Society of the Snow Film İncelemesi: Soğuk Bir Cehennemde 72 gün

Editör:
Sedef Hızlan
" hide_table_content="td_encvalW2dpemxlXQ=="]

Society of the Snow (Kar Kardeşliği), ilk gösterimi bu yıl Venedik Film Festivali‘nde yapılan ve 1970’lerde And Dağları’nın ıssız soğuğunda hayatta kalmak için savaşmak zorunda kalan bir grup kişinin dehşet verici hikayesini anlatıyor. J.A. Bayona‘nın 2023 yapımı Netflix’te yayınlanan bu filmi, Pablo Vierci‘nin 1972’de Uruguay Hava Kuvvetleri’ne ait 571 sefer sayılı uçağın And Dağları’nda düşmesini konu alan aynı isimli kitabından uyarlanmış ve gerçek hikayesiyle en derinlerimizdeki varoluşsal sorularla ilgileniyor.

Yazının bundan sonraki kısmı spoiler içermektedir. 

144 dakikalık film bizi, Şili’deki bir maça gitmek için uçak kiralamaya karar veren Uruguay’ın Montevideo şehrindeki Old Christians Kulübü Ragbi takımı üyeleri ve onların yakınlarıyla tanıştırarak başlıyor. Ekip üyelerinin çoğu 20’li yaşlarının başında ve iş hayatına, ilişkilere, genel olarak yetişkinliğe geçiş yapmakta. Yönetmen, filmin başında takım arkadaşlarının arasında dolaşarak ebeveynlere ve sevgililere bu gezide endişelenecek bir şey olmadığı konusunda güvence verirken, kalkıştan sonraki yaşananlarla filmi duygusal olarak ikiye ayırıyor.

Bayona ve ilk kez çalıştığı görüntü yönetmeni Pedro Luque, uçağı giderek daha opaklaşan bir rüzgar ve kar girdabının içine yerleştiriyor ve türbülans sırasında takırdayan metalik ses tasarımı bize uçağın yerden çok uzakta olduğunu ve çarpışma sahnesinin hızla yaklaştığını hissettiriyor. Uçak dağ sırtına çarptığı anda koltuklar üst üste biniyor, uçağın düşen parçaları alttaki karlı kabusu ortaya çıkarıyor ve yolcuların bir kısmı ölüyor. Kırılan kemiklerin çatırdamasını, kar üzerine yağan sıcak kanla felaketin gerçekçiliğinin etkili bir şekilde inşa edildiğini ve sahnenin dehşet vericiliğini izliyoruz. Kaza, hayatta kalanlar için acı verici ve sıklıkla umutsuz bir mücadelenin başlangıcı olurken, karakterlerden biri şöyle diyor: “Burası hayatın imkansız olduğu bir yer, burada anormal olan biziz.” 

Society of the Snow, filmin ana karakteri olarak Numa Turcatti’ye (Enzo Vogrincic) odaklanıyor. Numa, mahsur kaldıktan bir süre sonra trajik bir şekilde vefat eden ve filmde anlatıcı olarak hareket eden 24 yaşındaki bir hukuk öğrencisi. Öldükten sonra bile filmi anlatmaya devam eden Numa’nın sesi, grubun hayatta kalmasıyla ve filmin başlıca temalarıyla ilgili sorular sorarken izleyiciler ve filmdeki karakterler için ahlaki bir pusula haline geliyor. Onunla birlikte film, geleneksel bir hayatta kalma filmi kadar hümanist bir deneyime dönüşüyor; acımasız görsel gerçekçilik, ölçülü duygusallık ve yıkıcı varoluşçuluk arasında hassas bir noktaya ulaşıyor.

Hayatta Kalmak İçin Ne Kadar İleri Gidebiliriz?

Filmin başında grubun büyüklüğü belirli bir karaktere ya da birkaç karaktere odaklanmamızı engellese de, uçak düştükten sonra ölümler ve kaybolmalar geride kalan her bireyi daha değerli kılarak karakterleri takip etmemizi kolaylaştırıyor. Kazadan sağ kurtulanlar nasıl hayatta kalacaklarını bulmaya çalışırken radyodan kurtarma görevinin durduğunu duyuyorlar. Bu aşamadan sonra kaza yerinde kalmakla, uçağın kayıp kuyruğunu bulmaya çalışmak arasında kalan grup, açlığa çözüm bulmaya çalışıyor ve seyirciyi filmin ana temasına götüren ikilemle karşılaşıyor: Yiyecekleri bittiğinde dini ilkeleri ihlal etmesine rağmen ölülerin bedenlerini mi yemeliler yoksa aç mı kalmalılar?

Hayatta kalmanın Tanrı’ya karşı bir ihlal olup olmadığı sorusuna yönlendiren film, bu tartışmaları etkileyici bir incelikle sunuyor. Yamyamlık fikrinden nefret edenlerle onu kabul edenler arasında ve ayrıca izinleri olmadan yenen insanlar ile organ bağışçıları gibi bu izni duygusal olarak önceden verenler arasında bir tür tartışmayı gösteriyor. Bu grupların her biri kendi gerekçelerini yürek parçalayıcı bir kırılganlık ve bitkinlikle açıklıyorlar.

“Ölülerin hakları neden yaşayanların haklarından daha ağır bassın?” 

1972’deki uçuşun kaza ayrıntıları, dünya o zamandan beri daha kötü felaketler görmüş olmasına rağmen hafızalarda hala yer etmiş durumda. Bunun sebebi 45 yolcudan sadece 16’sının kötü koşullara dayandıktan sonra, sonunda ölümden kurtuldukları gerçeği değil; hayatta kalanların yaşamak için yamyamlığa olan bağımlılığı. Film yukarıda sorduğu soruları cevaplamıyor ama mucize mi yoksa trajedi mi olduğuna karar veremediğimiz dostluk, inanç ve ahlaki sınırlar hakkında varoluşçu bir hikaye sunuyor.

İkinci Bir Felaket ve Kurtuluş

Filmin devamında, doğal dünyanın varoluşumuza karşı kayıtsızlığını vurgulayan bir çığ ile enkaz halindeki uçak gövdesinin dışı ve hayatta kalanların sığındığı kısım karlar altında kalıyor. Bu noktada filmin renk paleti sepya tonlarına dönüşürken, balık gözü lenslere geçiliyor ve hayattan yoksun hissettiren boğucu bir kabus etkisi yaratılıyor. Kar altından yukarı çıkmak isteyenler, daha alttakilere zarar vermeden kendilerini kazıp çıkarmaya çalışırken bir kaos ortamı doğuyor.

Numa’nın çığdan kurtulmaya çalışırken yaralanması sonucunda ölümünün ardından, iki kişinin yardım almak için umutsuz bir arayışla dağları aşıp Şili’ye gitme kararını izliyoruz. Roberto Canessa (Matías Recalt) ve Fernando Parrado (Agustín Pardella), en iyi dağcılar için bile inanılmaz derecede zorlu ve tehlikeli olan, günler süren yolculuktan sonra Şili’nin eteklerine ulaşıyorlar ve enkazın yakınında bekleyen diğer 14 kişinin kurtarılmasını sağlıyorlar.

İspanyol film yapımcısı J.A. Bayona, bir trajediyi nahoş bir gösteriye dönüştürmekten kaçınmak için tanınmış yıldızlar yerine Güney Amerikalı, özellikle de Arjantinli ve Uruguaylı aktörleri seçmek ve grubun dinamiklerini bireylerin önüne koymak gibi bazı akıllı hamleler yapıyor. Bu yönüyle film, Frank Marshall‘ın aynı konudaki 1993 yapımı Alive filmini gölgede bırakıyor ve İspanyolca konuşan kadrosuyla, gerçek olayları kültürel açıdan daha iyi temsil ediyor. Çoğunlukla ilk kez rol alan oyuncular, hayatta kalanları pençesine alan umutsuzluğu ve aynı zamanda onları ayakta tutan umudu aktarma konusunda çok başarılılar.

Film, gerçek olayları yargılamaktan ve sansasyonelleştirmekten akıllıca kaçınıyor ve bunun yerine, olayı yaşayan insanların gerçek eylemlerine, düşüncelerine ve duygularına dikkatle odaklanıyor. Karlı bir manzaranın ortasında hayatta kalma mücadelesi, izleyiciye duygusal ve psikolojik bir bakış açısı sağlarken, her karakterin ölümü sonrası ekranda bir ismin ve yaşının belirmesi, Society of the Snow’u ölenlere ve yas tutanlara karşı saygılı bir film yapıyor. Kurbanlara saygı göstermekle aynı zamanda hepsinin katlanmak zorunda olduğu gerçeklikten asla çekinmeyerek bir denge kurmayı başarıyor yönetmen.

İspanya‘nın “En İyi Uluslararası Film” dalında Oscar adayı olan Society of the Snow, fiziksel bedenlerimiz ile dini kimliklerimiz arasındaki ilişkiyi başarılı bir şekilde sorgularken sonunda bize uzun bir kurtarma sahnesinin neşesini ve katarsisini de yaşatmaktan geri kalmıyor.

Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz:

spot_img
Hünkar Derin
Hünkar Derin
et presque à l'état de pur esprit, je parle après ma mort...

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Marmaris’te Yaz Rüyası: 5 Günlük Keşif Rotası

Ege ve Akdeniz'in incisi Marmaris için keyifli bir yol rotası.

Feminizmin Gücü: Patriyarka’nın Sosyal Yapılara Etkisi

Patriyarkal sisteme meydan okuyan feminizm, kadını güçlendirip eşitlikçi bir toplum inşasına öncülük eder.