Her hafta başka sayfalarda gezinip, farklı dünyalara ulaşmamızı sağlayan Söylenti Kitaplığında bu hafta Mahir Ünsal Eriş‘in “Acaip” adlı kitabı var!

“İnsan bütün hayatını affedilmek ve affedebilmek arzusuyla geçirir. Samim de affedilmek, affedebilmek istiyor. Bu hikâye de onun dilinden, onun elinden çıkmış uzun bir mektup. Bir aşk mektubu. Aşk hikâyelerini özel kılan şey genellikle o aşkın vuslata ermiş olmamasıdır. Bir aşk mektubunun kıymeti de belki kavuşamamış âşıklar arasında gidip gelmiş olmalarıyla belirlenebilir. O yüzden bence Acaip, derdi affedilmek olan, affedebilecek cesareti de arayan kalbi kırık bir adamın aşk mektubu.”
Çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden Mahir Ünsal Eriş 1980 yılında doğdu. Trakya Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünü ve Ankara Üniversitesi Arkeoloji bölümünü tamamladı. Küçük yaşlardan itibaren okuyup yazan, çeşitli kitapların çevirisini yapan Eriş’in 2012 yılında yayımlanan ilk kitabı “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde”nin ardından “Babil Kulesi Kitabı” ,“Kara Yarısı” , “Sarıyaz” ve“Öbürküler” kitapları birbirini izledi. 2013 yılında okurla buluşan “Olduğu Kadar Güzeldik” Sait Faik Hikâye Armağanı‘nı bir yıl sonra aldı. İlk romanı “Dünya Bu Kadar” 2015 yılında yayımlandı. Tefrika romanı ve politik görüşünü de gösterdiği “Gaip”in devamı niteliğinde olan, 2023 yılında yayımlanan “Acaip” kitabı okurlarla buluştu. Halen çeşitli dergi ve gazetelerde yazmakta ve çevirmenlik yapmaktadır.
Bir röportajında neden kitabın adının “acayip” değil de “acaip” olduğunu açıklamıştır. Hem bir üçleme olacağını düşündüğü serinin ilk kitabı“Gaip” ile adının kafiyeli olması hem de kelimenin aslının “y” harfi olmadan yazılışı doğru olduğu için “Acaip” olmuştur kitabın adı.
Sayfalar Süren Kırgın Mektup: Acaip

“Sen beni sevdin. Ben bu dünyada seni tanıdım ve üstüne senin sevgine layık bulundum. Bir hayata ‘yaşandı’ diyebilmek için yeterince geçerli bir neden.” (sf. 180)
Yıllar evvel olduğu kadar yaygın olmasa da, günümüzde mektubun ne olduğunu, ne için yazıldığını, yazan ve yazılan kişi için denli özel olduğunu çoğumuz biliriz. İnsan kalbindekileri döker adeta, konuşamadıklarını söyler süslü hitaplarla başlayarak. İşte bu sebeple bir iç döküş gibi olur kimi zaman. Anlatıcı Samim bu mektubu yazarken de içini döküyor biricik Güzinine. Şu cümlelerle başlar mektubuna: “Bunları sonra oku olur mu Güzin? Al bunları, sakla. Bir gün öldüğümü duyarsan, olur da duyarsan, işte o zaman çıkar, baştan sona oku.” (sf.13) Acaip insanlar, acaip arkadaşlar, acaip hikâyeler… Mektup şeklindeki bu romanda Samim’in Güzin’e olan aşkıyla birlikte “acaip”leri okuyoruz. Romanın içindeki mitolojiden tarihe uzanan küçük hikâyelerin perdelerini aralama imkânı da sunuyor Eriş biz okurlara. Bununla birlikte Samim’in kırgınlıkları, çaresizlikleri, ıstırabları, korkuları ve yalnızlıkları ekleniyor satır aralarına, günbegün büyüyen aşkının yanına.
“Âşık olunca insana her şey başka görünüyor. Parktaki çocukların kulak yırtan yaygarası neşeli bir bahar şarkısına dönüyor. Şarkılar seni hedef seçiyor. Her biri senin için daha önce hiç fark etmediğin hikmetlerle, mucizelerle doluyor. Hayat kolaylaşıyor.” (sf. 69)
Kitapta yalnızca Güzin‘e olan aşkına değil, Samim‘in buruk çocukluğuna, nasıl bir aileden geldiğine, hayatına dokunan diğer karakterlere de değiniliyor. Yazarken zamanda yaptığı geri dönüşlerde babasıyla uzak bir yakınlığı olan ilişkisini okuyoruz. Samim, hayatına dair kafa karışıklıklarını da dile getiriyor. Tüm hayatı yalan mı? Doğru bir yerde mi duruyor? Yaptığı seçimler onu nerelere getirdi? Hayat tesadüf gibi görünenlerin birleşiminden oluşan çözülmeyi bekleyen ama gizi kalan bir bilmece mi? “Hayat…” diyor Samim bir cümlesinde: “…birbirinden habersizmiş gibi görünen bir sürü tesadüfün kurduğu bir bilmece. Hangisi nerede başlıyor, ne zaman, nasıl, ne biçimde bitiyor anlamıyoruz bile. Geçip gittiğini görüyoruz sadece.” (sf. 21)
Bu mektup, Ankara’nın insan seli sokaklarını, caddelerini ve yollarını da içine alıyor. Ankara’ya aşina olanlarınızın gözleri, tanıdık yerlerle karşılaşır satır aralarında: Kuğulupark, Güvenpark, Kızılay, Yüksel Caddesi, Esenboğa, Ulus Meydanı, Dost Kitabevi… Mekânların fotoğraflarının içinde bulunduğu bir albümü karıştırırcasına çevirirsiniz sayfaları. Güzin ve Samim’in bir süreliğine el ele dolaştığı tanıdık mekânların fotoğraflarını siyah beyaz mı gördüğünüz yoksa renklere mi boyadığınız size kalmış.
Anlatıcı Samim’in “Hayat da aşk gibiydi, çok kurcalayınca muhakkak yaralanacak bir şey bulunuyordu. İyisi mi hiç kurcalamadan gittiği yere kadar gitsindi.” (sf. 58) kurduğu bu cümleden, yaşadığı hayatın onu yaraladığını bir kırgınlığın olduğu sezinlenebiliyor. Pamuk ipliğine bağlı aile içi ilişkilerini, anlatıcının içinde bulunduğu hali, bir girdabın içinde boğuluyormuş hissini iliklerine kadar hissettiriyor biz okurlara. Bilinmezliklerle dolu dünyada hayal kırıklıkları, kendini çaresiz hissettiği anlar ve içinde dalga dalga kabaran bir öfkesi olsa da Güzin’e olan sonsuz sevgisi onu ayakta tutar.
“Bizi hayatın içine çeken şeyin, onun başımıza neler getirdiğini bilememek olduğunu öğrendim. Sevgin, sevilişim bana bunu öğretti Güzin.” (sf. 120)
Mahir Ünsal Eriş‘in “Acaip” adlı kitabı sonunda kavuşulamayan bir aşk hikâyesidir. Zarif cümlelerle yazılmış kırgın bir aşk mektubudur. Güzin baştan sona okumuş mudur veya okuyabilmiş midir bu mektubu, orası ise meçhul.
Kaynakça:
- Eriş, Mahir Ünsal. Acaip. İstanbul: Can Yayınları, 2023.
-
“mahir ünsal eriş | ‘acaip, kalbi kırık bir adamın aşk mektubu'”. mikro-scope.com. Web. 21.07.2024.


