü olmak zorunda bırakılan, empati ve duygusal sorumluluk taşımaktan muaf tutulan bir kalıba sıkıştırılır. Bu, hem kadınlar hem de erkekler için bir baskıdır. Ancak unutmamamız gereken en önemli nokta şu: Bu düzenin sürmesini sağlayan şey, onu kabul etmek ve olağanlaştırmaktır.

Eşitlik, toplumsal dönüşüm olmadan sağlanamaz. Yasalar ne kadar gelişmiş olursa olsun, aile içinde kadınların söz hakkı olmadığı sürece kadının toplumdaki yeri hep destekleyici konumunda kalacaktır. Aile, toplumun temel yapı taşıdır ve eğer ailede eşitlik yoksa, toplumda da gerçek bir eşitlikten bahsedilemez. Erkek egemen zihniyetin belirlediği kuralların yıkılması ancak psikolojik dönüşümle ve bilinçli bir mücadeleyle mümkündür. Unutulmamalıdır ki bu mücadele bir lütuf değil, bir hak mücadelesidir. 8 Mart, “izin verilen” eşitlikleri kutlamak için değil, tarih boyunca gasp edilen hakları hatırlatmak ve geri almak için vardır. Eşitlik lütuf değil, haktır!


Kaynakça

Gilligan, Carol. Joining the Resistance. Polity Press. 1991.

Lerner, Harriet. The Dance of Anger: A Woman’s Guide to Changing the Patterns of Intimate Relationships. HarperCollins. 1985.

Hochschild, Arlie & Machung Anne. The Second Shift. Penguin Books. 2003.

Kapak görseli: yolculuk.org

spot_img

2 YORUM

  1. Bu kadar akıcı bir yazı ve o kadar da kadının toplumdaki yerini anlatan bir yazı uzun zamandır okumamıştım. Kaleminize emeğinize sağlık 👌🏻🎀🩷

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.