“İnsan birini sevmeli hem de çok sevmeliydi.” (s. 22)
Her hafta bambaşka dünyalara kapı aralamamızı sağlayan Söylenti Kitaplığında bu hafta Ayfer Tunç’un kaleminden çıkan Aziz Bey Hadisesi isimli eseri var!
2 Mart 1964 doğumlu olan Ayfer Tunç, Sakarya’ da dünyaya gelir. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olan Tunç, üniversite yıllarında bazı edebiyat dergilerinde yazılar yazar. İlk yazılarını okuyucusuyla 1983 yılında buluşturur. 1989 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü‘nü “Saklı” isimli öyküsüyle kazanır. Yazdığı eserler ve ele aldığı konularla okuyucusunun yüreğine taht kurmuş olan Ayfer Tunç’un 2002 yılında yayınlanan Aziz Bey Hadisesi isimli eserini gelin birlikte inceleyelim!
Aziz Bey Hadisesi, 88 sayfalık bir yaşam öyküsüdür diyebiliriz. Ayfer Tunç’un kısacık sayfalara sığdırdığı Aziz Bey’in hayatı bize bir yolculukta, bir kahvenin yanında eşlik edebilir. Eserin ilk sayfalarında yazar bize sonu verir. Daha sonra bu sondan geriye gideriz ve Aziz Bey’in hayatının içine ilk adımlarımızı atarız. Sonu bilinen bir eseri okumak o sona nasıl gelindiğini adım adım izlemek okuyucular için farklı bir tecrübe olur.
“Pek az kalpte sevgiyle yâd edilecek bir iz bırakmış, çırpıntılı bir ömrün sonuna geldi, huzura kavuştu.” (s.10)
Sevgiden yoksun kalmış bir çocuk olan Aziz Bey, huysuz bir baba mahzun bir annenin elinde büyür. Saygı görmeyen, yok sayılan bir çocukken dedesinden kalma tamburda teselli bulan bu genç ileride bu tamburun hayatında kaplayacağı yerden bir haber yaşar. Yaşadığı hayat onu kibirli, burnu havada birine dönüştürür. Gönül eğlendirmek için yaşayan, hiçbir işte dikiş tutturamayan Aziz Bey hayata inatla karşı çıkarken asıl hikâyesi gerçek aşkı bir çift gözde bulduğunda başlar.
Maryam’a karşı duyduğu aşk ile Aziz Bey kendisine bambaşka bir yol çizer. Anne ve babasından görmediği sevgi ile hayata tutunmaya çalışan bu genç kendisine sunulan ufak bir sevgi gösterisinin gerçekliğine inanıp peşinden gider. Hayatını baştan sona yazan ise bu aşk olur. Maryam’ın ailesi ile Beyrut’a taşınması Aziz Bey’in hayatındaki en büyük yıkımlardan biri olur. Bu ayrılıkta yazılan mektuplarda Maryam’ın yanıma gel demesinin aşktan değil de geride bırakılanın halini görme arzusundan kaynaklı olduğunu anlamayan Aziz Bey ailesini karşısına alır ve yanına yalnızca tamburunu alarak Beyrut’a gider. Beyrut’ta yaşadığı hayal kırıklığı ile bu hayatta yalnız olduğunu bir kez daha anlar.
“Toprağına düşememiş, iki taş parçası arasında kuruyup kalmış bir tohum gibi yalnızdı artık.” (s.55)
Maryam’ın Aziz Bey’de bıraktığı yara bütün hayatı boyunca onunla yaşar. Yaşadığı acı ve yalnızlık onu tamburuyla daha da yakınlaştırır. Dilini, insanını bilmediği bu şehirde tamburuyla çektiği acıyı dillendirir. Tamburî Aziz Bey olarak hayatına devam eden Aziz Bey, geride bıraktığı her şeye duyduğu özlem ile memleketine geri döner. Geri döndüğünde çektiği ıstırap ve acı katlanarak Aziz Bey’in hayatına eklenir.
Karşısına çıkan yol ayrımları, aldığı kararlar, çizdiği yollar ile tam bir insan olarak çıkar karşımıza Aziz Bey. Yaşadığı acı dolu hayata karşı dik duruşu, sürekli olarak beslediği kibiri ile gerçek hayatta bir yer edinir, okuyucu kendisinden ufak da olsa bir parça bulabilir. Hayatının sonuna geldiğimizde ise Aziz Bey’e karşı duyduğumuz üzüntüye rağmen kim haklı kim haksız karar veremeyiz. Doğruyu ya da yanlışı net olarak gösteremeyiz. Eseri diğer eserlerden farklı yapan belki de bu özelliğidir. Tıpkı hayat gibi tek bir doğrusu ya da tek bir yanlışı yoktur.
“O yaranın acısını bastırmakla, yaradılışındaki o dik başlı hatta kibirli duruşu abartmakla, ona genç yaşında ağır bir darbe indiren hayata karşı küstah durmaya çalışmakla geçirdi bir ömrü.” (s.51)
Tunç, Ayfer. Aziz Bey Hadisesi. Can Yayınları: İstanbul, 2022.