Sonsuzluk ve Bir Gün Filminde Hafızanın Kadrajı ve Yarım Kalmışlık

Editör:
Betül Akdeniz, Zeynep Alara Karagöz
spot_img

Hayat nedir, yarım kalmışlık baki midir? Teodoros Angelopulos’un Eternity and a Day (Sonsuzluk ve Bir Gün) filmi tam da bu sorular etrafında şekillenen; hafıza, zaman, hayaller ve dünyevî deneyimler üzerine derin bir tartışma alanı açıyor. Ölümcül bir hastalığa yakalanan şair Alexandros’un, hastaneye yatmak yerine son gününü yaşamayı tercih etmesiyle başlayan hikâye, tamamlanmamış arzular, kırık bağlar ve geçmişin gölgeleriyle örülüyor. Eski aşkı, ölmüş eşi Anna’nın mektupları, sığınmacı bir çocuğun hayatı ve Dionysios Solomos’un yarım kalmış Özgür Tutsak şiiri etrafında kurulan bu son gün; yaşamın aslında tamamlanan emeller değil, yarım bırakılmış hayaller, denemeler ve bitmeyen arayışlarla örülü olduğunu hatırlatıyor.

“Tek pişmanlığım Anna, neredeyse hiçbir şeyi bitirememiş olmam. Her şeyi taslak olarak bıraktım.”

Sürenin Bütünselliği

Süre ve Deniz Üzerinden Bütünsellik / kaynak: Sonsuzluk ve Bir Gün 0:04:25

Sonsuzluk ve Bir Gün’de de felsefesine sık sık rastladığımız Henri Bergson içimizdeki süreyi şöyle tanımlar:

Sayıya hiçbir benzerliği olmayan niteliksel bir çokluk; henüz artan bir nicelik olmayan organik bir evrim; içinde belirgin niteliklerin bulunmadığı saf bir heterojenlik.

– Henri Bergson / Zaman ve Özgür İrade Kitabı

Yani hayat ölçülebilen ve ilerleyen bir zamandan ibaret değildir. Kendi algımız dahilinde ve kapasitesinde yaşayabildiğimiz hayat, kronolojik olmayan hafıza ile şekillenen zihindeki niteliksel bir akıştır. Bergson, bu ölçülemeyen içsel zamansal deneyimi durée (süre) olarak tanımlar.

Film özelinde bu düşünceyi somutlaştırmaya çalışalım. Filmin ilk sekansı, arkadaşının Alexandros’a yaptığı bir zaman tanımını içerir. Büyükbabasından alıntılayan çocuk, “Zaman deniz kenarında taşlarla oynayan bir çocuktur.” der. Burada zaman, niceliksel olarak farkında olunmayan bir süre, sadece deneyimi yaşanan bir anlar bütünüdür…

Bu konuşmanın ardından üç arkadaş denize gider, suya atlayıp yüzmeye başlarlar. Kamera bir süre suda kalır ve ardından bu görüntü, son gününü yaşayan Alexandros’un bakış açısına dönüşür; çünkü filmde süre lineer değildir, denize bakarken oluşan bilinçle bağlantılıdır.

Bu anlatımı güçlendirmek için filmin kurgusunda fazla kesme görmeyiz. Mekânsal bir bütünlük içinde geçer sahneler. Karakter çoğu zaman aynı anın içinde, yumuşak bir şekilde mekân değiştirir. Film Alexandros’a seslenilmesiyle başlar ve öyle de biter. Senaryodaki bu düşünce, hayatın aslında farklı deneyimlerin yarattığı tek bir andan ibaret olduğuna dair bir işaret gibidir. Süre algımızdadır, içseldir. Gerçeklik, hafızanın şimdiyi şekillendirdiği kadardır.

Süre ve Mekân

Süre ve Mekânsallık / kaynak: Sonsuzluk ve Bir Gün 1:51:27

Deneyimlenen zamanın -sürenin- lineer bir akış değil deneyime bağlı bir içsel algı olduğuna değinmiştik. Dolayısıyla deneyimlenen bu muğlak ve iç içe geçmiş süre, mekânların sınırlarını da ortadan kaldırır. Kişiler, mekânlar hep bir aradadır. Herkesin kendi deneyimleri doğrultusunda yaşadığı, dolayısıyla da oldukça öznel olan hayat kavramı; tüm tanışıklıkları bir zihinde toplar.

Bir deniz; hem geçmişi hem şimdiyi, hem arkadaşlarla yapılan bir yat gezisini hem de izlenilen bir yük gemisini çağrıştırabilir. Yönetmenin belki de filmdeki en büyük imzası, hafızadaki bu yekpare mekânsallığı filmdeki anlatıma da yedirebilmesi olmuş. Başkarakterin son günündeki dünyevî olayları, sanki onun bilinçaltında gezintiye çıkmışçasına izleriz.

Gerçekçi anlatımla sürreal anlatımın içe içe girdiği Sonsuzluk ve Bir Gün, birçok mekanı Alexandros’un hafızasındaki kadar verir. Gerçekçi ayrıntılara takılmaz (çocuğu kaçakçıların elinden kurtardığı sahne). Bazı mekânlarıysa sadece onun hafızasını anlatmak için kullanır (otobüs sahnesi). Otobüs sahnesi karakterin hayat yolculuğunu bize anımsatır. Başarısız romantik bir ilişki, toplumsal hafıza ve süren davalar, başlayan-yarım kalan-biten direnişler, şarkılar, bir çocuk üzerinden sevgi ve onun taşıdığı umut, bitmemiş şiir ve cevaplanmamış bir soru…

Sekans melankolik olduğu halde olumlu duygular uyandırmayı başarır. Karakterler mutlu ve kabullenmiş bir tavırdadır. Alexandros’un kendisiyle samimi bir yüzleşmesi niteliğindeki bu sahne, yine Alexandros’un hayatının son dönemlerini adadığı o şiirle son bulur. Şiir, hayatın hiçbir kötülüğünün onu bozamayacak kadar güzel olduğunu anlatır. “Hayat tatlı.” der şiirin son cümlesi, ama yetersiz kalmıştır. Son bir ifadeye ihtiyaç duyar özünde; çünkü hayatın kendisini görebilmek için belki de onun içinde olmamak gerekir. Hayat tatlı ve…

“Şafak üzerine çiy düşmüş son yıldız

Doğacak parlak güneşin habercisi

Ne sis, ne gölge cesaret edemez

Bu bulutsuz gökyüzünün mükemmelliğini bozmaya

Hafif bir rüzgarın tatlı tatlı estiği

Aşağı doğru yüzleri okşayan

Kalbin derinliklerine fısıldar gibi:

Hayat tatlı ve…”

Süre, Renk ve Kamera

Süre, Renk ve Kamera / kaynak: themoviedb.org

Geçmiş ve şimdinin bir aradılığı üzerine inşa edilen bu filmde karakterin, anları nasıl yaşadığına göre renk paleti değişmektedir. Lineer zamana göre geçmişte kalan; dolayısıyla da güzel hatırlanan Alexandros’un eşi, annesi ve arkadaşlarının o sevgi ve neşe ortamı hep daha parlak, daha pastel, daha sarı tonlarda karşımıza çıkar. Alexandros’un zihnindeki güzel parçalardan biridir onlar, her ne kadar uyum sağlayamamış olsa da.

Tüm o beyaz ve pastel tonlarının arasında siyahtır Alexandros. Birlikteliği benimseyemez. Emelsiz mutluluğun bir parçası olamaz. Oysaki hayattaki emellerin zaten gerçekleştirilmeme/yetişememe üzere var olduğunu henüz fark etmemiştir. Kamera zaman zaman soğuk ve mavi, bugünden sıcak ve sarı geçmişe geçer sanki. Bunu duraksız yapar. Denizle veya denize açılan pencerelerle bağlar görüntüleri. Aynı manzaranın farklı anları ve o bilinmezlikleri ile. Zamanın değil sürenin etkisini gösterir bize.

Uyaran Kadrajlar ve Sesler

Kadrajdaki Anlatı / kaynak: Sonsuzluk ve Bir Gün 0:42:56

Filmin ilk sekansında duyduğumuz, sonra da pek çok tekrarına rastladığımız ıslık sesi bir süre sonra seyirci olarak aşina olduğumuz bir sese dönüşür. Yunan veya Arnavut fark etmeksizin; kaçan, saklanan çocukların iletişim aracıdır ıslık. İlk sekansta Alexandros’un arkadaşlarından, ilerleyen sekanslarda da sığınmacı Arnavut çocuk ve arkadaşlarından duyarız. Sesin geldiği yerde toplanmayı ifade eder bu ıslık. Çocuklar arasındaki bu evrensel dil; konuşmadan birçok konuda iletişim kurmayı, birlikteliği sağlar.

Bir diğer düzenli tekrar eden ses ise polis sirenidir. Sığınmacı çocuğun, dolayısıyla da bir günlüğüne ona hayat arkadaşı olmuş Alexandros’un korku ve stresini tetikleyen bir sestir. Hafızanın -sürenin- toplumsal düzen (?) ile nasıl şekillendiğini gösterir bize. Siren sesi filmde bir gerilim aracıdır. Bizi, yaşadığımız toplumsal normları sorgulamaya ve birey üzerindeki baskısını hissetmeye iter.

Aynı gerilimi kadrajdan da takip etmek mümkündür. Alexandros ile çocuğun su almak için girdiği restoranda polisle yüz yüze gelen çocuğun yaşadığı korkuyu, tek başınalığı tek bir karede görebiliriz: Bir duvar, üzerinde bir ayna, aynadan yansıyan polis ve başını öne eğmiş çocuk, yanında da uçurumda tek başına duran bir kişinin çizilmiş olduğu bir tablo. Toplumsal dışlanmışlık ve hafızadaki yalnızlık…

Sahnenin devamında Alexandros’u aynı konumda görürüz. O an çocuğu kaybetmiş olan Alexandros’un aynadaki yansıması, onun da hissettiği yalnızlığı görünür kılar. Birlikteliğe karşı bir pes etmişlik hakimdir iki karaktere de. Günün sonunda yalnızlığın gerçekçiliği ve bir aradalığın geçiciliğini kabul etmiş iki kişinin kesişmesinden ibarettir aslında o gün.

Kum Tepesi Sahnesi / kaynak: themoviedb.org

Filmde Anna’nın bulunduğu sahneler de bazen bizimle diyalogsuz bir şekilde iletişime geçer. Alexandros, Anna ve tüm akrabalarının kum tepesine tırmandığı ve oradan bir süre manzaraya baktığı o ikonik an da bu sahnelerden biri. Kadrajda sadece kum, gökyüzü ve hafızadaki o insanlar mevcut. Hayat aslında bu sadelikten, bu mevcudiyetten ibaret. Sahnenin devamında da aynı kadrajda kum, deniz ve Anna kalıyor. Herkes gibi var oluşta yalnız Anna…

Son olarak da filmde üç kere karşımıza çıkan “korkuluk” metaforu üzerine yoğunlaşalım. 3 kere benzer kareyi yaratan yönetmenin buralarda bilinçli bir anlatım benimsediği aşikâr: Arnavutluk sınırında korkuluklara tırmanmış bir şekilde duran insanlar, gelin ve damadın seremonisini korkuluklara tırmanarak izleyen insanlar ve son olarak da Selim’in anma töreninde binanın içindeki korkulukların etrafında ıslık eşliğinde toplanan çocuklar. Bir hapis olma durumunu çağrıştırıyor sanki korkuluktaki bu insanlar: Sınırlara, toplumsal normlara dolayısıyla da kaderlere hapis olma durumunu. Bireyi ve özgür iradeyi baltalayan, birbirlerini besleyen engeller…

Mekân ve Yalnızlık

Anna İçin Bir An / kaynak: themoviedb.org

Filmde, hayatına şahit olduğumuz tüm karakterlerin ortak özelliği, yalnız oluşlarıdır. Eşinden sevgi ve birliktelik bekleyen Anna yalnızdır: Tek beklentisi, Alexandros’un bir anı onunla paylaşmayı kabul etmesidir. Anna, herkesin yaşadığını düşündüğü, o emelsiz mutluluğun hayaliyle ölmüş, kendisinden sadece cevap bulamadığı mektupları kalmıştır.

Sığınmacı çocuk da yalnızdır. Filmde ismine bile yer ayırılmamış; kendisi, kader ortakları ve polis dışında varlığından haberdar biri olmamıştır (Alexandros’a kadar). Toplumdan dışlanmış, ona kaçmasında yardım etmiş Selim’i kaybetmiştir. Tüm sığınmacı çocuklar gibi: bir arada; ama yalnızdır.

“Hey Selim! Korkuyorum.”

“Hey Selim! Deniz çok büyük.

Gittiğin yerde bizi ne bekliyor Selim? Hepimizin gideceği o yer neye benziyor?”

“Hey Selim! Tek görebildiğim şey deniz. Sonu gözükmeyen bir deniz.”

“Hey Selim! Bizimle şu koca dünya hakkında konuş.

Konuş bizimle Selim.”

Kaçmış ve saklanmış olanların dünyasının ve ahiretinin bir olduğunu düşünen bir sürü yalnız çocuğun, bu dünyadan göçmüş olan Selim’le kurduğu iletişim ve onun artık her şeyi gördüğüne dair olan inançları onları bir araya getirmiştir. Tek var olan şey korku ve bilinmezliktir.

Alexandros ve yalnızlık / kaynak: themoviedb.org

Başkarakterimiz Alexandros da yalnızdır. Sonsuzluğunun son gününde bu yalnızlığı kırmayı, belki de başkasının yalnızlığını gidermeye yardım etmeyi hedeflemiştir. Sığınmacı çocuğa yardım etmiş, onu kaderine terk etmemiştir. Bu yalnızlık ve sevgi yoksunluğunu onunla paylaşarak kırmış ve ona bağlanmıştır. Aynı onun gibi korktuğunu yine ona itiraf etmiştir. Kendisine atfedildiğini düşündüğü o kaderi, küçük bir çocukla yıkmış, onunla birlikte hayatın bitmemiş taslaklardan ibaret olduğunu öğrenmiş ve bu durumla barışmıştır. Arzular ve acının arasındaki sıkışmışlığın başarısız bir hayatın göstergesi değil, hayatın gerçeği olduğunu fark etmiştir.

Yarım kalan şiiri ondan satın aldığı kelimelerle tamamlamış, daha doğrusu tamamlanmayacağını onunla anlamıştır. Hayatın tatlı ama bir o kadar da yabancı olduğunun cevabını o ötekide bulmuştur. Bu günü terk etmeden önce çocuğun o sonsuz denizdeki yolculuğunu başlatmasına yardım etmiş, aklında kalan tek cevapsız soru ise “yarının ne kadar süreceği” olmuş ve yönetmen, bu soruyla bize ölüme kadar süren o bitmemişliğin ve yarım kalmışlığın en büyük göstergesini sunmuştur.

Yarım Kalmışlık Üzerine / kaynak: Sonsuzluk ve Bir Gün 2:11:00

Hayat, ölene kadar yaklaşan son günlerdir ve bu günler en sona yaklaştıkça niceliksel bir merak yaratır. Alexandros’un elinde kalan yarının ne kadar süreceği bilinmez; ama içinde tüm hafızasının sonsuzluğunu içereceği kesindir. Filmden çıkardığım düşünceye göreyse; hayat bundan ibarettir:

“Sonsuzluk ve bir gün.”

Sonunda Alexandros hayatla ve kendisiyle barışmıştır. Hayatın tamamen hafızasına kazılı o deneyimden ve koca bir yarım kalmışlıktan ibaret olduğunu gören Alexandros o sonsuz denize dön(üş)müş ve yarım kalması gereken o şiirin son kelimelerini okumuştur: Küçük çiçeğim, yabancı, çok geç.


Kaynakça:

Angelopulos, Teodoros. Sonsuzluk ve Bir Gün. 1998. Erişim Tarihi: 12.09.2025

Bergson, H. (1913) Time and Free Will, The Project Gutenberg eBook. Erişim tarihi: 15.09.2025

“Sonsuzluk ve Bir Gün.” Film VeritabanıWeb. Erişim Tarihi: 15.09.2025

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Rose Adası’nın İnanılmaz Hikâyesi Film İncelemesi: Bir Mühendisin Ütopyası

68 kuşağının rüzgârını arkasına alarak kendi bağımsız ada devletini kuran İtalyan mühendis Giorgio Rosa'nın gerçek hayat hikâyesini işleyen, eğlenceli, ilham ve umut dolu bir film.

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.