Kendi doğamı yadırgıyorum. (s.18)
Her hafta başka sayfalarda gezinip, farklı dünyalara ulaşmamızı sağlayan Söylenti Kitaplığında bu hafta, Barış Bıçakçı‘nın “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme” adlı kitabı var!
2021 yılında İletişim Yayınları ile okuyucuyla buluşan Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, yazarın duygularını farklı olaylarla birleştirerek aktardığı bir kitap aslında. 14 kısa öyküden oluşan kitabı bir okuyuşta bitireceksiniz ancak etkisinden o kadar kolay bir şekilde çıkamayacaksınız.
Sence bu olağan mı? Bir bütünlük arıyorum çünkü kendimi darmadağınık hissediyorum, dağılarak yok olacakmışım gibi hissediyorum. (s.18)
Kitabı okurken geçmişe karşı garip hisler besleyebilirsiniz. Bu hisler; özlem, pişmanlık ya da sorumluluk olabilir. Zira Bıçakçı bu hisleri öyküleriyle bizlere geçirmeyi başarıyor. Öyküler her ne kadar kısa da olsa kurgularıyla bizleri içine almayı başarıyor. Öykü, bizi içine aldığında da bir anda bitiyor. Bazı soru işaretleriyle kalıyor okur. hem kitap hem de okur, bir bütünlük arayışına giriyor sayfalar arasında.
Çoğu öyküde kendinizi bulacağınız, tıpkı karakter gibi hissedeceğiniz ya da ana karakterin diğer karakterlere hissettirdiği gibi hissedeceğiniz bu öyküler, birer iz olacak sizlerde. Naif ve sade diliyle kitap sizlere kendini okutturacak. Abartılı betimlemelerden kaçınan yazarımızın kendine has anlatım tarzıyla, sizleri kitaba nasıl bağladığına şahit olacaksınız.
Buna aşk diyelim ve kendimizi bırakalım. İradelerimiz dışında bir gücün egemenliğine girmiş olmanın hafifliğini hissedelim. Gürültücü kalabalıktan ve fısıldayan ahlâktan uzak olmanın tadını çıkaralım. Hüznü sadece hüzün olarak değil, dinginlik olarak da yaşayalım. Birbirimizi yavaşça bir gündüz uykusunun derinliğine bırakalım, sonra da bir çocukluk hatırasından geri alalım. Varlıklarımız ânı tamamen doldursun ve zaman, giyinik ya da çıplak, bedenlerimizden başka bir şey olmasın. Zaman bedenlerimizden başka bir şey olmasın. (s.60)
Hikayelerinde şehirlere sıkışmış, beklentisiz ve duygusuzluğa itilen insanlara yer veren yazarımız, belki de kendinizden bir parça bulmanızı istiyor öykülerinde. Özellikle Ankara‘yı öykülerine yediren ve o griliği bizlere hissettiren Bıçakçı, Ankara’yı içimizde yaşatıyor adeta.
Kitabı okurken yer yer gözlerinizin dolacağına ya da buruk bir gülümsemeden ziyade doğum lekesi gibi bir gülümsemeyle sayfaları çevireceğine eminiz. Bu hüzünlü gülümseme, günlük hayatınızda kaçıp kurtulamadığınız sorunları anımsatacak belki sizlere. Belki de nitelikli yalnızlığınızı…
Başkalarının çektiği acıya tanıklık ediyoruz. Bu yüzden biz de acı çekiyoruz… Başından sonuna… Gözümüzü başka yere çeviremediğimiz için… (s.60)
Geçmişimizde çok da kolay bir şekilde kurtulamadığımızı dile getiren yazar, yazdığı satırlarla yüzleşme yaptırıyor bizlere. Gerçeğin ağırlığını göz önüne sererken, bu gerçekleri kabul etmemize de sebep oluyor aslında. Geçmişiyle barışıp barışmamak ise okurun elinde.
Her karakterinin alt metniyle okuyucuya birden fazla şey veren Barış Bıçakçı, kitabı bitirdiğinizde hislerinizi ve kafa karışıklığınızı gözden geçirmenize sebebiyet veriyor. Seçtiği kelimeler ve cümle yapıları, oldukça basit ve sade olsa da vermek istedikleri ile ağırlığı belirlenemeyen bir yük altında bırakıyor bizi aslında. Bu yük okurun omzunda büyüyor ve hüzünlü bir gülümsemeyle son buluyor sayfaları çevirirken.
Neysem o olarak kalamazdım. Kimse olduğu gibi kalamaz. Kendisine azıcık saygı duyan hiç kimse olduğu gibi kalamaz. (s.44)
Her öyküyle sizleri etkileyeceğini düşündüğümüz bu kitap, mutlaka raflarınızda yer almalı. Ayrıca kitaptan alıntılara da buradan ulaşabilirsiniz.