Her hafta başka sayfalarda gezinip, farklı dünyalara ulaşmamızı sağlayan Söylenti Kitaplığında bu hafta Özlem Yanmaz‘ın “Kırk Birinci Evin Banyosu” adlı öykü kitabı var!

Anne ve girişimci bir kadın olarak pek çok rolü başarıyla üstlenen Özlem Yanmaz, edebiyat dünyasına adımını çeşitli dergilerde yayımlanan öyküleriyle atıyor. Bu sayede yarattığı kendine özgü dünyasının kapılarını okurlara yavaş yavaş aralıyor. 2021 yılında ise içinde on altı öyküsünün bulunduğu ilk öykü kitabı Kırk Birinci Evin Banyosu yayımlanıyor.
Dünyadaki var olan sistemin içinde kaybolan bireyi merkeze alan öykülerde kendimizi bulmamız kaçınılmaz oluyor. Yanmaz, her öyküsünde bu karmaşık ve çıkarcı sisteme farklı bir bireyin gözünden bakma fırsatı veriyor bize. Bu sistem içinde insanı yaralayan birçok şeyi barındırıyor. Hikâyelerin büyük çoğunluğunda çalışma hayatındaki statü dengesizliğinin getirdiği var olma mücadelesinin insan ilişkilerine ve bireyin ruh hâline etkisini durduk yere hiç kimsenin aklına gelmeyecek noktalarından ele alarak önümüze koyuyor. Zaten asıl farkını da burada göstererek okurları derinden etkilemeyi başarıyor.
“Aslında sistemin içinde hepimiz mağduruz ama bunun ne kadar farkındayız?” sorusunun mesajını bize veriyor. Mesela her gün gördüğümüz bir kasiyerin tüm gün boyunca maruz kaldığı o tiz “Bip!” sesinin onun rüyalarına kadar girebileceğini daha önce düşünmüş müydük? Öyle ki ismini de buradan alan Bip adlı hikâyesinden sonra bizim bile kâbusumuz olabilecek bir sese dönüşüyor.
Yanmaz, bireyin yaşadığı her şeye rağmen devam edebilme mücadelesini bize anlatırken olaylara birçok yerde nüktedan bir açıdan yaklaşıyor ya da biz öyle görmek istiyoruz. Zira yüzümüzde tebessüm oluşturan bu noktalar, her bakımdan sıkışıp kalan hâlimizin ironik bir yansımasından ibaret. Her birimiz hayatın rutin döngüleri arasında kaybolurken Yanmaz, öyküleriyle içimizde sessizce yitip giden benliğimizi ve iç sesimizi bulup ipleri tekrardan kendi elimize almamız için bize cesaret veriyor.
Kitabın ilk öyküsü olan Çip, çevresindeki çoğu kişiye uymayarak iş yaşamının sömürücü düzenine girmeden yaşamaya çalışan birinin zihninden sömürülen insanları gösteriyor bize. Onların başta göz boyamak için vaat edilenlerle umut dolup “hayatımız kurtuldu” düşüncelerinin hızla özgürlüğe ve rahatlığa hasret bir yaşama dönüşmesinin şahidi oluyoruz. En başta bunu kabul etmeyen karakterimiz ise “azıcık aşım kaygısız başım” diyerek hesapsızca yaşamın doğal gidişatına kendini bırakıyor.
Diğer hikâyelerde sistemin mağduru olmuş karakterlerle birlikte onların zihninden bakıyoruz. Otuz Dakika‘da her yerde sadece öyle bakıp geçtiğimiz bir motor kuryenin yarım saatlik döngülere bölünmüş hayatının içindeyiz. Stop öyküsünde ise karakterimizle beraber eşine, çocuğuna, arkadaşına, patronuna yetişmeye çalışıyoruz. Hızını gittikçe arttıran hayat karakterimize durması için izin vermezken dur emrini vücut en sonunda sağlık alarmını çalarak veriyor. Mahçup Olma Müessesesi‘nde yenice mezun olmuş bir gencin gerçek hayata ilk adımını attığı anketörlük serüvenine eşlik ediyoruz. Hikâyenin finalinde anketin iptal edilen araştırması günümüz insanının durduğu noktayı çok net ve gerçekçi bir şekilde gösteriyor.
“Mutluluk endeksi araştırmasıydı bu biliyorsun. İlk kısım sonuçlarında endeks genel ortalaması on üzerinden dört, gençlerde de iki çıktı. O yüzden. Nadiren de olsa iptal edilebiliyor. Sözleşmede yazıyor. Kısmet, denk geldi.”
Yanmaz hikâyelerinde çalışma dünyasının yanı sıra sosyal toplum içerisinde tutsak kaldığımız taraflara da değiniyor. Bilinçli ya da kendi isteğimizle yönetmemiz gereken hayatın tam aksine kitleler tarafından sürüklenişine atıfta bulunuyor. Bu noktada Madde, herkesi birer madde bağımlısı olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor. Gerçekten de yaptığımız herhangi bir işte ya da ulaşmak istediğimiz hedeflerde nasıl ortaya çıktığını bilmediğimiz ama kendimizi adım adım uygularken bulduğumuz sıralı maddelerin içerisinde buluyoruz. Peki bu hikâyeyi okuyana kadar kaçımız bunun farkındaydık? Bir de aniden yükselen anlam veremediğimiz bir pozitifliği şaşkınlıkla karşıladığımız bir evren de var: Ağrı Merkezi. Aniden mutlu mu olduk hemen olaya el atmamız gerekiyor. Çünkü bünyemiz buna alışkın değil ve zaten alışmaması da gerek.
Kitaba ismini veren Kırk Birinci Evin Banyosu, duygusal ilişkiler üzerine kalbimizde ince bir sızı bırakıyor. Ayrılığın gerisindeki bir kadının “o” kişiden tamamen kurtulmak için kurguladığı kırk günlük bir süreç var. İncelikle planlanmış bir kırk gündür bu. Zira geride bırakılacak, izi silinecek çok şey vardır. O kişiyi hatırlatan anılar, mekânlar, kitaplar, filmler onunla kurulan hayaller ve daha nicesi… Tüm bunlardan sonra kalan son ritüel ise kırk mutlu evin önünden alınan taşlarla olacaktır. Bu taşlarla evinin -kırk birinci evin- banyosunda ya kurtulacaktır ya da her şey başa saracaktır.
“Evime ilk gelişinde benim topraklarımı gezer, sınırlarımı keşfeder gibi kitaplığımı uzun uzun incelediğinde ona âşık olabileceğimi, bir gün eve içinde sevdiğim yazarların kitapları olan bir kutu geldiğinde O’nu sevebileceğimi, evinden başucu kitaplarını getirip koyduğunda da O’nunla evlenebileceğimi hissetmiştim.”
Kırk Birinci Evin Banyosu, içimizdeki bastırdığımız, görmezden geldiğimiz gerçek bizle bizi baş başa bırakıyor. Var olan tüm hayal kırıklıklarının, hüzünlerin, beklentilerin, umutsuzlukların ve yorgunlukların açığa çıktığı o noktada onları yeniden susturmak mümkün olmayacaktır.
Yanmaz, Özlem. Kırk Birinci Evin Banyosu. Edebiyatist: İstanbul, 2021


