Söylenti Dergi’nin kültür-sanat ekibi editörleri tarafından hazırlanan bu yazı dizisinde her ay yeni bir sanatsal perspektifi keşfe çıkıyoruz. Bu ayın ikinci yazısında, ekibimiz editörlerinden Esra Şahin‘in kalemine; geçtiğimiz Haziran ayında aramızdan ayrılan, çok yetenekli biri olmasına rağmen sanatı ve ismi yıllar boyunca yaşadıkları ilişki sebebiyle Picasso’yla birlikte anılmış, Fransız ressam ve anı yazarı Françoise Gilot takıldı.
Françoise Gilot, 80 yıllık sanat kariyeriyle 20. yüzyılın olduğu kadar günümüzün de başarılı sanatçılarındandı. 2023 yılının Haziran ayında, 101 yaşında hayata veda ettiğinde ardında yaklaşık 1600 resim ve 3600 kağıt üzerinde eser bıraktı. Ancak o, öldüğü zaman bile İspanyol ressam Pablo Picasso‘yla yaşadığı çalkantılı ilişkisiyle anıldı, tıpkı yaşadığı yıllar boyunca da sanatının hep onun gölgesinde kaldığı gibi. Kuşkusuz Picasso onun hayatının değişmesinde etkili olmuştur ancak sanılanın aksine, Gilot’un yaşamı kaçınılmaz olarak Picasso’nunkiyle iç içe geçmiş değil. Gilot sanatı, kariyeri ve başarılarıyla; kendi hikayesiyle anılması gereken bir sanatçı.

80 Yıla Yayılmış Bir Sanat Hayatı, Binlerce Eser | Françoise Gilot
Françoise Gilot, burjuva ve son derece entelektüel bir ailenin tek çocuğu olarak, Paris’te dünyaya geldi. Annesi sanatçı, babası ise iş insanıydı, Gilot ayrıcalıklı bir ailede dünyaya gelmiş bir kız çocuğu olarak 6 yaşına kadar evde eğitim gördü; babası biraz katı biriydi ve kızının iyi bir eğitim almasına çok önem veriyordu. Böylelikle Gilot henüz çocuk yaşlardayken Yunan mitolojisiyle tanıştı, 14 yaşında Edgar Allan Poe ve Baudelaire gibi yazarları okumaya başladı. Diğer yandan annesinin desteğiyle resim eğitimi de alıyordu ve Avrupa’daki birçok müzeyi gezip usta sanatçıların eserleriyle daha küçük yaşlardayken haşır neşir olmuştu. Gilot, sonraları okula gitmeye başladığında sınıftaki diğer arkadaşlarından çok ileride olduğunu farkedecekti. Babası her ne kadar onun hukuk okumasını istese ve onu bu yönde yetiştirse de Gilot henüz 5 yaşındayken ressam olmaya karar vermişti.
Gilot, 17 yaşındayken Sorbonne’a kabul edildi ve burada felsefe okudu, daha sonra Cambridge’de de İngiliz Edebiyatı eğitimi aldı. Ancak bu başarıları babasının hukuk eğitimi konusunda ısrarcı olmasına engel olmadı ve Gilot, savaş yıllarında Fransa’nın Rennes şehrine, hukuk eğitimi almak için gönderildi. Fakat Gilot resim yapma içgüdüsüne karşı koyamadı ve okulu sıkça asıp gizlice sanat okumaya başladı. Burada Endre Rozsda ile çalıştı ve Julian Akademisi’nde sanat derslerine katıldı, gündüz bazen hukuk derslerine katılıyor sonrasında sanatla ilgili işlerine zaman ayırıyordu. Paris Nazi’lerin eline geçtiğinde Gilot artık (belki de bazı güvenlik nedenleriyle) tam zamanlı olarak sanata yöneldi. Gilot o yıllarda, henüz 21 yaşındayken, Paris Okulu’nun önemli sanatçılarından biri haline geldi.

Yukarıdaki eser sanatçının ilk yağlıboya işlerinden biri. Tipik bir Fransız penceresinden dışarıyı gösteren bu tabloyu incelediğimizde yoğun rek kullanımıyla karşılaşırız, bu canlı renkler Gilot’un renkçi yaklaşımını gözler önüne seriyor. Öte yandan sanatçının fırça kullanımı da dönemin sanat anlayışına uygun olarak biraz soyut. Balkon demirlerinin ötesinde gördüğümüz sıcak manzaraya odaklanan eser, sanatçının erken dönem sanatını betimlememiz için yol göstericidir nitekim Rönesans eserlerinden çokça etkilenen Gilot, ilk yağlıboya çalışmasını da Rönesans’da sıklıkla kullanılan pencere görünümü arkaplanıyla yapmıştır. Soyut sanata eğilimi de yine tablonun geneline hakimdir, Gilot’un sanat yaklaşımı kübizmle tanıştıktan sonra biraz farklılaşacaktır.

Gilot, ilk sergisini 1943’te henüz 22 yaşındayken açtı. Ve bu sergi üzerinden çok fazla geçmeden, bir akşam yemeğinde Picasso ile tanıştı; Picasso 61 yaşındaydı. Gilot sonraları verdiği bir röportajda onunla tanışmasından şöyle söz diyor: “Gerçekten düşünüyordum da eğer Picasso’yla barış zamanında tanışsaydım, hiçbir şey olmazdı.” Çünkü savaş yıllarında erkeklerin çoğu cephedeydi, üstelik Picasso’nun savaşla ilgili düşüncelerinden, cesaretinden ve korkusuzluğundan etkilenmişti. Her ne kadar Picasso’nun kadınlarla ilgili geçmişini duymuş olsa da bu durum onu ürkütmemişti, bu durumla ilgili de şöyle diyor Gilot: “Kaçınmak istemediğim bir felaketti” (Kazanjian:2023).

Tanışmalarından 3 yıl sonra, 1946’da Gilot ve Picasso 10 yıl sürecek ve onlara iki çocuk verecek bir ilişkiye başladılar ancak hiçbir zaman evlenmediler çünkü Picasso’nun ilk eşi Olga ondan boşanmayı reddediyordu. Bu sanatsal birliktelik her ikisinin de sanatını etkiledi kuşkusuz. Ancak Gilot özel olarak Picasso’nun tarzına hayranlık duymadığını söylüyor. Onun çalışmalarını çekici bulsa da “Sanat bulaşıcı bir hastalık değil… Ona sahipsinizdir ya da değilsinizdir. Eğer sahipseniz bunu kendiniz geliştirmelisiniz. Ben de kendi işimle ilgileniyordum” diyor (Kazanjian:2023).
Françoise Gilot daha çok kübizmin ilham kaynaklarının etkisinde kalmıştır; şekiller, kompozisyon, ilkel sanatın modern sanatla kurduğu ilişki, renkler vb. gibi ve bu etki sanatına büyük oranda yansır elbette. Uzun süren beraberliğin ardından Picasso’dan ayrılan Gilot 2012’de yayınlanan Artist in Conversation (Janet Hawley) isimli kitapta şöyle anlatıyor: “Pablo hayatımın en büyük aşkıydı. Ancak bazen kendinizi korumanız için bazı adımlar atmanız gerekir. Ben de bunu yaptım. Yok edilmeden önce ondan ayrıldım.”

By ayrılıktan sonra Gilot çocuklarıyla birlikte Paris’e döndü ve sanat hayatı bir süre yolunda gitmedi. Çünkü Gilot, Picasso tarafından apaçık şekilde kısıtlandı; Picasso galerilerde Gilot’un tablolarının satılmasını, sergilerde yer almasını engelledi. Bunun üzerine Gilot 1961’de Amerika’ya yerleşmeye karar verdi çünkü orada insanların daha adil olacağını düşündü, Picasso’dan ayrıldıktan sonra Fransa’da herkesin ona düşman kesildiğinin farkındaydı. Ayrıca Picasso, Gilot’un 1964 yılında yazdığı Life with Picasso isimli kitabın piyasaya çıkmasını da engellemeye çalıştı. Ancak kitap ilk çıktığı yıl 1 milyondan fazla sattı ve sonrasında da birçok dile çevrildi.

Gilot’un 1960 yılında tamamladığı bu tablo, gençken okuduğu, Virginia Woolf‘un Deniz Feneri kitabındaki öykülerle ilişkilendirdiği bir eser. Kariyerinin o dönemlerinde hayatında olanlarla da ilişkilendirerek okuyabiliriz bu eseri nitekim Gilot zorlu zamanlardan geçiyordu, sanatı engelleniyordu ve o dönem ressam Luc Simon ile pek de iyi geçmeyen bir birlikteliği vardı (1962 yılında boşandılar). O dönem hayatına çarpıp duran dalgaların bir sembolü olan bu tablo, modern çizgiler taşıyor ve Gilot’un sonraki yıllarda yapacağı sofistike eserlerin başlangıcı niteliğinde.
François Gilot aynı zamanda Picasso’yla beraber olduğu yıllarda tanıştığı Matisse’nin sanatından da oldukça etkilenmişti, onun resimlerinin canlı renkleri dolayısıyla taşıdığı enerjiyi ve kompozisyonlarını kendi sanat anlayışına daha yakın buluyordu. Matisse gibi, rengin sezgisel ve tutkulu olduğunu söylemiştir. Gilot için bir resmin taşıdığı enerji her zaman çok önemliydi. Hayal gücünün önerdiklerini abartmanın ötesine geçmenin ve sınıra ulaşmanın en iyisi olduğunu düşünüyordu. Aşağıdaki tabloda resmin genelinde yayılan kırmızı tonlar ve parlak renkler de bu anlayışı kanıtlar nitelikte. Sanatçı, kırmızının tuvalin geneline yayıldığında renk olmaktan çıkıp bir duygusal bir iklimi betimlediğini düşünüyordu.

Gilot ABD’de sanatını yeniden inşa etti, Amerikalıların onun sanatına olan ilgisinin farkındaydı. 1969 yılında bir bilim insanı olan Jonas Salk ile tanıştı, Gilot her ne kadar evliliğe çok olumlu bakmıyor olsa da Salk’la 1970 yılında evlendiler, bu evlilikten bir çocuğu daha oldu; Salk hayata veda edene kadar birlikte oldular. Gilot bu dönem boyunca New York ve Paris’teki stüdyolarında sanat icra etmeye devam etti, öyle ki sanatçının neredeyse her gün bir resim üzerinde çalıştığı söyleniyor, bu dönemde birçok olgunluk eserleri olarak anılacak çeşitli temalarda çalışma üretti. Amerika’da Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde güzel sanatlar bölümünün başkanlığını yaptı. 2018’de Senegal, Hindistan ve Venedik ziyaretlerinde oluşturduğu üç eskiz defterini yayınladı. Aşağıdaki eser, sanatçının ilerlemiş yaşına rağmen enerjik resim anlayışından hiçbir şey kaybetmediğini gözler önüne seriyor.

Gilot, modern ve çağdaş sanatın yakın tanıklarından biri olarak uzunca yıllar yaşadı ve yaşamı boyunca üretti. Ancak onun ismi hayata veda ettiğinde bile “Picasso’yu terk eden kadın” olarak anıldı. Yaşarken verdiği bir röportada, “Picasso’yla olan ilişkisi nedeniyle Fransa’da kendisinin hiç sevilmediğini, sanatının hor görüldüğünü” bildiğini söylemişti. Sanat tarihi sayfalarının, birçok nedene bağlı olarak kadın sanatçıların isimleriyle dolu olmadığını biliyoruz, ancak yine biliyoruz ki bu nedenlerin arasında kadın sanatçıların hiç var olmaması, üretmemiş olması yer alıyor; Gilot bunun yakın zamana kadar yaşayan canlı bir örneğiydi. Gilot yaşadığı dönemin sanatıyla etkileşim halindeydi, güçlü ve kendine özgü bir üslubu vardı, çokça üretti ve çok çalıştı. Ardında koskoca bir kariyer, dolu dolu yaşanmış bir hayat ve yüzlerce eser bıraktı. Bu kısa yazı elbette onun sanat külliyatına karşılık gelemez, kuşkusuz onun sanat perspektifine ve çalışmalarına daha yakından bakmak gerekir.
Sanatla kalın!
Kaynak
Yoakum, M., Françoise Gilot Biography, 2022, web.
Hassel, K., “Blatant sexism: why is a great painter who lived to 101 still defined by a man she left in the 1950s?“, 2023 web.
Kazanjian, D., “From the Archives: Françoise Gilot on Life After Picasso“, 2023, web.
Llewellyn, S., “Shunned, boycotted, exiled: has France treated Françoise Gilot worse than Picasso did?“, 2023, web.


