Tarihçi Arnold Toynbee: “Biz batılıların 400 yılda kurduğumuz uygar kurumları Atatürk, ülkesinde dört yılda kurmayı başardı.” diye yazar.
Dünyanın önde gelen tarih felsefecilerin biri olan Arnold Toynbee Atatürk’ten böyle bahseder. 400 yıl savaş ve mücadele ile kazanılmış uygarlığı dört yıla sığdıran Cumhuriyet mucizesine giden yolu iyi anlamak lazımdır.
Tarihin bütün büyük devrimleri, devrimin başını çeken lider ve devrimlere uygun bir halk tabanı ile yapılmıştır. Lider ve halk tabanı arası da devrimi takip eden diğer devrimler, eğitim ve aynı amaca yürümek suretiyle doldurularak devrim köklü ve kalıcı hale getirirler.
Bir Fikir Adamı Olarak Atatürk
Atatürk, Cumhuriyeti kısa zamanda tasarlayarak kurmadı.
1789 Fransız ihtilali sonrasında yayılan düşünce akımları tüm dünyayı etkilediği gibi dünyanın hasta adamı olan Osmanlı’nın kurtuluşuna çare arayan özellikle askeri elitleri ciddi manada meşgul ediyordu.

Mustafa Kemal, Harbiye sıralarından beri J.J. Rousseau, Montesquieu, Kant gibi yabancı aydınlar ile Tevfik Fikret, Namık Kemal, Ziya Gökalp gibi yerli aydınları okumuştur. Çok farklı cephelerde, çok farklı coğrafyalarda Osmanlı’nın çöküşünün gerekçelerini gözlemlemiş, kendi ve daha sonrasında Cumhuriyetin kurucu kadroları olarak göreceğimiz arkadaşları ile kurtuluş reçeteleri üzerinde çalışmış, bir taraftan da dünyada birçok devlet sistemini incelemiştir.
Bu konuyu sınıf arkadaşları şöyle açıklarlar, Asım Gündüz: “Bizler vatan, millet ve Türklük fikrini ilk defa Harp Akademisi sıralarında ondan öğrendik” der. Ali Fuat Cebesoy ise Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı eserinde, Atatürk’ün, 1902 yılında Harp Akademisi’nin birinci sınıfındayken “Cumhuriyetçi” fikirler taşıdığını, 1905’te atandığı ilk görev yeri olan Şam’a gitmeden önce arkadaşlarıyla yaptığı bir görüşmede, “Asıl dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır” dediğini belirtiyor.
Bütün tahlillerde özellikle Fransız Devrimini, Rönesans’ı, çağdaş medeniyeti çok iyi incelediğini ve etkilendiğini görüyoruz.
100 yıl önce milli bir devlet kurup milli egemenliği esas kılmak istemesi; ulus, üniter ve laik bir cumhuriyet sistemi üzerinde yoğunlaşması Atatürk’ün çağın çok ötesinde ve ölümsüz bir lider olduğunu gösteren icraatlarıdır.
“Türk Milletinin tabiatına ve geleneklerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir.”
Adım Adım Cumhuriyet
1914 yılında askeri ateşe olarak tayin edildiği Sofya’ya giderken arkadaşı Kazım Özalp’e, Osmanlı Devleti ile ilgili olarak şunları söylemişti:
“Bu hanedandan ülkeye huzur yoktur. Diktatörlük ise ulusları mutlu ve gönençli kılmaz. Devletin esasını Cumhuriyet ilkelerine göre hazırlamak gerekir.”

Mustafa Kemal Paşa ordu müfettişi olarak 22 Mayıs 1919’da gönderdiği raporda yer alan, “Millet, milli egemenlik esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır.” maddesi Cumhuriyetin bir işaretiydi. 21/22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’nde, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” maddesi aslında Cumhuriyet’in bizzat kendisiydi. Asırlardır padişahın kulu olmaktan öteye gidememiş, milli benliğini kaybetmiş aralıksız süren savaş yenilgileri sonrasında adeta yaşayan bir ölü haline gelmiş Türk milletine egemenlik, özgürlük ve çağdaşlık kavramları ilmek ilmek öğretiliyordu. Takip eden Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararlar aslında Atatürk’ün kafasında çizdiği rejimin cumhuriyet olduğunu, yönetimin bizzat halkın kendi kendini yönetmesi ilkesine göre olacağının işaretleriydi. Öyle ki 17 Eylül 1919 günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği raporda Sivas Kongresi’ni “Bir Cumhuriyet girişimi” olarak nitelemişti.
Times gazetesi de 22 Eylül 1919 günlü sayısında kongre için “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye başlık atmıştı.
Ya da 22 Nisan günü, Amasya Genelgesinde yazdığı gibi “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ve Her türlü baskıdan uzak, milli bir heyetin oluşturulması gerekmektedir.” ilkelerinden taviz verilmeden kurulan padişaha karşı çıkıp içinde memleketin birçok yerinden mebus bulunduran meclis, temel olarak, bir cumhuriyet değil midir ?
Uzun bir gece: 28 Ekim
“Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!”
Lozan Antlaşması için geçen uzun süreli müzakereler, meclis görüşmeleri ve hükümet krizi gibi konular Atatürk ve yakın çalışma arkadaşları tarafından bizzat değerlendiriliyordu.
28 Ekim akşamı Mustafa Neceti Bey, Vasıf Bey, Fuat Bulca Bey, Yunus Nadi Bey, İsmet Paşa, Kazım Paşa ve Halit Paşa’nın bulunduğu akşam yemeğinde hükümet krizi üzerindeki tartışmalarının ardından Türk milletinin kaderini değiştirecek o cümleyi kullanmıştır: “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!”

29 Ekim günü ise 158 mebusun oy birliği ile Cumhuriyetimiz mecliste kabul edildi. Aynı gün yapılan oylama ile de Mustafa Kemal yeni devletin ilk cumhurbaşkanı seçildi.
Hatıratlarda orda bulunanların yer yer gözyaşlarını tutamadığını yazar.
Kültür Devrimleri
“Bugüne kadar elde ettiğimiz başarı, bize ancak ilerlemeye ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır; yoksa ilerleme ve uygarlığa henüz ulaşılmış değildir. Bize ve torunlarımıza düşen görev, bu yol üzerinde tereddütsüz yürümektir.”
Cumhuriyet yüzyıllardır medeniyetten, ilimden ve ilerlemeden koparılmış sonrasında da savaşlar ve işgallerle imha ya da esir seçeneklerine mahkum edilmiş Türk milletinin “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacağız” manifestosudur. Atatürk, Cumhuriyet henüz bir yaşında olmasına rağmen 1924’te, önce Musiki Muallim Mektebi’nin, ardından Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulması emretmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşu devamında devlet sisteminin ve parlamentonun sistematikleştirilmesinde ciddi anlamda zaman ve enerji harcanmasına rağmen özellikle büyük buhrandan sapasağlam çıkmış Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk önderliğinde kültür devrimlerine başlamıştır. Neden kültür devrimi dediğimizi anlamak için bu dönemde halkın eğitim-öğretim ve kültür seviyesini görmekte fayda vardır.
Yaklaşık 620 yıl varlığını sürdürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun sadrazamlarından 200 tanesi Hristiyan ve Yahudi kökenli, yaklaşık 70 tane sadrazam Türk kökenliydi. Hariciye ve maliye tarafları ekseriyetle Yahudi ve Hristiyanlara bırakılmış bunun sonucu olarak Türklere askerlik, küçük esnaflık veya çoğunluğu bedene dayanan işler kalmıştı. Bu durum beraberinde Türklerin seneden seneye geri kalmasına Avrupa ve dünyada hızla gelişen fikir ve sanayi devrimlerinden uzak kalmasına sebep olmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1927 yılında yapılan ilk genel nüfus sayımında nüfusumuz 13.464.564 kişi olarak tespit edilmiştir. Bu nüfusu niteliksel olarak değerlendirecek olursak tablo genel olarak şöyledir:
- Okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4
- Nüfusun yüzde 80’i kırsalda, yüzde 6’sı şehirlerde ve yüzde 4’ü göçebe yaşamakta
- Ülkede 72 ortaokul, 23 lise ve yüksek medrese düzeyinde eğitim veren sadece bir üniversite vardı.
- Özellikle Arapça olmak üzere Farsça ve diğer diller adeta Türkçe ’ye alan bırakmamış dilimiz atıl duruma düşmüştü.
- 337 doktor, 434 sağlık memuru, 60 eczacı bulunuyordu. Buna karşılık ciddi bir salgın hastalık vardı.
Yani sağlıktan eğitime sanayiden kültüre neredeyse hiçliğin içinde bir devlet ve millet vardı.
1935’te yaklaşık 17.5 milyona ulaşan nüfusumuzda okuma-yazma oranı yüzde 20’ye yükseldi.
Türk kadını 1934’te seçme ve seçilme hakkını kazandı. Türkiye, kadınlara seçme seçilme hakkı verilmesinde Avrupa’da yedinci; dünyada 12’nci sırada yer aldı. 1935’te yapılan seçimlerde 18 kadın meclise girdi.
1935’de Berlin Devlet Operası’nın başında bulunan ve ciddi siyasi baskılar yüzünden Türkiye’ye sığınmak isteyen Ernst Praetorius, Atatürk tarafından özenle karşılandı, defalarca kez Çankaya’da misafir edilerek besteci yetiştirme üzerine çalışmalarla ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kurmakla görevlendirildi.
Cumhuriyet her sorunu çözme iddiası olan bir rejim olarak kurulmadı fakat asırlardır benliğini yitirmiş, tek sermayesi ayağını bastığı toprak olan ve onu da yitirmenin eşiğine gelmiş Türk milletinin coğrafya, kültür, karakter ve ruhunun sentezi olarak kaybettiklerini kazandığı çok kısa sürede dünyanın saygın devletlerinden biri olarak anıldığı bir mucizedir. Cumhuriyet, ilk Türk Devletlerinden beri gelen kadına saygı, demokrasi, ilericilik ve kula kulluk etmemek gibi Türk milletinin zaten tabiatında olan ilkelerin devletine olan sistematik yansımasıydı. Yani Cumhuriyet, Türk milletinin karakteri ve bizzat kendisiydi.
Cumhuriyet, bundan 100 yıl önce çok daha çetin şartlarda, ebediyen bize yol gösterecek bir önderin sönmeyecek bir ateşi yakmasıdır.
Ulu önder, Nutuk’u okurken sonuna vasiyetnamesi ya da çocuklarına verdiği emir olan “Gençliğe Hitabeyi” okur. İzleyenler ve o anın şahitleri Atatürk’ün, Gençliğe Hitabe’yi okurken sesinin titrediğini, birkaç defa duraksayıp gözlerinin yaşardığını söylerler.
Kendisi son zamanlarında hastalığından ötürü korkan ve kaygı duyan ‘sensiz ne yaparız’ paşam diyenlere “Mustafa Kemaller artık 20 yaşında” yanıtını vermişti.
İnsanlar ve milletler tabiatına döndükçe, kendileri oldukça ilerler ve geleceğe sarılırlar. Atatürk’ün, ¨Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.¨ sözünde ortaya koyduğu Türk milleti olarak bize düşen, Cumhuriyetimizin bizimle kurulduğunu, bize emanet edildiğini ve ancak bizimle yükselebileceğini unutmadan emanetimize sahip çıkıp onu yüceltmektir.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini unutmamaktır.
Yolumuzu aydınlatan Cumhuriyet meşalesinin 100. yılı her yıl daha aydınlık olması dileğiyle kutlu olsun.
Kaynakça
- Soyak, H. R. (2008). Atatürk’ten hatıralar. Yapı ve Kredi Yayınları.
- Cebesoy, A. F. (1981). Sınıf Arkadaşım Atatürk. İnkılap Ve Aka Kitabevleri.
- Babüroğlu, N. (2018, October 24). Cumhuriyet mucizesi… Gerçek Gündem. https://www.gercekgundem.com/yazarlar/naim-baburoglu/666/cumhuriyet-mucizesi
- Coşkun, A. (2020, October 29). Atatürk ve cumhuriyet. Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/alev-coskun/ataturk-ve-cumhuriyet-1786836
- 11. AYDEMİR, Ş., S., Tek ADAM. Mustafa Kemal (1922-1938), Cilt 3, İstanbul, 1996
- Başbuğ, I. (2022). Savaş ve Bariş: Mustafa Kemal Anlatıyor. Kırmızı Kedi.
- Toprak, Z. (2017). Türkiye’de Yeni Hayat Inkılap ve Travma: 1908-1928. Doğan Kitap.