Hem ruhunuzun en karanlık köşelerini didik didik eden hem de gün ışığının en parlak sularında yıkandığınızı hissettiren şarkılar dinlemek ister misiniz? Haz ile acı arasındaki kontrastı çok katmanlı şarkılarıyla anlatan mehro, sizlere işte tam böyle hissettirecek.
“Umarım müziğim birinin ruhunun özü olabilir.”
R&B/Soul ve modern indie sahnesinin parlayan ismi bu ay Söylenti Radarı‘nda sizlerle!
Kendi Sesini Yaratan Sanatçı: mehro

Gerçek adı Sam Sturges olan mehro, 10 Kasım 1999’da Los Angeles’ta dünyaya geldi. Müzikle iç içe olan hayatına rağmen müzisyenlik kariyerine karşı hep bir önyargısı vardı. Fakat bu yargı, Johnny Cash‘in biyografi filmi olan Walk the Line‘ı izlediği gün bir anda tersine döndü. Daha o gece gitarını alıp Folsom Prison Blues‘u öğrenmeye başlayan mehro, zamanla kendi müziklerini de yapmaya başladı. Takvimler 2018’i gösterdiğinde ise müziğin, onun hayatının vazgeçilmez bir parçası olacağının farkındaydı.
Çocukken koroya katılarak şarkı söylemeyi öğrenen mehro, röportajlarında gitar çalmaya nispeten yakın tarihlerde başladığına değinir. İlk yıllar kendi kendine öğrendikten sonra Santa Monica’da Ryan Richko‘dan gitar dersleri almaya başlar. Ayrıca Adam Comstock da ona gitar rehberliği yaparak birçok şarkısında yardımcı olur. Şarkılarında duyduğumuz usta ve etkileyici tınılar ise bize, onun âdeta çocukluğundan beri gitarla büyümüş olması gerektiğini hissettirir.
Müzik kariyerinin yanı sıra mehro, gerçekleştirmek istediği bir diğer hayalinin ise yönetmen ve oyuncu olmak olduğundan bahseder. Hatta Scarecrow isimli kısa filmde rol almış olması da buna bir örnektir.
2020’de ilk şarkısı perfume ile birlikte duyulan sahne adı “mehro”, tüm harflerinin küçük yazılmasıyla dikkat çeker. “Çok konuşulmayı sevmem. Ne yaptığımı sözlerimden çok yaptıklarımın göstermesini tercih ederim,” söyleriyle ismindeki ilk harf “m” de dahil, harflerin tamamının küçük yazılmasının sebebini açıklar. İnsanların aklında ismiyle değil sanatıyla yer almak onun önceliğidir.
İlk Kıvılcım: SKY ON FIRE
“Eğer müziğim ve sanatım, insanlara neşe katarken bir yandan da onların kendilerini keşfetme ve tatmin olma yolculuğuna katkıda bulunabiliyorsa o zaman, hayatımın bir amacı olduğunu hissediyorum.”
2020’de çıkan ilk şarkısı perfume, pandemi sırasında yayımladığı ve başarısı hakkında hiçbir beklentisinin olmadığı ilk parçasıydı. Fakat bu sakin aşk şarkısı, daha ilk zamanlarında bile oldukça popüler oldu ve onu, yılın çıkış yapan sanatçılarından biri hâline getirdi. Birçok dergi ve mecradan övgü alan sanatçı; röportajlarında da bu durumun, hayallerinin peşinden gitmesinde çok büyük bir etki yarattığından bahsetti. Şu anda ise perfume, 80 milyon dinlenmeyle mehro’nun hâlâ en çok dinlenen parçaları arasında.
“Heels over head in the bedroom
(Yatak odasında deliler gibi aşığım)
You smell so good, don’t need perfume”
(Öyle güzel kokuyorsun ki parfüme ihtiyacın yok)
2021’de yayımlanan ilk albümü SKY ON FIRE; perfume, hideous, lightning ve chance with you gibi daha önce yayımlanan teklilerini içermesinin yanı sıra not alone, the same ve sky on fire adlarında üç yeni parçaya daha sahip. Albüm, mehro’nun huzurlu ve sakinleştirici sesi eşliğinde dinleyenleri âdeta kalplerindeki en derin aşk kırıntılarının arasına sürüklüyor. hideous ile biten bir ilişkinin sesini duyarken lightning’le kendimizi bir fırtınanın ortasında buluyoruz, tıpkı mehro’nun şarkıyı yazarken gerçekten bir fırtınadan etkilenmesi gibi. Genç bir aşkı ve sevdiklerini kaybetmenin korkusunu hissettiren bu şarkıyla birlikte chance with you ise yapamadıklarımızın pişmanlıklarını bizim yerimize dile getiriyor.
“If I could go back in time
(Eğer zamanda geri gidebilseydim)
I’d shoot my shot
(Bu sefer denerdim)
Just so I could have a chance with you”
(Seninle bir şansım olsun diye)
SKY ON FIRE ile başarılı bir çıkış yapan mehro böylece müzik dünyasında adım adım ilerlerken yeteneğini de duyurmaya başlamış oldu.
Acının Karanlığından Umudun Işığına: Dark Corners and Alchemy
İlk albümünden sonra tekliler çıkararak devam eden mehro, aynı zamanda 2023’teki ikinci albümü Dark Corners and Alchemy için de hazırlık yapıyordu. Bu arada çıkardığı teklilerinden Coastline tam bir sahil şarkısı gibi hissettirirken green felt ise insanların ikiyüzlülüğünü işliyordu.
Dark Corners and Alchemy, ilk başta iki ayrı albüm olarak planlanmıştı. İki yarısı da aşk, arzu ve paramparça olmuş bir kalbi işliyordu. Fakat ses açısından iki farklı dünyaydılar. mehro ise onları bir araya getirerek fısıltıyla karışık, yavaş melodilerden rock ritimlerine kadar sanatının tüm yönlerini göstermek istedi. Bunu yaparken de temelde aynı konuyu işledi: acı.
Dark Corners, mehro’nun da bir röportajında değindiği gibi acı içinde debelenmeyi ve tüm o duyguları sonuna kadar hissetmeyi işliyor. İnsanın karanlık tarafını anlatıyor. howling ve pirate song, albümde bu temayı işleyen şarkıların en belirgin örnekleri. Travmaların, hayatın zorluklarının kaçınılmaz olduğunu vurgulamak isteyen mehro, who are you şarkısında ise kritik sorunun tüm bu yaşadıklarımıza nasıl tepki verdiğimiz olduğunu söylüyor.
“There is nothing to be done
(Yapacak bir şey yok)
So do not try to speak”
(Bu yüzden konuşmaya çalışma)
Diğer taraftan Alchemy, yaşanan acıların bir umut ışığına dönüşebileceğini anlatmak istiyor. Karşılaştığımız olumsuzlukların sonuçlarını hayatımızın değerli bir parçası yapabileceğimizden bahsediyor. mehro’nun da dediği gibi, acıların bize yük olmasına izin vermek yerine onları âdeta kurşunu altına çevirircesine yaşama dahil etmek asıl mesele. Albümdeki whore ve like you’re god da hem müziği hem de sözleriyle bize bu duyguları hissettiriyor.
“They call you a whore and I don’t mind it
(Sana kahpe diyorlar ama umrumda değil)
I don’t care what you’ve done”
(Daha önce ne yaptığın umrumda değil)
Umutsuzluk ve acı ile umut ve iyileşmeyi bir arada işleyen, on iki parçalık bu albüm mehro’nun sanatçı kişiliğini anlamamıza da yardımcı oluyor. Albüm boyunca tüm derdinin, insanın içindeki dönüştürücü gücü kucaklamasını sağlamak ve ona, hayatın sınavlarını pozitiflikle aşmayı anlatmak olduğunu görüyoruz.
Acının İçindeki Teselli: Trauma Lullabies
2024 yılında ise üçüncü albümü Trauma Lullabies ile mehro yeniden karşımızdaydı. Bu kez de bize kabullenmeyi anlatmaya çalışıyordu. Travmalarımız ve gölgelerimizin, bizim ayrılmaz birer parçamız olduğunu kabullenmeyi işliyordu ilmek ilmek.
Albüm, mehro’nun da bir röportajında değindiği gibi “channeling” denen bir süreçle ortaya çıkmıştı. “Channeling, özünde, senin dışındaki bir şeyin senin aracılığınla akmasına izin vermektir. Biz doğru zihinsel durumda ve ortamda, ilhamın geldiği anı yakalamaya hazırdık; aradan çekildik ve olmasına izin verdik,” sözleriyle hem channeling’i hem de albümün yaratılış sürecini anlatan mehro, bu süreci bir nevi bilinç akışına benzetiyordu.
Albümün en dikkat çekici parçasının ise klibinin de etkisiyle ketamine olduğunu söyleyebiliriz. Yönetmenliğini Jennifer Morrison‘ın üstlendiği klip; video derinliğinin olmaması, yoruma açıklığıyla izleyicide güçlü duygular uyandırmasıyla ve beklenmedik oluşuyla asla tahmin edilebilir bir yapıda değil. Yani tam mehro’nun istediği gibi. Şarkıdaki hafifletici tınılar ve karanlık sözler arasındaki kontrastı yansıtmak isteyen mehro ve Morrison’ın bunu gayet iyi başardıklarını da söylemek gerek.
Paradokslara ve ikiliklere çekilen, müziğiyle dinleyenleri ve izleyenleri şaşırtmayı seven mehro, hem ketamine hem de dopamine şarkılarında tam olarak bu duyguların arasında geziniyor. Bu iki şarkıdan sonra shouldn’t i give up, tatlı melodileri eşliğinde daha fazla acıyı istememeyi anlatıyor. Ayrıca şarkı, The Summer I Turned Pretty dizisinin son sezonuna da eşlik ederek tanınırlığını artırıyor. Albümün yedinci parçası bare minimum ise tüm acılardan sonra yaşanan yetersizliği kabullenişi belki de en iyi anlatan şarkısı.
“Put a comma by the trauma, add another, I don’t wanna”
(Travmanın yanına bir virgül koy, bir tane daha ekle, istemiyorum)
Herkesin kendi mücadeleleri ve sorularıyla boğuştuğu bu dünyada mehro, Trauma Lullabies ile aslında bize, cevapların kendi içimizde olduğunu anlatmak istiyor. Sanatıyla kendi yolculuğumuzda yönümüzü bulabilmemiz için bize ilham vermeye çalışıyor, hepsi bu.
Yepyeni Bir Albüm: weirdthrob
mehro’nun son albümü weirdthrob, yalnızca birkaç gün önce, 9 Eylül 2025’te bizimle buluştu. Albümün tamamı yayımlanmadan önce Lady Parts and Mannequins, You’re So Pretty, lifesaver ve Sepia Tones tekliler hâlinde çıkmıştı.
Lady Parts and Mannequins, mehro’da çok sık rastlamadığımız rock esintilerini bizimle buluştururken önceki albümüyle benzer bir konuyu, yaraları kabullenmeyi işliyor. You’re So Pretty de sakin bir tonla başlasa bile rock esintilerine sahip bir diğer şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Şarkının sonlarındaki gitar vuruşları ve şarkı boyunca mehro’nun âdeta mahvolmuş hâlde “You’re so pretty for me” demesi, diğer albümlerde işlenen duygulara çaresizliği katıyor bu defa.
“I want it, but it hurts so good, I’m bleedin’
(İstiyorum, ama acısı çok güzel, kanıyorum)
I want it, but it hurts so bad, I’m bleedin’
(İstiyorum, ama acısı berbat, kanıyorum)
You’re so pretty, something about you”
(Çok güzelsin, sende bir şey var)
Albümün rock esintilerinin yanı sıra sakinlikleriyle öne çıkan Sewers ve Sepia Tones ise geçmişin izlerini sakin melodileriyle anlatıyor. Bunlardan Sepia tones ismiyle bile bize nostaljiyi anımsatıyor. Çünkü “Sepya”, eski fotoğrafların solgun, kahverengi renk tonunu anlatmak için kullanılan bir kelime. Şarkı ise yaşanmışlıklarla, eski ama değerli anılarla konuşuyor. “Sepia tones, leave me alone. Where are you going? (Sepya tonları, beni yalnız bırak. Nereye gidiyorsun?)” sözlerindeki kararsızlık ve mehro’nun şarkılarında işlemeyi sevdiği o ikilik, tutarsızlık hisleri Sepia Tones’ta bizzat karşımıza çıkıyor.
Sanatıyla bizlerin ruhuna ufacık da olsa dokunmak isteyen mehro, müzik dünyasına girdiğinden beri bence bunu oldukça iyi başarıyor. Geçmişi, geleceği, acıları ve umutları harmanlayarak hem düşündüren hem de gülümseten şarkılarıyla her geçen gün dinleyicilerini artırmaya devam ediyor. Sanatını içinden geldiği gibi üreten bu değerli sanatçı, bu ay Söylenti Radar’da bizimleydi. Keyifli dinlemeler dileriz!
Kaynakça:


