Bu yıl 18-25 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen 12. Boğaziçi Film Festivali’nin açılış filmi olan Small Things Like These’i (Böyle Küçük Şeyler) izleme fırsatı buldum. İrlandalı yazar Claire Keegan’ın aynı adlı romanından uyarlanan bu film, dünya prömiyerini 74. Berlin Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Claire Keegan’ı ‘‘Emanet Çocuk” adlı romanıyla tanıyabilirsiniz. Beyazperdeye uyarlanan kitap, ”The Quiet Girl”(Sessiz Kız) ismiyle geçtiğimiz yıl ülkemizde Başka Sinema aracılığıyla gösterime girmişti.
Bu yılın beklenen filmlerinden biri olan Small Things Like These’in yönetmenliğini Tim Mielants üstlenirken oyuncu kadrosunda geçtiğimiz yıl Oppenheimer ile ilk Oscar’ını kazanan Cillian Murphy ve bu yıl Berlin Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünü alan Emily Watson yer alıyor. Ayrıca ikiliye Eileen Walsh ve Michelley Fairley gibi isimler de eşlik ediyor.
Kendinden söz ettirmeye devam edeceğini düşündüğüm bu filme gelin hep beraber yakından bakalım. Şimdiden herkese keyifli okumalar!
Filmin Konusu

Hikâye, 1985 yılının Noel haftasında İrlanda’nın New Ross kasabasında geçiyor. Sadık bir eş ve beş kız babası olan Bill Furlong (Cillian Murphy), kömürcülük yaparak geleneksel bir yaşam sürmektedir. Noel öncesi siparişlerini yetiştirmek için yoğun bir çaba harcayan Bill, kömür sattığı yerlerden biri olan yerel kız okulunu ve Magdalene çamaşırhanesini işleten manastırın sakladığı rahatsız edici bazı sırları keşfeder. Bu keşif, Bill’in büyüdüğü kasabaya ve yaşamına dair sorgulamalar yapmasına yol açar ve onu baş etmesi zor gerçeklerle yüzleşmeye iter.
Dikkat, yazının devamı spoiler içermektedir!
Geçmişin Yükü

Bill Furlong, son zamanlarda beyazperdede izlediğim, beni en çok etkileyen erkek karakterlerden bir tanesi oldu. Film, bizi Bill’in çocukluğuna götürerek onun geçmiş travmalarını ve duygusal durumunu daha iyi anlamamıza olanak tanıyor. Bu geri dönüşler zaman zaman klişe ve zamansız hissettirse de karakterin derinliğine önemli bir katkı sağlıyor. Geçmişe dair sahnelerden anlıyoruz ki Bill, evlilik dışı bir ilişkinin çocuğu ve babası hayatında yok. Küçük yaşta çok sevdiği annesini kaybetmesi, onun yaşamında derin bir boşluk bırakıyor. Ardından da durumu iyi olan Mrs. Wilson’un (Game of Thrones seven biri olarak Michelle Fairley’i görmek her zaman hoş) gözetiminde büyüyor.
Büyük bir aileyi geçindirme sorumluluğu altında ve zorlu günlük işlerle meşgul olan Bill, aslında çocukluğundan beri ağır bir yük taşıyor. İçine kapanık ve hassas bir karakter olduğundan bu yoğun duygularını dile getirdiğine tanık olmuyoruz. Zaten filmin diyalog ihtiyacını Cillian Murphy performansı ile kapatmaya çalışmış gibi görünüyor. Bill’in ağır ve yavaş hareketleri, dolu dolu gözlerle uzaklara dalışı, onun içsel sıkıntısını özetliyor. Akılda kalıcı puzzle sahnesine gelirsek: Masada kızları Noel hediyelerini açarken içlerinden biri babasına, küçükken ne hediye aldığını soruyor. Bill, kendisine bir puzzle alındığını söylüyor; ancak sonradan anlıyoruz ki ona gerçekten çok istediği o puzzle verilmemiş. Bu, Bill’in geçmişini ve duygularını ne denli derinlerde sakladığını gösteriyor. Karısına bile içini dökemediğini ve yumuşak doğasının daha da zayıfladığını görüyoruz. Bu durum, Bill’in duygusal karmaşasını ve içsel çatışmalarını daha belirgin hale getiriyor.
İrlanda’nın Karanlık Yüzü

”Kötü köpeği yakınında tut ki iyi köpek de ısırmasın.”
Bill’in uyanışı diyebileceğimiz durum, kilise çamaşırhanesine kömür teslim ederken genç bir kızın annesi tarafından zorla içeri sokulmasına tanık olmasıyla başlıyor. Ardından, fatura vermek için kuruma girdiğinde köle gibi sömürülen kızlara şahit oluyor. İçlerinden biri korku dolu gözlerle yardım isteyince Bill neye uğradığını şaşırıyor. Hikâyenin seyrini değiştiren olay ise hamile genç kızı kömürlüğe kapatılmış halde bulması oluyor. Aslında tüm bu kurumda yaşananlar tarihsel gerçekliğe dayanmaktadır. Magdalane çamaşırhaneleri, İrlanda’da 18. yüzyılın ortalarından 1996 yılına kadar Katolik Kilisesi’nin kontrolünde olan ve “düşmüş” olarak adlandırılan kadınlara istihdam sağlama adı altında kadınları zor şartlar altında çalıştıran kurumlardı. Evlilik dışı çocuk sahibi olan, seks işçisi olarak çalışan, hırsız, alkolik, öksüz ve yetim gibi toplumun dışladığı kadınlar “ıslah” edilmek üzere sömürülüyordu.
Filmi izlemeden önce kitabı okuyan biri olarak neyle karşılaşacağımı biliyordum. Ancak, hiç fikri olmayan izleyiciler için filmin bu kısmının biraz yüzeysel kaldığını düşünüyorum. Film, bu karmaşık ve trajik geçmişi daha açık ve derin işleyebilirdi. Yine de yaşananları unutturmamak amacıyla beyazperdede bu konulara değinilmesini önemli buluyorum. Son olarak, Emily Watson‘ın ustalıkla canlandırdığı Rahibe Mary karakterini anmadan geçmek olmaz. Karakter, korkutucu ve soğuk tavrıyla Bill’e ve biz izleyicilere gergin anlar yaşatıyor. Hükmeden tutumu ve manipülatif tavrıyla genç kızların başında olan otoriter tutumu gözler önüne seriyor.
Vicdanın Sesi

Filmin daha başlarında, yolda gördüğü zor durumdaki çocuğa yardım etmek için para vermesiyle Bill’in ne kadar yumuşak kalpli ve merhametli biri olduğunu anlıyoruz. Çamaşırhanedeki kızın trajik durumunu gördüğünde ise geceleri uyku uyuyamaz hale geliyor. Daha dışarıya kapalı ve donuk bir yapıya sahip olan eşi, ona ”Bu hayatta ilerlemek istiyorsan bazı şeyleri görmezden gelmek zorundasın” diyor. Peki bu hep böyle midir, böyle mi olmalıdır? Siz Bill’in yerinde olsaydınız ne yapardınız? Film, aslında bizlere bunun gibi sorular soruyor.
Belki de Bill’i en çok etkileyen unsurlardan biri, kömürlüğe kapatılan genç Sarah’ın annesiyle aynı isme sahip olmasıdır. Sonuç olarak, Bill Furlong’un vicdanının sesi korkusuna yenik düşmüyor. Filmin sonunda, Bill Sarah’ı kömürlükten kurtarıp evine götürüyor. Bu sahneler, kasabanın dar sokakları ve ışıklandırmalarıyla görsel olarak son derece etkileyici bir atmosfer yaratıyor. Eve girdiklerinde, Bill her zamanki gibi kapkara olan ellerini yıkıyor. Oturma odasından kızların sıcak ve neşeli sesleri yükselirken Bill, Sarah’a elini uzatıyor ve film bitiyor. Okuduğum yorumlardan anladığım kadarıyla filmin sonu izleyicileri ikiye bölmüş. Sonun kesikliği tartışmaya açık olabilir fakat bana göre oldukça etkileyici bir final olmuş. Her sonun aynı zamanda bir başlangıç olduğunu hatırlamak lazım.
Cillian Murphy’den Oyunculuk Dersi

Small Things Like These’in başrolünü üstlenen İrlandalı oyuncu Cillian Murphy, aynı zamanda filmin yapımcılarından biridir. Murphy, yaptığı röportajlarda sık sık kitaptan ne kadar etkilendiğini vurguluyor. Performansıyla hikâyeye ve role olan adanmışlığını net bir şekilde hissedebiliyoruz. Gerçekten Cillian Murphy’i övmek burada bana düşer mi, bunu sorguladım. Her açıdan kendini kanıtlamış bir oyuncu olan Murphy, Bill Furlong karakterinin melankolik, depresif ve endişeli halleriyle iyi bir uyum yakalıyor. Sergilediği etkileyici performans, karakteri büyütüyor ve filmin konusunun bazen önüne bile geçebiliyor.
Ülkemizde henüz vizyon tarihi bilinmeyen bu filmi önermekle birlikte kitap okumayı seven sinemaseverler için kitaba da göz atmalarını tavsiye ederim.
Filmin fragmanına ulaşmak isteyenler için: