Söylenti Sanat Dozu’nda Bu Ay: Bir Lucian Freud Otoportresi

Editör:
Esra Şahin
spot_img

Söylenti Dergi’nin kültür-sanat ekibi editörleri tarafından hazırlanan bu yazı dizisinde her ay yeni bir sanatsal perspektifi keşfe çıkıyoruz. Bu ayın sanat dozu yazısında, ekibimiz editörlerinden Esra Şahin‘in kaleminden, 20. yüzyıl çağdaş sanatının önemli figürlerinden biri olan Lucian Freud‘un Reflection of Two Children adlı otoportresini ve sanatını keşfedeceksiniz.

Lucian Freud’un Sanatı | Sanatın En Etkili Portrecilerinden Biri

Lucian Freud, arayışlar ve belirginleşen bu arayışların bir getirisi olan birtakım dönüşümlerle tanımlayabileceğimiz 20. yüzyıl sanatında, kendine özgü sanat tarzıyla öne çıkan; dönemin realizmininin öncüsü olarak görülen bir ressamdı. Onun yaşadığı dönemde dünyanın farklı yerlerinde revaçta olan modern sanat akımlarından ayrı olarak, eserlerinde kişisel bir anlatım dili oluşturan Freud, sanat çevrelerince özgün portre çalışmalarıyla tanınır. Büyükbabası Sigmund Freud’un zihni anlama biçimimizde devrim yaratması gibi, Lucian Freud da sanat tarihinde benzer bir etkiye sahiptir. Sürrealizmle başlayıp realizmle devam etmiş 60 yıllık kariyeri boyunca yarattığı çalışmaları, hem sanatçının psikolojik dünyasını hem de sanatını keşfetmeye çalışmamızda büyük rol oynuyor.

Esasında Lucian Freud’un sanatına daha dikkatli bakacak olduğumuzda 1940’larda henüz modern akımların etkisinde olduğunu görürüz; 1950’lerde sanatsal dil ve teknik arayışlar içerisinde olan Freud, bugün bahsettiğimiz kendine özgü sanat dilini 1960’lara geldiğimizde bulur. Sanatçının ilk dönem çalışmalarını incelediğimizde dışavurumcu ve sürrealist ressamlardan etkilendiğini görürüz. 1940’ların Avrupası’nın kaotik atmosferini göz önünde bulundurursak, bu etkinin kaçınılmaz olmasını anlamak kolay olacaktır. Bu dönemlerde henüz kendini ve sanatını keşfetmekte olan Lucian Freud’un, 1960’larda portre ve figüratif çalışmalarıyla başlayan değişimle, sonraki yıllarda kullandığı sanatsal dilin derinliklerini ve tekniğini büyük ölçüde değiştirmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Lucian Freud’un 1947’deki stüdyosunda Clifford Coffin tarafından çekilen fotoğrafı. Kaynak: Vogue.

İlginç bir yaşamı olan sanatçının hayatının detaylarına bu yazıda değinmeyeceğiz fakat bilinmesi gerekir ki Freud’un ailesi Almanya’daki Nazi baskısından kaçıp İngiltere’ye göç etmiş bir aile. Bu durum sanatçının İngiltere’de iyi eğitim alıp kendini, dolayısıyla da sanatını geliştirmesinde önemli rol oynar. Sanatçı zamanının büyük bir bölümünü portreleri için Londra’daki sosyal çevrelerde arkadaşlık kurarak geçirir. Öyle ki verdiği bir röportajda İngiltere’ye göç etmelerinin hayattaki şansıyla bağlantılı olduğunu belirtip eklemiş: “Londra… bulunduğum yerlere göre her bakımdan tercih ettiğim yer.

Lucian Freud’un Sanatını İlgi Çekici Kılan Neydi?

Freud’un sanattaki popüler eğilimlerden uzak durarak özgün bir yol çizdiğini söylemiştik. Sanatının can alıcı yanı, muhtemelen yaptığı portreler aracılığıyla insanlara bakış açımızı dönüştürmesinde yatıyordu. Dolayısıyla söz konusu otoportresini incelemeden önce, sanatının derinliklerini daha iyi anlamamız açısından ilgi çeken eserlerinin yolculuğuna kısa bir bakış atmak gerekli. Onun eserlerinin temelinde insanın olabildiğince tarafsız bir şekilde gözlemlenmesi ve belgelenmesi gereken bir hayvan veya cansız bir nesne olduğu fikri vardı.

Lucian Freud, Girl in bed, 1952, Kaynak: Lucian Freud Archive.

Bu düşünceyle sanatçı, boş tuvallerini o güne kadar çok rastlanmayan ya da nadiren rastlanılan bedenlerle doldurdu: şişman, bozuk, yaşlı, tuhaf ve bitkin bedenlerle. Erken dönem çalışmaları soğuk renk tonları veya şekilsiz uzuvlarıyla zaman zaman donuk ve kaba olarak nitelendirilse de temelde kusursuz bir düzene ve tekniğe sahipti. Bu haliyle (yukarıdaki ve aşağıdaki eserlerde de görülebileceği gibi) eserleri, düz-pürüzsüz, fotografik röprodüksiyon biçiminde görünüyordu.

Lucian Freud, Self-portrait (tamamlanmamış),1952, Kaynak: Lucian Freud Archive.

Ancak 1950’lerin sonlarında Freud, sanat tekniğini kullandığı renk tonlarından fırça dokularına kadar değiştirdi. Yine insanların portrelerini yaptı ama artık titiz yaklaşımını bir kenarı bırakarak daha salaş ve dışavurumcu bir yerden yaklaşıyordu tuvaline. Öte yandan 1950’lerden sonra Freud, eğimli bir perspektif kazanmak ve çizdiği bedenlere farklı bir bakış sunabilme düşüncesiyle eserlerini çoğunlukla ayakta çizdi, yaşlılığında bile. Bu onun çizdiği bedenlerin anatomilerini abartmasına ve değiştirmesine büyük ölçüde alan tanıdı.

Lucian Freud, Head on a Green Sofa, 1960-01, Kaynak: Lucian Freud Archive.

1960’lardaki “Head on a Green Sofa” ve benzeri geçiş dönemi eserlerinde de görebileceğimiz gibi, yeni stil portreleri Edvard Munch tarzı girdaplarda vücut buluyor, önceki eserlerindeki fotografik görünüm ortadan kalkmış ve kullandığı renkler toprak tonlarından pembelere, daha sıcak ve katmanlar halinde yayılıyor.

Lucian Freud, Red Haired Man on a Chair, 1962-1963, Kaynak: Lucian Freud Archive.

Sanatının ilerleyen yıllarında Freud eserlerine daha fazla doku ve teknik katarak tuvallerini zenginleştirdi. Gittikçe sertleşen paletine tortu katarak çeşitli dokular, katmanlar ve derinlikler yarattı. Öyle ki şöyle demişti: “Boyanın et gibi görünmesini istiyorum.” Olgunluk dönemine ait portreleri Picasso, Courbert, Titian gibi sanat devlerinin benzer şekilde şok edici portreleriyle kıyaslandı.

Lucian Freud, Man in a check cap, 1991, Kaynak: Lucian Freud Archive.
Lucian Freud, Girl Holding a Towel, 1967, Kaynak: Lucian Freud Archive.

Lucian Freud’un portrelerinin tamamı keza otoportreleri de öyle, daima mutsuz, yorgun, bitkin ya da ciddi bir tavır takınan yüzlerden oluşur. Depresif, son derece gerçekçi ve bir o kadar da romantik bir bakışla sunar seyircisine tuvalini. Onun portreleri için figüran koltuğunda olmak dedesi Sigmund Freud’un karşısındaki koltukta oturmaktan farksız gibidir nitekim sanatçı, insan doğasının görünmeyen taraflarını fırçasıyla ortaya çıkarmayı arzuluyordu. Bir portre için oturumlar bazen aylar, bazense yıllar sürerdi.

Lucian Freud, Eli and David, 2005-2006, Kaynak: Lucian Freud Archive.

Öte yandan Freud, çok fazla çıplak portre yaptı. Bunun nedenini ne cinsellikti ne de bununla bağlantılı bir arzuydu. O, insanlara gerçekten birer hayvan gibi bakıyor diğer yandan da çıplak çalıştığı zaman daha fazlasını görebildiğini söylüyordu. İngiltere’de çok ünlü bir ressam olduğunda Kate Moss ve Kraliçe Elizabeth de dahil olmak üzere birçok tanınmış kişinin portresini yaptı.

Şimdi gelelim sanatçının otoportresine.

Bir Lucian Freud Otoportresi: Reflection of Two Children

Lucian Freud, sanat hayatı boyunca ya kendi hayatı ya da başkalarının hayatından seçilmiş bir konu üzerine anlatılar yaratarak eserlerinde sembolizmin dilini yoğun olarak kullandı. Görünenden daha derinde yatan gizli anlamlar yaratmak için son derece elverişli olan sembolizm, onun portrelerini okuyabilmek adına önemlidir.

Lucian Freud, Reflection with Two Children (Self-portrait), 1965, Kaynak: Lucian Freud Archive.

Türkçesiyle “İki Çocukla Yansıma” adlı 1965 yılında tamamlanan otoportresi, sanatçının aynadaki yansımasını açığa çıkaran ve bize tepeden bakan oldukça ünlü bir tablo. Freud’a göre çok daha küçük resmedilen ve resmin sol alt köşesinde konumlanan iki çocuk ise sanatçının 14 çocuğundan ikisi olan Rose ve Ali Boyt. Resimde Freud, tepemizde dikilirken aynı zamanda acımasız ve küçümseyici bir tavır takınan yüz ifadesi bir tarafsızlık belirtisi mi, pek net değil.

Eşi de dahil olmak üzere pek çok kişi Freud’un öfke ve kıskançlık nöbetleri geçiren, huysuz ve şiddete eğilimli biri olduğundan söz eder, aile ilişkileri de pek iç açıcı değildir. Bu resimde de aslında Freud’un karışık ve çılgın hayatının, aile ilişkilerinin ve çocuklarına bakışının kendi gözünden bir okumasını görmekteyiz. Tüm otoportrelerini aynalar aracılığıyla yapan (ve hayatı boyunca da hiç fotoğraflar üzerinden çizmeye çalışmamış) sanatçı, yine aynayı onu kendi içine döndüren bir metafor olarak kullanıyor belki de. Özellikle resmin neredeyse tamamını kendi vücudunun kaplamasından da çıkarımsayabileceğimiz üzere kendini aşırı önemsiyor ve üstün gösteriyor. İzleyiciye yukarıdan ve küstahça bakan bir perspektif yaratıyor. Resmin adında “otoportre” kavramının geçmesindeki neden de esasında bu.

Detay.

Bu büyüklüğe karşın çok küçük çizilen iki çocuk var resimde. Ve çoğu insan resme ilk baktığında bu iki küçük çocuğun, sanatçının çocukları olduğunu düşünür hatta içten içe bilir, bu oldukça belirgindir. Peki ama neden? Freud bunu, çocuklarını kasıklarının hemen yanına kusursuz bir açıyla, akıllıca konumlandırarak yapar. Verdiği bu sembolik mesajla seyirci o iki çocuğun onun genlerini taşıdığını ilk bakışta anlar. Aynı zamanda bu perspektif, çocukları üzerindeki hakimiyetinin, sahip olduğu gücün de bir göstergesi gibidir. Keskin bir açıyla aralarında sert bir mesafe hissi yaratmış olması bir babanın çocuklarına karşı mesafesini, ilişkisini de betimliyor olabilir. Bir başka okumayla Freud, çocuklarının ona her zaman küçük, şirin ve masum göründüğünü de anlatmak istemiş olabilir.

Son olarak Freud, resme hem fiziksel bir derinlik katmak ve oluşturulan perspektifi desteklemek hem de izleyicinin, sanatçının kendine nasıl baktığını görmesine olanak tanıyan iki lamba yerleştirmiş. Çoğu sanat eserinde de kullanıldığı gibi, sembolizmi görmemize yardımcı olabilecek bir gösterge olan ışık, tepeden başlayarak başının hemen üzerinde konumlandırılmış. Onun varlığının hemen yanıbaşında duran ışık huzmesi ve/veya aydınlatma, sanatçının kendine bakışına dair fikir edinmemize destek oluyor.

Reflection with Two Children, Freud’un kendini, hayatını ve ailesiyle olan ilişkisini keşfetmesiyle ilgili pek çok sembolizm içeren eşsiz bir bakış; ve alışılmadık unsurlarıyla bir aynanın yansımasından kendisini ve dünyayı nasıl gördüğüne dair içgörü sunan bir eser.

Kaynak

B., Sandra, Lucian Freud, The British art journal, Vol 14 No 3, 2013/2014.

C., James, Portraits of Lucian Freud, The Burlington Magazine, Vol 162 Iss 1402, January 2020.

F., William, The Lives of Lucian Freud (2020), Bloomsbury, e-kitap.

T., Ecem, Lucian Freud (2020), Sanat Tarihi Ders Notları.

T., Baybora, ET: Lucian Freud, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 11
Haziran 2016 Cilt 18 Sayı 1 (11-20).

A beginner’s guide to Lucian Freud, web.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Keşfetmemiz Gereken Yazarlar: Truman Capote

Başarı ve parıltılı bir hayatın ardında yalnızlığını saklayan bir deha. Zamansız eserleri ile Truman Capote.

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Editor Picks