Sonbahar, yalnızca doğanın kendi içindeki değişimi değildir. Rüzgar artık serin esmeye başlar, düşen yaprakların arasındaki ışık soluk bir sarıya döner. Yapraklar yalnız doğanın bir parçası olmaktan çıkıp bizlere zamanın akışını gösterirken yüzümüze acı bir tebessüm bırakır. İnsanın iç dünyasında da aynı döngü işler. Yazın telaşı, her anın hızlı geçme hali, hep dışa dönük olan o anlar geride kalır. Yerini çok daha sakin bir akışa bırakır. Sanki bütün bir yıl kenara koyduğumuz hisler, düşünceler ve sorular yeniden gün yüzüne çıkar. Sonbaharın hüzünlü olması gerekmez; yine de hep bir “derinlik” taşır. Belki de bu yüzden bu mevsimde okuduğumuz kitaplar hep daha derin, hep daha edebi olsun isteriz. Kelimeler ağırlaşır, yağmur sesi ve bir fincan kahve en çok eskiciden alınmış bir kitaba yakıştırılır.
Sonbaharın Edebiyat Üzerine Etkisi

Sonbahar, edebiyatta her zaman bir geçiş metaforudur. Bir çağın bitişi, düşüncelerin çözülüşü ya da insanın kendini yeniden bulduğu o aralıktır. Yazarlar, bu mevsimi hem ölümün hem yaşamın en estetik biçimi olarak anlatırlar. Çünkü sonbahar, yok oluşu güzelleştirir. Kendini sessizce dökülen yapraklarıyla yeniden doğuşa hazırlar. Birçok romanda sonbahar, kahramanın içsel dönüşümünün arka planındadır. Sessiz akşamlar, sarı ışıkla aydınlanan sokaklar ve elbette yağmurlu hava. Bunların hepsi insan ruhunu, bastırılmış duyguları kolayca açığa çıkarır. Melankoli hali burada yalnız hüzün değil, anlam arayışının da kendisidir.
Bir karakterin geçmişe dönüp kendi hayatını sorguladığı sahneleri düşünelim. Genellikle fonda bir sonbahar manzarası vardır. Karakter doğa ile ortak bir noktada buluşur. Düşen her yaprak, değişen her renk hayatından bir ana ışık tutar. Sonbahar aynı zamanda zamanın edebi temsili olarak da görülür. Geçiciliği, dönüşümü anlatmak isteyen her yazarın dünyası bu mevsim etrafında şekillenir. Modern edebiyatta “içe dönük kahraman” arketipinin yükselmesi, bu mevsimin sembolizmiyle örtüşür. Çünkü sonbahar, insanın iç dünyasına dönüp kendini anlamaya çalıştığı bir ayna gibidir.
Mehmet Rauf, Eylül romanında sonbaharı içsel bir kırılmanın, kaybolmuş bir sıcaklığın habercisi olarak görür.
“Buna sonbahar demişler! Bu kadar güzellik ve sıcaklık verdikten sonra, eylülden ne beklenir? Malum ya, eylül hüzün ve yas ayıdır. (…) Eylül! Öyle bir ay ki geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekli. Eylül esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve özlem çeker…” (s. 131)
Refik Halit Karay ise Ağaç ve Ahlak kitabında sonbaharı bütün güzellikleriyle över. Onun için sararmış, dökülen yapraklar doğanın zarafetinin yansımadır.
“Sonbahar gelince kızarıp tunçlaştıkları sırada yapraklar da çiçek olurlar. Öyle çiçekler ki ne çingene sarısı, ne burun kanı rengindedir; ne arsızca açılmış, ne şımarıkça sırıtmıştır; ne koca karınlı ne de leylek bacaklıdır; bütün renk ve asaletini ve biçim kibarlığını nefislerinde toplamışlardır. Yerlere bir Firavun mezarından çıkarılmış küflü altın gibi serpilirler; vazolara koyamazsınız, zira siyah kadife mahfazalarda vitrinlere dizilmeye layıktırlar.”
Sait Faik Abasıyanık‘ın Son Kuşlar kitabında sonbahar, huzurun kaynağıdır.
“Halbuki sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşili ile kuşlarla beraber olduğu vakit; insana, sulh, şiir, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çıkan her insan, kuş sesleriyle böyle düşünecektir.” (s. 12)
Reşat Nuri Güntekin ise Dudaktan Kalbe romanında mevsimi insan ruhunun döngüsüne benzetir. Ona göre sonbahar bir son değil, yeni bir başlangıcın sessiz hazırlığıdır.
“İnsanın bu etrafımızdaki topraktan hiçbir farkı yok…Bakıyorsun bir gün, bütün arzuları sonbahar yaprakları gibi dağılmaya başlıyor, içinde her şey ölüyor, her şey kuruyor… Artık ümidi kesiyorsun… Bundan sonra bahar, hayat, saadet bitti diyorsun… Fakat üç ay sonra her şey yeniden canlanmaya başlıyor… O kuru toprak, eskisinden daha güzel baharlara bezeniyor.” (s. 141)
Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı‘nda sonbaharın etkisini tek cümleyle özetler.
“Her yeni sonbahar, göreceğimiz son bahara biraz daha yakındır, ilkbahar ya da yaz için de bu böyledir; ama sonbahar, doğası gereği her şeyin sonunu hatırlatır.” (s. 283)
Sonbaharın Okuma Alışkanlıklarımız Üzerine Etkisi

Sonbaharın gelmesiyle birlikte daha sessiz ortamlarda, daha sakin bir zihinle kelimelerin dünyasına dalmak isteriz. Yazın göz ucuyla geçilen cümleler, ince kitaplar bu mevsimde ruhumuzun ihtiyacı haline gelir. Kimi psikologlar sonbaharı “bilişsel içe dönüş mevsimi” olarak tanımlar. Çünkü bu dönemde insan, zihinsel olarak daha seçici olur. Dikkat süresi uzundur, kelimeler daha derin iz bırakır. Okuma eylemi adeta içsel bir meditasyona dönüşür. Sussex Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmalara göre okuma eylemi stres seviyesini %68’e kadar düşürebilir. Özellikle sonbahar döneminde bu etkinin daha da belirginleştiği gözleniyor çünkü mevsimin ritüel duygusu, kimi zaman bir battaniye kimi zaman bir pencere kenarında sonbahar mevsimi ile birlikte duygusal bir boyut kazanır.
Bu ruh haline paralel olarak, yayıncılık sektörü de sonbahara ayrı bir anlam yükler. Eylül ve ekim ayları, birçok ülkede yılın en yoğun yayın dönemidir. Birçok edebi türden eserler ve klasikler bu dönemde raflarda yerini alır. İngiltere’de her yıl bir “Super Thursday” düzenlenir. Yılın en fazla kitabının aynı anda yayımlandığı bu gün ekim ayının bir perşembesidir. Kütüphaneler de sonbaharda canlılık kazanır. Yazın hareketli ziyaretçileri, yerini daha düşünceli, sakin okurlara bırakır. Özellikle akademik dönemin başlaması ve sessiz ortam arayışı, kütüphanelerdeki okuyucu profilini değiştirir. Eylül ayı, birçok ülkede ödünç alınan kitap sayısının zirveye çıktığı dönemdir.
Sonbahar Mevsiminin Kitapları

Hem yazılış biçimi olsun, hem atmosferiyle olsun bazı kitaplar sonbahara daha çok yakışır. İlk olarak Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın Huzur romanı sonbaharın insan ruhu üzerinde bıraktığı melankolik hali ve doğanın dönüşümünü bizlere hissettirebilecek en iyi eserlerden bir tanesidir. Bir yandan İstanbul’un güzellikleri, diğer yanda Mümtaz’ın Nuran’a olan derin aşkı… Hem şehri hem de insan ruhunu eşzamanlı anlatan, Tanpınar’ın benzersiz üslubuyla örülü bu eser, Mümtaz’ın aşkı, kaygıları ve şehre duyduğu tutkusu ile sonbaharın o yoğun ve içten hissiyatını bizlere hissettirir.
Mehmet Rauf‘un Eylül romanı ise Türk edebiyatında bir ilk olarak hem psikolojik çözümlemeleriyle hem de derin anlatısıyla dikkat çeker. Adıyla da sonbaharı çağıran bu eser, tıpkı sararıp dökülen yapraklar gibi içten içe çürüyen aşkı bizlere sessizlikle ve hüzünle aktarır. Reşat Nuri Güntekin‘in Çalıkuşu romanı da Feride’nin içsel değişimlerini mevsimlerle birlikte şekillendirir. Doğa tasvirleriyle duygularını iç içe anlatması, özellikle doğaya daha yakın bir sezonda okunduğunda derin bir bağ kurulmasını sağlar. Son olarak Cemal Süreya‘nın Sevda Sözleri adlı eseri. Belki doğrudan mevsimle ilgili değildir ama şiirlerindeki duygu yoğunluğu, sonbaharın içine kapanık, düşünceli havasıyla örtüşür. Bizlere sonbaharın en sevilen konuları olan aşkın, ayrılığın ve özlemin en yoğun halini sunar. Sonbahar, okuma eylemini bir alışkanlıktan öteye taşıyan mevsimdir.
Kaynakça;
Fikriyat. “Yazarların Kaleminden Sonbahar.” Fikriyat Gazetesi, 28 Eylül 2018, Web. Erişim Tarihi: 3 Kasım 2025.
Ducoudray, Marie. “Printemps et Santé Mentale : Effets, Comment Doper Son Moral ?”, 20 Mart 2023, Web. Erişim Tarihi: 5 Kasım 2025.
“Seasonal Reading: How Changing Seasons Affect What We Read.” Fully-Booked, 18 Ağustos 2022, Web. Erişim Tarihi: 3 Kasım 2025.
“The Heart Healthy Benefits of Reading.” 2025, Web . Erişim Tarihi: 5 Kasım 2025.
HTHayat. “Sonbahar Sözleri.” 24 Eylül 2024, Web . Erişim Tarihi: 3 Kasım 2025.



Kaleminize sağlık. Mevsime çok yakışan, derin ve akıcı bir yazı olmuş. Anlatımınızdaki incelik gerçekten çok etkileyici. Kitap önerilerinizi de mutlaka okuyacağım.