Söylenti Edebiyat Bu Ay Neler Okudu?

Editör:
Guşef Alhas

Söylenti Edebiyat ekibi olarak her ayın sonunda buluştuğumuz bu serimizde, neler okuduğumuzu sizlerle paylaşıyor olacağız!

Guşef Alhas‘ın Önerileri;

1. Bir Gün Kediler Dünyadan Yok Olsaydı – Genki Kawamura

“… ikisi cennetten sürüldü. Bunun anlamı, insanların yaşlılık ve ölümü deneyimlemeye mahkûm olduğuydu. İşte böylece kargaşa ve mücadelenin uzun tarihi de başladı.” (s.21)

Bir Gün Kediler Dünyadan Yok Olsaydı, Japon yazar Genki Kawamura‘nın ilk kitabı olarak karşımıza çıkıyor. Ülkesinde uzun bir süre çok satanlar listesinde bulunan bu kitap, genç kahramanın hayatla olan ilişkisine odaklanıyor. Hayatla kurulan bağlar, başımızda onlarca dert varken yine de hayatta bir anlam bulma telaşını anlaşılır ve samimi bir dille aktarıyor yazar. Kitapta baş kahramanımız yedi gününe tanıklık ediyoruz. İlk gün öğrendiği kanser hastalığı ile birlikte bir anda yanında beliren şeytanının, ona geçmişteki hayatını hatırlatması ve sonrasında yaşanan duygu dalgalanmalarına kendimizi hemen kaptırabiliyoruz. Her gün dünyadan bir şeyi yok etmesi karşılığında hayatına artı bir gün ekleyen kahramanımız, hayatındaki kıymetli sandığı şeyleri yeniden ölçüp tartarken sevdiği insanları da bir yandan hatırlayıp anmak ve görmek için son bir girişimde bulunuyor.

Yazarın samimi ve akıcı dili anlaşılırlığı arttırırken okur yönelttiği sorular veya okurun merakını yönlendirme girişimleri, okurla kitap arasında bir mesafe ekliyormuş gibi hissettiriyor. Yazarın zaman zaman “bunu merak ediyorsun değil mi, şimdi anlatıyorum” gibi cümleleri olayların gidişatını yazarın yönlendirmesiyle okumamızı sağlıyor ve bu da kitabın akışını yazara göre şekillendirmemize yol açıyor.

2. Sıradan Zaferler – Manu Larcenet

“Suçlayacak birilerini aramayı bıraktığınızda, problemleriniz, gittikçe daha da büyüleyici bir hâl alıyor.” (s.21)

Karikatürist Manu Larcenet‘in olağanüstü çizimleri ile birleşen duygu dolu bir hikâye ile buluşuyoruz Sıradan Zaferler kitabında. Çizgi roman okuma kültürü olmayan insanlar için harika bir başlangıç olan bu kitap, okuru duygusal anlamda hem zorlarken hem de fazla miktarda rahatlatıp soru işaretlerine cevaplar verebiliyor. Fotoğrafçılık yapan başkahramanımızın dünyayla, ailesiyle ve aşık olduğu kadınla olan sorunlarına odaklanırken psikolojik olarak zorlu geçen süreçlerle baş etme mücadelesini oldukça içten bir şekilde aktarıyor yazar. Çizimlerinin yanı sıra etkileyici bir dile de sahip olması da kitabı ayrı bir keyifli hale getiriyor.

3. Sayfa Sınırları İçinde: Yazmanın ve Okumanın Zevki Üzerine Sohbetler

“Olanı olduğu gibi söylemek felç etkisi yaratabiliyor; sayısız başarısızlığımın ve tesadüfi nadir başarımın toplamının beni sağır, dilsiz ve nihilist kılma riski var; bu nedenle olanı elimden geldiği şekilde söylemeyi deneyeceğim ve belki şansım yaver gider de olduğu gibi söyleyebilirim.” (s.39)

Çağdaş İtalyan edebiyatının önemli yazarlarından Elena Ferrante, kendi hayatı ile ilgili çok fazla gizem barındırıyor. Söylentilere göre gerçekte kim olduğu da bilinmiyor. Sayfa Sınırları İçinde: Yazmanın ve Okumanın Zevki Üzerine Sohbetler kitabında Bologna Üniversitesi Umberto Eco Konferansları kapsamında üç, İtalyanistler Kongresi kapsamında da Dante hakkında hazırladığı bir metin ile toplamda dört ayrı metni ile karşılaşıyoruz. Bu metinlerde kendi hayat deneyimleriyle birleştirdiği yazı yazma, kitap okuma üzerine eşsiz bir yolculuğa çıkıyoruz gibi düşünülebilir. Ferrante’nin kitaplarını yazarken olayları nasıl şekillendirdiği, karakterleri kitaplarıyla nasıl bağladığı, kitaplarındaki her bir karakterin birbirleriyle olan ilişkileri gibi noktaları eksikleri ve fazlalarıyla detaylı bir şekilde aktarıyor okurlarına. Sayfaların kenarlarında kalan boşlukların bize ait olduğuna, yazar olma yolunda yaşanan zorluklara ve çok daha fazlasına Elena Ferrante’nin yol göstericiliğiyle bir arada kalıyoruz.

Deniz Filiz‘in Önerileri;

4. Tersi ve Yüzü – Albert Camus

“Ne çıkar insan her şeyi kabul ettikten sonra? Birbirine benzeyen, gene de farklı üç yazgı söz konusu. Ölüm herkesin başında, ama herkesin ölümü kendine göre. Olsun, güneş gene de ısıtıyor kemiklerimizi.” (sf. 38)

Edebiyat neden vardır? Neden kitap yazılır? Kelimeler yoluyla dünyanın bir ucundaki insanlara ulaşmak, okura yalnız olmadığını hissettirmek, bizleri kurgunun ne muhteşem bir şey olduğunu anlatmak, farklı dünyalara davet etmek, bir derdi anlatmak, anlatmak, anlaşılmak… Belki de yalnızca sesini duyurmak. Bunlar gibi pek çok neden sayabiliriz düşündüğümüzde. Tersi ve Yüzü, yazarın diğer kitaplarına kılavuzluk etmiş bir yapıttır. Albert Camus çok genç bir yaşta, tam olarak henüz yirmi iki yaşındayken yazmıştır Tersi ve Yüzü adlı eserini. Denemelerden oluşan kitabında düşüncelerinin çıkış noktasını, nasıl şekillendiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Toplamda beş hikâyeden oluşan kitapta ölüm, umutsuzluk, yabancılaşma, yalnızlık temaları etrafında dönülür. Çeviriyi yapan Tahsin Yücel önsözde şunları söyler: “Tüm anlamlarıyla. Sanatçının daha sonraki yapıtlarında karşımıza birer düşünce olarak çıkacak olan birçok öge burada daha somut, daha yalın, daha dolaysız bir biçimde yansıtılmış birer yaşantı olarak belirir.” (sf. 15) Diğer eserlerini okumadan önce Camus’nün dünyasıyla tanışmak için önemli bir eserdir.

5. Notre Dame De Paris – Victor Hugo

“Çünkü aşk bir ağaç gibidir, kendiliğinden biter, köklerini bütün varlığımıızın derinliklerine kadar uzatır ve harabe haline gelmiş bir yürekte de yeşermeyi sürdürür. Açıklanması zor olan da şudur ki, bu tutku ne kadar kör olursa o ölçüde de inatçıdır. En çok da mantıksız olduğu zaman sağlamdır.” (sf. 371)

Orijinal adı Notre Dame de Paris, Türkçe çevirisiyle de Notre Dame’ın Kamburu, Victor Hugo‘nun başyapıtlarındandır. Notre Dame Katedrali’ni öyle güzel betimler ki roman boyunca sanki biri eline fırçasını ve boyalarını almış, gözünüzün önünde resmini çiziyor gibi hissedersiniz. Paris sokaklarında dolaşıp havasını soluyor ve karakterlerin dünyasına dahil oluyorsunuz. Güzeller güzeli çingene kızı Esmeralda, kambur görüntüsüyle insanları korkutan Quasimodo, dinine sıkı sıkıya bağlı Rahip Frollo, Esmeralda’nın aşkı Phobeus, bir de kitabın başından itibaren bizimle olan şair ve anlatıcı Gringoire kitabın ana karakterleri. Quasimodo, romanda da tasvir edildiği üzere deforme olmuş bir yüze ve vücuda sahiptir. Çevresindeki herkes ondan korkmaktadır ve ‘çirkin’ diye nitelendirmektedir. Halbuki çok güzel ve temiz bir kalbe sahiptir. Phobeus ve Frollo gibi Quasimodo da kısa bir süre sonra Esmeralda’nın büyüsüne kapılır. Karşılıksız bir aşkın pençesinde bulur kendini. Fakat Esmeralda’nın gönlünde Phobeus vardır.

Romanda Victor Hugo canavarlaşmanın ne demek olduğunu anlatır bizlere. Asıl canavar kimdir? Fiziksel olarak ‘çirkin’ diye tanımladığımız kişiler midir yoksa iyiliği seçmeyip kötülüğü seçen kişiler midir? Paris sokaklarında dolanırken ve Notre Dame Katedrali’ni seyrederken cevabı sizler düşünün.

6. Erteleme – Nihan Kaya

“Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında, kahraman ‘Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.’ der. Ertelediğimiz şey ne olursa olsun arkasındaki psikoloji tam olarak budur.” (sf. 13)

Boğaziçi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu yazar ve psikolog Nihan Kaya‘nın “Erteleme” adlı kitabında ‘erteleme’mizin kökenine iner. Edebiyat ve psikolojinin iç içe geçmiş iki dal olduğunu vurgulayan Kaya, bu kitabında bizi bir kurguyla karşılamaz. Kendi hayat hikâyesini ve başka insanların yaşadıklarını da baz alarak anlatır bizlere. İçimizdeki çocuğun içindeki ebeveynlere karşı geliştirdiği bir savunma mekanizması olduğunu söyler aslında ertelemenin. Kendimizi yataktan kalkamıyor, bir sürü işin arasında sıkışmış halde kendimizi görüyor ve altından kalkamıyorsak, bir çoğunun sorumlusu geçmişte yaşadıklarımız diyor Nihan Kaya. Bir de ilk sayfalarında şu satırlar geçiyor: “Bir şeyi ertelediğimizde ‘olası’ kusurlu davranışı da erteliyoruz. Ertelemek, mükemmelliyetçilik adına bir önlem çoğu zaman.” (sf. 23) İçimizdeki o mükemmeliyetçi kişilik, hiçbir hata yapmamak için ‘kötü bir resim’ asarım korkusuyla işlerini erteleme ve hiçbir şey yapmama eğiliminde.

Bu kitapta yine kendinizle bağdaştırdığınız birçok satırla karşılaşacak ve yaptığınız davranışları temellendirebilieceksiniz. Psikolojiye ilgisi olanlar, psikoloji okuyanlar ve kafası sorularla dolu olanlar için yol gösterici bir nitelikte. Ertelemenin doğasında ne olduğunu ve arkasında yatan nedenleri anlamamız için önemli bir kaynak.

Sena Yiğit‘in Önerileri;

7. Ölü Canlar – Gogol

“Kendine güzel tutkular edinmiş insan mutludur.”  (s.281)

19. yüzyıl Rus yazarlarından biri olan Gogol‘un kaleme aldığı Ölü Canlar, Rus toplumsal yapısının panoramasını sunar. Nüktedan üslubu ile toplum eleştirisi yapan yazar kurumlardaki çürüme, yozlaşma ve ahlaki çöküş temalarını işler. Gerçekçiliğin en önemli örneklerinden biri olan eserde yapılan eleştiriler yaşadıkları toplumu ve zamanı aşarak insanoğlunun her daim açgözlü ve hırslı olduğunu da gözler önüne serer. Klasik Rus Edebiyatı eserlerinin aksine akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olan Ölü Canlar, okuması keyifli olduğu olduğu kadar üzerine düşünülmesi gereken bir eser.

8. Otuz Beş Yaş – Cahit Sıtkı Tarancı

“Ve şehir sabah akşam bu gürültüdür,
Baksan minareler, kubbeler görünür,
Minyatür bir gök ve serseri bulutlar;
Bacalar tütmekte yakından, uzaktan,
Kuşlar saçaklarda mahzun kanat çırpar,
            Usanmış durur damlar göğe bakmaktan. ”  (s.105)

Cahit Sıtkı Tarancı dendiğinde hepimizin aklına Otuz Beş Yaş şiiri gelir. Bütün şiirlerinin derlendiği kitap da haliyle adını bu şiirden alır. Yazarın şiirlerine genel olarak baktığımız zaman dili ustalıkla kullandığına şahit oluruz. Şiirlerinde genel olarak insan hayatı ve ölüm temalarını işler. Bu karamsar atmosferin yanı sıra hayatın kıymetini vurgulayan; geçmişe karşı derin bir özlem içeren dizeler de inşa eder. Sade, akıcı bir üslup takınmasına rağmen çarpıcı bir anlatıma sahiptir.

9. Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi – Ziya Osman Saba

“Yalnız her sabah yeniden çalınan, sevdiğimiz bir plağı dinler gibi o günleri yaşıyor, yaşamaya doyamıyorduk.”  (s. 231)

Ziya Osman Saba’nın duru ve nostaljik anlatımı ile okurla buluşan Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, yazarın bütün öykülerini ihtiva ediyor. Yalın bir üsluba sahip olan öyküler, hayatın içinden olayları barındırıyor. Öyle ki kendimizi kâh eski İstanbul sokaklarını arşınlıyor kâh bir vapura biniyor gibi hissediyoruz. Bir nevi eski bir Türk filmini yeniden izliyormuşçasına satırlarda kayboluyoruz. Her ne kadar öykü olarak geçse de bu metinlerin yazarın anılarını oluşturduğunu da varsayabiliriz. Kitabı bitirdiğimizde ise bizler de fotoğrafhanedeki mesut insanlardan biri oluveriyoruz. Ziya Osman Saba’yı tanımak ve okumak, okurda nostaljik duygular oluşturarak hayatın kıymetini anlama ve anlamlandırma konusunda bir yer ediniyor böylece…

Sinem Aykın‘ın Önerileri;

10. Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi – Nurer Uğurlu

“Kardeşim Orhan Kemal’e
Nihayet bir güzel günde görüştük. Bu hayra alamet. Biz görmesek bile bir gün herkesin iyi günler göreceğine işarettir.
Sait Faik” (s. 356)

Türk edebiyatının büyük ustaları arasında yer alan Orhan Kemal’in hayat hikâyesini bu kez en yakın ağızdan arkadaşı Nurer Uğurlu’nun kaleminden okuyoruz. Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in hayata atılmasını, ekmek kavgasını aktarıyor okuyuculara. İkbal Kahvesi’nde -ya da Kemal’in deyişiyle Kahvetür-İkbal– diğer yazar ve şair arkadaşlarıyla olan sohbetleri, eserlerinden bölümler, eserlerin yazım aşamaları, hapishanede geçirdiği dönemler, Nâzım Hikmet’in sayesinde şiir yazmak yerine romancılığa atılması, sanatını etkileyen olaylar, yaşadığı zorluklara Nurer Uğurlu sayesinde şahitlik ediyoruz. Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, bir kahvehane olmaktan çok nice yazarımıza ev sahipliği yapmış, yuva olmuş, türlü türlü sanatsal sohbetlerin merkezi olmuştur. Kitabı okurken, adeta İkbal Kahvesi’nde olaylara canlı canlı şahitlik ediyor; Orhan Kemal’in arkadaşlarıyla tatlı ve sanat dolu sohbetlerine kulak kabartıyorsunuz.

11. Kalp Ağrısı – Halide Edib Adıvar

“İnsanların kalbinde ev sahibi olmak mümkün değildir. Kısa, uzun, muayyen bir müddet için, insan bir kalbe girer, sonra yerini yeni kiracılara, daha çok bedel veren kiracılara bırakır, gider.” (s. 158)

Kalp Ağrısı, Halide Edib Adıvar’ın diğer romanlarından ayrılan ve daha ağırlıklı olarak aşk teması üzerinde yoğunlaşan eseridir. Diğer kitaplardan da alışık olduğumuz gibi başkarakter Zeyno, iyi eğitim almış, kültürlü bir genç kızdır. Babasıyla aynı mesleği yapan Saffet ile nişanlıdır ancak arkadaşının akrabası olan Binbaşı Hasan’la karşılaşmak Zeyno’nun dengesini alt üst eder. Zeyno, Hasan’la karşılaştıktan sonra yaşadıklarını “kalp ağrısı” olarak niteler ve olaylar aşk, kıskançlık çerçevesinde ilerler. Halide Edib’in genellikle toplumsal olaylar, milli mücadele gibi konuları kaleme aldığını göz önünde bulundurursak aşk gibi bir duyguyu ne denli güzel kurguladığını ve anlattığını söylesek yanılmış olmayız. Halide Edib, akıcı üslubu ve anlatım tarzıyla okurunu olayların içine çekiveriyor.

12. Siyah Beyaz – Vüs’at O. Bener

“Doğum günüm yarın haberiniz olsun. Ne mi istiyorum? Zincir. Ucuna mineli yürek takılıyor ya ondan. Resminizi koyarım belki.“ (s. 72) 

Vüs’at O. Bener, gerçek dışı öykülerden ziyade hayatın içinden, en gerçek öyküleriyle karşılıyor okurlarını. İlk başta anlatım tarzından dolayı bir otobiyografi okuyor zannediyoruz ama öyküler içinde ilerledikçe harika kurgulanmış kelimeler evreninde buluyoruz kendimizi. Vüs’at Bener, sohbet havasında kaleme almış tüm öykülerini. Kısa bir kitap ancak etkisi çok uzun sürüyor. Özellikle Bisiklet başlıklı öyküsünde çocukluğumuzdan bir parça var sanki. Bisiklet üzerinden aktarılan duygu kalbinizin en ince yerlerine dokunuyor, içinizdeki yaralı çocuğun duygularına tercüman oluyor sanki. Küçükken maddi yetersizlikten dolayı hep hayalini kurduğumuz, tekerleklerine süsler takmak istediğimiz o bisikletin hüznü yatıyor öyküde. Birbirinden değişik kurgulara sahip olan öyküler, Vüs’at O. Bener’in yaşanmışlığıyla daha da değişik bir hale bürünüyor.

Nazlıcan Karakaya‘nın Önerileri;

13. Gözleri Tanrı’yı Seyrediyordu – Zora Neale Hurston

“Evliliğin aşkı getirmediğini artık öğrenmişti. Janie’nin ilk hayali ölmüştü, o da bir kadın oldu.” (s.29)

Zora Neale Hurston’ın unutulmaz eseri Their Eyes Were Watching God, hayatı boyunca kendine bir ses edinmeye çalışan Janie‘nin özgürlüğe, aşka ve kendini bulmaya olan yolculuğunu anlatıyor. Bu kitap, sadece bir kadının hayat hikayesini değil, aynı zamanda toplumun kadınlara biçtiği rollerle yüzleşmesini ve bu rollerle mücadelesini anlatıyor. Hurston kitabın ilk sayfasından itibaren yaptığı betimler ve anlatım tekniğiyle kitabı dikkat çekici bir noktaya taşıyor. Okurken, Janie’nin yaşadığı acıların, hayal kırıklıklarının ama en çok da içindeki direncin size dokunduğunu fark edeceksiniz. Bu kitap, hem bir kadının kendini gerçekleştirme mücadelesini hem de aşkın, cesaretin ve özgürlüğün anlamını derinden hissettiren bir başyapıt.

14. Renklerden Moru – Alice Walker

“Tanrı senin ve bütün herkesin içinde. Tanrı’yla geliyorsun dünyaya. Yalnızca kendi içinde arayanlar bulabilir onu. Bazen de sen aramasan bile ya da ne aradığını bilmesen bile gösterir kendini. Bana kalırsa çoğu kimse derde düştü mü bulur onu.” (s.200)

Alice Walker’ın Pulitzer Ödüllü romanı The Color Purple, insanın ruhunu derinden sarsan, aynı zamanda derin bir umut taşıyan bir hikâye. Romanın merkezinde, hayatın en zor şartları altında bile kendini var edebilen Celie var. Celie’nin yazdığı mektuplar aracılığıyla, onun iç dünyasına tanık oluyoruz; sessiz, kırılgan bir kız çocuğundan güçlü, kendi sesini bulan bir kadına dönüşümüne eşlik ediyoruz. Walker, cinsiyet, ırk ve sınıf meselelerini ele alırken, karakterlerin dostlukları, dayanışmaları ve sevgiyle iyileşmeleri sizi sarmalıyor. Aynı zamanda Celie’nin “beyaz erkeklerin” dünyasında “siyahi bir kadın” olarak var olma yolculuğunu okuyoruz. Her sayfasında Celie’nin acılarına, zaferlerine ve kendini bulma hikâyesine ortak oluyoruz. The Color Purple, kadın dayanışmasının ve insan ruhunun gücünün bir kanıtı gibi; her okuyanın içine dokunacak bir kitap.

15. Mürebbiye – Stefan Zweig

“Kimseye güvenmemeleri gerektiğinin farkındalar, şu korkunç yaşamın tüm yükünü çelimsiz omuzlarında hissediyorlar.” (s.17)

Stefan Zweig’ın Mürebbiye adlı kitabı, adını taşıyan hikâyeyle birlikte toplam dört öyküden oluşuyor: Mürebbiye, Yaz Novellası ve Geç Ödenen Borç, Kadın ve Yeryüzü. Her biri, Zweig’ın insan doğasını çözümleme konusundaki ustalığını bir kez daha kanıtlayan, ince ruhlu ve dokunaklı anlatılar. Kitaba başlığını veren hikaye “Mürebbiye”, sınıfsal farklar ve toplumsal baskılar altında ezilen bir mürebbiyenin hikâyesini anlatırken, insanın çaresizliği ve toplumun ahlaki ikiyüzlülüğü üzerine düşündürüyor. Bu hikâye, görünüşte sıradan bir olay üzerinden insanlık durumunu derinlemesine ele alıyor.

Kadın ve Yeryüzü‘nde arzular ve insan doğasının tutkuları arasında sıkışmış bir kadının hikayesini işlerken, doğanın gücünü ve insanla kurduğu ilişkiyi yakından görüyoruz. Zweig, bu öyküde hem doğanın hem de insan ruhunun vahşi, dizginlenemez yanlarını oldukça etkileyici bir biçimde yansıtıyor. Yaz Novellası, hayatın beklenmedik sürprizleri ve anlık karşılaşmaların insan ruhunda bıraktığı izler üzerine bir hikâye. Zweig, bu kısa ama anlam yüklü öyküde, hayatta tesadüf gibi görünen olayların aslında nasıl derin etkiler yaratabileceğini gösteriyor. Son olarak, Geç Ödenen Borç, geçmişin yükleriyle hesaplaşan bir karakterin hikayesi. Zweig, bu öyküde pişmanlık, geç kalmışlık hissi ve telafi çabalarını öylesine gerçekçi ve dokunaklı bir şekilde anlatıyor ki, kendinizi bu hikâyenin bir parçası gibi hissediyorsunuz. Her bir öykü, insana dair evrensel duyguları işliyor ve Zweig’ın alışılmış zarif üslubu ve karakterlerinin iç dünyalarına duyduğu derin ilgiyle sizi hemen içine çekiyor.

İclal Yaka‘nın Önerileri;

16. İntermezzo – Sally Rooney

“Hayatta kalması gerekiyordu. Kurtulması, boğulmaması, bir şeyleri yakalayıp tutunması, ne olursa. Tehlike artık epey geride kalmıştı ama başını eğip bakınca ellerinin hâlâ sıkılı, sıkı sıkı kapalı olduğunu görüyor. Takdir nedir bilmeden ödevlerine sadakatle geçen ömrü.” (s.427)

Özellikle de 2018 yılında yayımlanan Normal People (Normal İnsanlar) kitabıyla popülerliğini zirveye taşıyan İrlandalı yazar Sally Rooney’nin son kitabı İntermezzo 2024 yılının eylülünde tüm dünyada aynı anda yayımlandı. Yayımlandığı andan itibaren de yılın en çok konuşulan ve okunan kitapları arasına girmeyi başardı.

Y kuşağının en önemli yazarlarından biri olarak görülen Sally Rooney, son kitabında da Y kuşağının yanına Z kuşağını da ekleyerek insan ilişkilerini irdelemeye devam ediyor. Babalarını kaybeden iki erkek kardeşin yas süreçlerine dahil olduğumuz kitapta iki tarafın hayatlarına ayrı pencerelerden bakıyoruz. Otuzlu yaşlarındaki Peter, bir avukat olarak hayatın farklı noktasında ve eski sevgilisi Sylvia ile yenice hoşlandığı Naomi’nin arasındaki duygusal üçgende sıkışıp kalıyor. Yirmi iki yaşındaki satranç ustası Ivan, görece daha zayıf olduğu ilişkiler dünyasına Margaret’a duyduğu güçlü hislerle hızlı bir giriş yapıyor. Rooney’nin derince anlatımıyla beraber iki kardeşin zihinlerinin içine tam olarak girerken çıkmazlarında da beraber kayboluyoruz. Sally Rooney romantik çıkmazları; aile içi ilişkilere, içsel hesaplaşmalara ve yaşanan yas duygusuna ustalıkla bağladığı bu gerçekçi hikâyeyi akıcı bir anlatımla buluşturarak kendisinden bekleneni vermeyi başarıyor.

17. Kadınlar Ülkesi – Charlotte Perkins Gilman

“Sorunsuz huzur, ölçüsüz bolluk, hiç bozulmayan sağlık, her şeyi düzene sokan mükemmel bir yönetim ile kocaman bir iyi niyet, geride aşılacak bir şey bırakmamıştı. Çok eskiden kurulmuş, kusursuz idare edilen bir kır evindeki güzel bir aile gibiydi.” (s.129)

Amerikalı feminist yazar Charlotte Perkins Gilman, 1892’de yayımlanan Sarı Duvar Kâğıdı (The Yellow Wallpaper) ile ün kazanıyor. Kadınlar Ülkesi (Herland) ise 1909-1916 tarihleri arasında tefrikalar halinde yayımladığı üçlemesinin ikinci kitabıdır. Sadece kadınlardan oluşan bir ülkeyi resmettiği bu kitabıyla ütopik bir evren fikrine, görmeye çok da alışık olmadığımız bir feminist bakış açısı kazandırıyor. Bu feminist ütopya Van’ın gözünden aktarılıyor. Van, Terry ve Jeff ile duydukları Kadınlar Ülkesi’ne keşif yapmaya karar veriyorlar ve bu sayede biz de onlarla beraber bu ilginç dünyayı tanımaya başlıyoruz. Üç arkadaşın da bir erkek olarak toplumsal yaşamda kadının rolleri ve kadınlarla ilgili farklı düşüncelerdeyken kendi kafalarında kurduğu sözde kadınlar ülkesiyle ilgili de olumsuz ve küçümser düşünüyorlar. Karşılaştıkları ülke ise onların tüm düşüncelerini çürütecek şekilde muazzam bir düzene sahip olarak karşılarına çıkıyor. Kadınların oluşturduğu mantık, sevgi ve huzur üstüne kurulan bu ülkenin her bir detayı üçlüyü şaşırtıyor, kendine hayran bıraktırıyor.

Kadınlar Ülkesi, salt ilginç bir ütopyanın peşinden götürmekle kalmayarak şu anki yaşadığımız dünyanın şartları ve ataerkil düşünce kalıpları ile karşılaştırarak acı tabloyu bize apaçık gösteriyor.

18. Çocukluk – L. N. Tolstoy

“Ancak çok güçlü sevebilen insanlar, çok güçlü üzüntüler de yaşayabilirler; fakat bu sevme ihtiyacı üzüntüye karşı koymalarını sağlar ve onları iyileştirir. Bu yüzden insanın ruhsal yapısı fiziksel yapısından daha canlıdır. Üzüntü hiçbir zaman insanı öldürmez.” (s.148)

Edebiyat tarihinin en büyük yazarlarından kabul edilen Tolstoy’un yarı otobiyografik özellik taşıyan üçlemesinin ilk kitabı Çocukluk, büyük bir yazarın daha çocukluğundan şekillenen düşünce yapısının izlerini gözler önüne seriyor. Sade ve küçük bir çocuğun masum bakış açısının yansıdığı samimi anlatım, daha ilk andan hikâyenin içine girmemizi kolaylaştırıyor. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini bildiğimiz Tolstoy’u yarı otobiyografik kurguda temsil eden karakter Nikolenka oluyor. Nikolenka’nın ağzından okuduğumuz hikâyede Nikolenka’nın kardeşleriyle ve öğretmeni Karl İvanoviç olan ilişkisini, annesine olan derin sevgisini, arkadaşlarına olan yaklaşımını ve son olarak da onda derin bir yara bırakan annesinin ölümünün bıraktığı izleri basit ama etkileyici ve çarpıcı ifadelerle okuyoruz. Kısa bölümlerde küçük anılar ve anlar üzerine kurulu anlatıda aslında küçük bir çocukta iz bırakan noktalara değiniliyor. Hatta çoğu anı da kitapta “Çocukluk” bölümünde değinildiği gibi mutlu çocukluk döneminden geride kalan gülümseten küçük hatıralardan ibaret.

Çocukluk, her ne kadar Tolstoy’un hayatını tam olarak yansıtmasa da çocukluğunda yaşadığı kırılma noktalarını, onun hayatını ve karakterini şekillendiren arka plandaki nüansları hissettirmekten de geri kalmıyor.


Öne Çıkan Görsel Linki

Soylenti
Soylenti
Söylenti Dergi'deki kurumsal, sponsorlu ve ortak yazarlı yazıların yayınlandığı profil.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks