Her hafta bir yeni kitabın sayfaları arasında yolculuğa çıkıp kaybolduğumuz Söylenti Kitaplığı serimizin bu haftaki kitabı; Stefan Zweig‘dan Mecburiyet!
Kaleme aldığı eserleriyle dünya edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Stefan Zweig, hayatı boyunca savaşların, baskıların ve kendi görüşüne göre yersiz yurtsuz olmanın mücadelesi içinde yaşar. Dönemin getirdiği koşullar sonucunda birçok ülkede bulunur fakat hiçbirinde kendi kimliğini bulamaz çünkü kafasında sadece savaşlar ve yersiz yurtsuz olma düşüncesi dolanıp durmaktadır. Eserlerini çoğunlukla bu konular minvalinde işleyen Zweig, dünya edebiyatına çok fazla başyapıt niteliğinde kitap bırakır. Novellalarıyla ünlenmesinin yanı sıra roman, deneme, şiir, tiyatro gibi farklı türlerde de kendini ispatlayan eserler kaleme almıştır. Psikolojiyle arasında olan derin bağlar ve Freud‘un onda bıraktığı etkiyle eserlerindeki karakterlerin iç dünyalarına büyük önem verir. Karakterlerin kişiliklerine yüklediği büyük anlamlar, okurların kitabın içinde daha hızlı ve heyecanlı yolculuklara çıkmalarını sağlar.
“Ve ben yirmi milyon insanı boğan o zinciri kıramıyorum, kıramam.”
Stefan Zweig, eseri yazma aşamasındayken ismini Firari olarak düşünse de ardından Mecburiyet ismine karar vererek 1920 yılında eseri piyasaya sunar. Kendi hayatından izleri oldukça fazla barındıran bu eserde, savaşa karşı olan duruşunu net bir şekilde ortaya koyar Zweig. Kitabın başkahramanını da böyle yaratır, savaşın karşısında, özgürlüğün yanında. Ressam olan başkahramanımız savaşa bir taraftan karşı çıkarken bir taraftan da kaybedeceği özgürlüğü için korkar. Eşi ile olan mutlu birlikteliklerine gölge düşürmemek için savaşın dışında durmaya özen gösterir ve elinden geleni yapar. Doğup büyüdükleri şehirlerinden gözlerini kırpmadan ayrılır başkahramanlarımız. Bilmedikleri bir diyara, bambaşka bir ülkeye yolculuk yaparak özgürlüklerinin peşinden koşarlar.
“Asıl sen onların yaşayan bir insan üzerinde hakları olmadığını kendine söylemeli, kendini inandırmalısın. Hak! hukuk! Bugün dünyanın neresinde hak kaldı. İnsanlar onu katletti. Herkesin hakları var, fakat onların, onların gücü var ve bugün güç demek her şey demek. Neden onların gücü var? Çünkü bu gücü onlara siz veriyorsunuz. Ve sizler korkak olduğunuz müddetçe onların gücü hep olacaktır.”
İnsan nerede olursa olsun savaşın onun peşini bırakmadığı gerçeğinin getirisiyle yeni hayatlarına bomba gibi düşen bir mektup alır ressam. Savaşa katılımın mecburi kılındığı bir dünyada, özgürlüğün sınırlarının elbet bir noktada aşılacağını kabul etmeleri zor olur. Peşinden koşmaktan yorulur özgürlüğün, eşi o yorgunluğunda onun en büyük destekçisi olacaktır. İşler son raddeye geldiğinde, ressamın vermesi gereken önemli bir karar vardır: “Savaşın içerisinde herhangi bir sayı olmak mı yoksa özgürlüğün verdiği o muazzam tadı yok saymak mı?”
“Dünya onlar izin verdiği sürece güçlüler. Tek bir birey herhangi bir kavramdan daha güçlüdür her zaman, fakat kendisine inanmalı, iradesine sahip çıkmalıdır. İnsan olduğunu ve insan kalmak istediğini unutmamalıdır, işte o zaman etrafını saran, beynini uyuşturan vatan, görev, kahramanlık gibi sözcükler, kan kokan, sıcak, canlı insan kanı kokan boş laflar olarak kalırlar.”
Günümüzde artık diline oldukça aşina olduğumuz Stefan Zweig, okuması rahat novellalar, romanlar, öyküler sunar okurlarına. Sade ve anlaşılır bir dilin yanı sıra karakterlerin iç dünyalarına girip onların en derin yaralarını görmek isteyen okurlar için ilk adres diyebiliriz. Mecburiyet, neredeyse her cümlesiyle içimize işleyen, birkaç dakika durup düşünmemize yol açan, dalgalı bir denizde bata çıka ilerlediğimiz ama sonunda karaya çıkıp derin bir nefes aldığımız bir kitap.
“İkisinin de yüreği sözlerin karışıklığından, insanların yasalarından kurtulmuş sonsuz özgürlüğün içinde uçuyordu.”
Zweig, Stefan. Mecburiyet. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: Nisan 2019.