Fizikte siyah, ışığın tüm dalga boylarını soğurması nedeniyle hiçbir rengi yansıtmayan bir yüzey olarak tanımlanır. Bu yüzden teknik olarak bir renksizlik durumu sayılır. Soğurma, ışığın bir yüzeye çarpıp geri yansımadan o yüzey tarafından emilmesi anlamına gelir. Yüzey, üzerine düşen tüm ışığı emdiği için gözümüze siyah görünür çünkü yansıyacak bir ışık kalmamıştır. Bu bağlamda siyah, görünenin yokluğu değil; ışığın emilmesi nedeniyle görünemeyenin ifadesidir. Şiirsel bir dille söylersek: Siyah, görünmeyenin yansımasıdır. Rengin değil, ışığın yokluğudur. Göz, ışığın ulaşmadığı yerde boşluk görür; zihin ise o boşluğu anlamla doldurur. Bu nedenle siyah, fiziksel bir ışık-olmama hâlinden doğan ama düşünsel olarak fazlasıyla yüklü bir renktir.
Ancak bu teknik tanım, siyahın insana hissettirdiklerini, taşıdığı kültürel ve sembolik anlamları açıklamakta yetersiz kalır. Çünkü siyah, yalnızca ışığın yokluğu değil; aynı zamanda bilinmeyenin, derinliğin, potansiyelin ve dönüşümün görsel ifadesidir. Tarih boyunca siyah, insanın bilinmeyenle yüzleştiği eşik olarak düşünülmüştür. Bu nedenle bir eksiklik değil; metafizik bir sessizlik ve varoluşsal bir dışavurumdur. Mistisizmde siyah; bilinmeyenin perdesi, içe dönüşün ve ruhsal arınmanın eşiğidir. Evrenin yaratılmadan önceki hâlini yani hiçliği temsil eder. Tasavvuf düşüncesinde karanlık, insanın benliğini aşarak hakikate yaklaşma sürecinde geçmesi gereken sessiz bir duraktır.
Antik Mısır’da siyah, ölümle birlikte yeniden doğuşu simgelerken; Orta Çağ Avrupası’nda karanlık, günah ve bilinmezlikle özdeşleştirilmiştir. Buna karşın birçok kültürde siyah, bilgeliği, olgunluğu ve içsel derinliği ifade eder. Japon estetiğinde yūgen (gizli güzellik) ve sabi (yalınlık içinde derinlik) gibi kavramlar, siyahın taşıdığı sessiz asaleti çağrıştırır. Afrika’nın yerel inançlarında siyah, toprak ve ataların koruyucu gücüyle ilişkilendirilir.
Antik Mısırlıların “ölüm sonrası yolculuğu”nu anlatan Ölüler Kitabı da, siyahın bu döngüsel ve ruhsal doğasını simgesel imgelerle betimler. Bu metinler, ölen kişinin ruhuna “öteki dünyaya geçiş” sürecinde rehberlik etmek amacıyla yazılmıştır.

Batı’da siyah hem yasın hem de asaletin; modern dünyada ise hem minimalizmin zarafeti hem de anarşizmin simgesidir. Siyah bayrak, teslimiyetsizliğin ve sistem karşıtlığının sembolü olabilirken; aynı zamanda bir otorite ve güç göstergesi olarak da işlev görür. Tüm bu yönleriyle siyah, yalnızca bir renk değil; insanlık tarihinin kolektif bilinç katmanlarında yankılanan bir semboldür.
Felsefe tarihinde siyah, varlık ve yokluk arasındaki en sembolik alanlardan biri olmuştur. Plotinos’un Bir’i, henüz çokluğa bölünmemiş mutlak tekliğiyle karanlığı çağrıştırırken; Hegel‘in diyalektiğinde karanlık, bilincin doğumundan önceki saf potansiyel hâlidir. Heidegger içinse karanlık, Varlık’ın unutulmuşluğudur.
Fizikte siyah, tüm ışığı emen yüzey iken; felsefede ise hiçliğin ve potansiyelin sınırıdır. Bu düalite, evrenin temel paradoksunu yansıtır. Bu bağlamda siyah, boşluk değil; anlamla dolmayı bekleyen bir alan, hiçlik değil; potansiyelin ham hâlidir. Nietzsche’nin uçuruma baktığında, uçurumun da sana baktığını söylediği yerde, o uçurumun rengi siyahtır. Sartre’ın varoluşçuluğunda ise siyah, özgürlüğün ve hiçliğin iç içe geçtiği bilinç boşluğunun rengidir. Çünkü her şeyin anlamını yitirdiği yerde, insan kendi anlamını inşa etmek zorundadır.
Reklam, Tasarım ve Psikoloji Dünyasında Siyah

Mücevher markalarının vitrinlerinden, lüks otomobillerin tasarımına kadar birçok alanda siyah; ulaşılması zor, seçkin ve etkileyici bir aura yaratır. Siyah panter, yılan ya da leopar gibi hayvanlar üzerinden kurulan görsel dil, bu gücün doğayla kurduğu ilişkiyi temsil eder. İnsanların bilinçaltındaki güç, tehdit ve çekim duygularını tetiklemek için kullanılan bu imgelerle siyah, bir dominasyon duygusu, algı yönetimi aracı olarak kullanılır. Siyahın bu güçlü görsel etkisi sadece reklamcılıkta ve lüks tasarımda değil, aynı zamanda insan psikolojisi üzerinde de içgüdüsel bir etki yaratır.
Mimari, Mekân Tasarımlarında Siyah

Zihinsel sessizlik, dinginlik ve düşünsel derinlik yaratmak amacıyla siyah tercih edilir. Meditatif alanlarda dikkat dağıtıcı unsurları azaltmak, zihni boşaltmak ve içsel odak sağlamak için kullanılır. Ünlü fizikçi Albert Einstein da yaratıcı düşüncelerine odaklanmak için zaman zaman tamamen karanlık bir odada oturduğunu belirtmiştir. Bu tür ortamlar, dış uyaranları en aza indirerek zihnin içe yönelmesini ve düşüncelerin berraklaşmasını destekler. Mimaride ise siyah; mekânsal derinlik algısı oluşturmak ve içsel sessizliği vurgulamak amacıyla kullanılır. Japon Zen mimarisinden modern meditasyon odalarına kadar pek çok tasarım anlayışında siyah, yalnızca estetik değil, zihinsel boşluk yaratma aracı olarak da işlev görür.
Minimalizm, Bauhaus Etkisi ve Post Modern Sanatta Siyah

Bauhaus’un işlevsel estetik ilkelerinde siyah, biçimin özünü açığa çıkaran çizgidir: Ne fazlası ne eksiği vardır, yalnızca gereklidir. Renk değil; netlik, vurgu ve tasarımın iskeleti gibidir. Post Modern düşüncede ise siyah, artık sadeleşmenin değil; parçalanmanın, kimlik arayışının ve belirsizliğin rengidir. Geleneksel yapıların çözülüp yeniden sorgulandığı bu dönemde siyah, bir bütünlük arzusunu değil; parçalanmış bir anlamın görsel karşılığını sunar. Eskiden siyah netti: yas, asalet, gizem… Ancak Post modern dünyada siyah, aynı anda hem gizemli hem sıradan, hem güçlü hem silik olabilir. Tek bir anlam taşımaz — çelişkileri, katmanları ve yorum farklılıklarını birlikte barındırır. Bu dönemde siyah, sabit bir kimliği değil; çoklu ve akışkan kimlikleri temsil eder.
Moda ve Modernizm: Sessiz Devrimi

Siyah, moda dünyasında yalnızca bir estetik tercih değil; bir tavır, bir duruş ve çoğu zaman bir devrimdir. Coco Chanel’in 1920’lerde tasarladığı petite robe noire (küçük siyah elbise), siyahı yasın değil, özgürleşmenin rengi olarak tanımlar. Bu tasarım, kadın modasında hem sadeleşmenin hem de modernleşmenin simgesine dönüşmüştür. Karl Lagerfeld’in Chanel’e getirdiği yorumda ise siyah, hem geçmişe duyulan saygıyı hem de geleceğe yönelik radikal bir zarafeti temsil eder. Lagerfeld’e göre, “siyah her şeyi içinde taşır; beyazla bile başa çıkar.”

Siyah, moda dünyasında yalnızca bir estetik tercih değil; bir tavır, bir duruş ve çoğu zaman bir devrimdir. Coco Chanel’in 1920’lerde tasarladığı petite robe noire (küçük siyah elbise), siyahı yasın değil, özgürleşmenin rengi olarak tanımlar. Bu tasarım, kadın modasında hem sadeleşmenin hem de modernleşmenin simgesine dönüşmüştür. Karl Lagerfeld’in Chanel’e getirdiği yorumda ise siyah, hem geçmişe duyulan saygıyı hem de geleceğe yönelik radikal bir zarafeti temsil eder. Lagerfeld’e göre, “siyah her şeyi içinde taşır; beyazla bile başa çıkar.”
Japon tasarımcı Yohji Yamamoto, siyahı Batı moda kodlarına karşı bir başkaldırı olarak konumlandırır. Onun tasarımlarında siyah, bir gizlenme biçimi değil; varoluşsal bir güçtür. Yamamoto’nun şu sözleri, bu çok katmanlı yaklaşımı özetler, “Siyah mütevazıdır. Siyah küstahtır. Siyah tembel ve kolaydır ama gizemlidir. “Ona göre siyah, bireyi saran bir düşünce hâlidir; bedenin değil, varoluşun formudur. Bu yaklaşım, Doğu mistisizmine ve modern dünyanın yalnızlaştırıcı estetiğine sessiz bir gönderme niteliğindedir.
Alexander McQueen, siyahı yalnızca bir renk değil, güç, drama ve sınırları zorlayan bir ifade biçimi olarak ele alır. Koleksiyonlarında gotik karanlıkla yenilikçi tasarımın vahşetini birleştirerek siyahı, ölüm ve yeniden doğuş gibi zıtlıkların dramatik bir taşıyıcısına dönüştürür. Rick Owens için siyah, modern dünyanın sertliğini ve karanlık yanını yansıtan bir semboldür. Onun minimal ama etkileyici tasarımlarında siyah; güçlü, asi ve aynı zamanda melankoliktir. Rei Kawakubo ise siyahı geleneksel formları sorgulayan bir araç olarak kullanır. Onun estetiği, yapıları parçalayan ve bilinmeyenle yüzleşen bir sorgulama biçimidir. Bu üç tasarımcıda da siyah, yalnızca görsel bir tercih değil; felsefi, duygusal ve çoğu zaman varoluşsal bir ifade olarak karşımıza çıkar. Bu tasarımcıların ortak noktası, siyahı sadece görsel bir tercih değil, aynı zamanda güç, özgürlük, isyan ve yenilenme gibi temaların taşıyıcısı olarak kullanmalarıdır.
Kara Delikler ve Sanatta Kozmik Karanlık

NASA’nın Nu STAR teleskobundan elde edilen bu görüntüdeki eflatun (morumsu) noktalar, Dünya’dan yaklaşık 13 milyon ışık yılı uzaklıktaki Circinus takımyıldızında bulunan Circinus galaksisinde yer alan iki kara deliği göstermektedir. Yazımızın ana konusu olan sanat bölümüne geçmeden önce, bahsetmeden geçemeyeceğimiz, en bilinen önemli kozmik karanlık olan kara deliklerden söz etmek gerekir. Astrofizikte kara delikler; büyük kütleli yıldızların ölümü sonrası çöken, yoğunluğun sonsuzlaştığı ve uzay-zamanın büküldüğü bölgeler olarak tanımlanır. Işık dahi onların çekiminden kaçamaz. Fizik kurallarının işlemediği, bilinen tüm yasaların geçerliliğini yitirdiği gizemli alanlardır. Kara delikler, yalnızca bilimsel bir olgu değil; aynı zamanda varoluşsal bir metafor hâline gelmiştir. Bu siyahlık, bir boşluk değil; potansiyelin en uç noktasıdır. Kara delikler, evrende hem sonu hem başlangıcı, hem yok oluşu hem de dönüşümü simgeler.
Tıpkı kara delikler gibi, insan zihninde de ışığın ulaşamadığı alanlar vardır: bilinçaltı. Bastırılmış duygular, unutulmuş imgeler, içsel karanlıklar… Hepsi bu görünmeyen alanın içinde yaşar. Bu anlamda kara delik, yalnızca uzayda değil, zihnimizde de varlığını sürdürür. Sanat, çoğu zaman tam da bu görünmeyeni görünür kılma çabasıdır. Kara delikler ışığı nasıl yutuyorsa, sanat da bilinçaltının karanlığından anlam ve biçim yaratır. Sanatçının tuvali, kimi zaman evrenin karanlığında, kimi zaman da zihnin derinliklerinde anlam aramaktadır.
“Işık yıldızları gösterir; ama karanlık onlara anlam verir.” Işık, hiçbir yüzeyde karanlıkta olduğu kadar çarpıcı biçimde parlayamaz. Parlaklığını ve anlamını tam da karşısındaki zıtlıktan, karanlıktan, alır. Bu düşünce, bilinçaltı kuramlarıyla tanınan Carl Gustav Jung’un sözleriyle de uyum içindedir: “Işık, ancak karanlığın içinde parlayabilir.” Jung’a göre, insanın içsel bütünlüğü, gölge yanlarını kabul etmesiyle mümkün olur. Karanlık, yok edilmesi gereken bir tehdit değil; içsel aydınlanmanın ön koşuludur ve sanat da tam bu gerilimden doğar—görünmeyenin, söylenemeyenin, içsel boşlukların ve arayışların dışavurumudur.
Franz Kline – Mahoning (1956)

Franz Kline’ın Mahoning adlı eseri, siyah-beyaz aksiyon resminin en etkileyici örneklerinden biridir. Planlı ama spontane görünen, güçlü ve enerjik fırça darbeleriyle hem hareketin fiziksel gücünü hem de duygusal yoğunluğu taşır. Kline’ın çocukluğunun geçtiği endüstriyel Pennsylvania’ya göndermeler içerirken, izleyiciye bilinçaltının karanlık, katmanlı dünyasını da çağrıştırır.
Bu eseri ilk gördüğümde, terapistimin bana travmaların etkisini daha iyi anlayabilmem için yaptırdığı bir imajinasyon çalışması geldi aklıma. Bu çalışmada, içimdeki çocuğun birçok tahta kalasın altında kaldığını ve her bir kalasın yeni bir travmayı temsil ettiğini hayal etmemi istemişti. Bu yüklerin zamanla, tek tek kaldırılabileceğini; fakat şu anda bunun nasıl olacağını bilmememin doğal olduğunu söylemişti. Asıl önemli olanın ise, o kalasların altından yukarı baktığımda hâlâ ışığı görebilmem olduğunu ve terapi sürecinin bu farkındalığı yaratacağını söylemişti. Bu sahne, travmanın etkisini kavrayışımda derin bir iz bıraktı.
Sanat tarihçisi Irving Sandler, Kline’ın eserlerindeki yoğun siyah-beyaz karşıtlığını ham enerji, içsel gerilim ve bastırılmış duyguların görsel dışavurumu olarak yorumlar. Benim kişisel çağrışımımla örtüşen diğer bir vurgu ise eleştirmen Thomas B. Hess’in Pennsylvania’nın endüstriyel manzaralarından kaynaklanan katmanlılık ve ağırlık yorumudur. Clement Greenberg ise Kline’ın kompozisyonlarını boşluk, kopuş ve varoluşsal anksiyete ile ilişkilendirir.
Kazimir Maleviç – Black Square (1915)

Modern sanat tarihinde devrimsel kabul edilen bir yapıt. 1915 yılında üretilen bu tablo, soyut sanatın ve özellikle Suprematizm akımının başlangıç noktalarından biri sayılır. Sanatçının sıfır noktası olarak tanımladığı, görsel temsiliyetin ve nesnel dünyanın tamamen reddedildiği bir anlayışın ürünüdür. Maleviç, izleyiciyi figüratif olandan arındırarak saf duygu ve formun özüyle baş başa bırakmayı amaçlamıştır. Rusya’da sanatın ve siyasetin büyük dönüşümler yaşadığı bir dönemde ortaya çıkan eser, başlangıçta birçok eleştirmen tarafından sanata hakaret olarak değerlendirilse de, zamanla boşluk, hiçlik, sonsuzluk ve bilinmezlik gibi kavramlarla ilişkilendirilerek felsefi ve psikolojik okumaların konusu olmuştur. Bugün hem minimalizmin hem de kavramsal ve soyut sanatın öncüsü kabul edilen Black Square, izleyicide anlam arayışı ve sorgulama dürtüsü uyandırmaya devam eden ikonik bir yapıt olarak görülür.
Pierre Soulages – Outrenoir 2016–17

Fransız sanatçı Pierre Soulages , soyut sanatın en özgün isimlerinden biridir. Kariyerinin ilk dönemlerinde koyu renk paletleri ve geniş fırça darbeleriyle çalışan sanatçı, zamanla siyaha olan ilgisini derinleştirmiştir. 1979 yılında tamamen siyah yüzeylerle yaptığı ilk deneysel çalışmasıyla birlikte sanatında yeni bir döneme girerek “Outrenoir” (Siyahötesi) kavramını geliştirmiştir.
Bu yazıda kullandığımız görsel, EPFL ArtLab’da (Lozan, İsviçre) düzenlenen “Noir c’est noir” adlı sergiden bir kareye ait. Sergide, Soulages’ın büyük boyutlu ve tamamen siyah yüzeylerden oluşan Outrenoir eserleri yer alıyor. Sanatçı, siyahı karanlığın değil, ışığın bir alanı olarak görür. Dokular ve yüzey hareketleriyle siyahın ışığı nasıl yakalayıp yansıtabileceğini araştırır. Bu büyük ölçekli eserlerde, ışığın geliş açısına göre sürekli değişen, yaşayan yüzeyler oluşur. Bilinçaltı, boşluk, sonsuzluk ve sessizlik gibi kavramlar, izleyiciyi hem görsel hem de duygusal bir deneyime davet eder. Soulages’ın Outrenoir yaklaşımı, siyahın soyut, zamansız ve evrensel gücünü vurgular.
Kara Walker – Black Out: Silhouettes 2018

Amerikalı sanatçı Kara Walker, çağdaş sanatın en çarpıcı figürlerinden biridir. Irk, cinsiyet, kimlik ve tarih temalarını güçlü görsel anlatımlarla sorgulayan Walker, özellikle kesik siyah siluetlerle oluşturduğu büyük ölçekli duvar yerleştirmeleriyle tanınır. 2018 yılında Washington D.C.’deki National Portrait Gallery’de açılan Black Out: Silhouettes Then and Now adlı sergisi, sanatçının ABD tarihinin karanlık yönlerine, özellikle kölelik ve ırkçılığa dair eleştirel bakışını öne çıkarır. Walker, siyahın sadece bir renk ya da arka plan olmadığını; tarihsel hafızanın, kimlik mücadelesinin ve toplumsal travmaların görsel bir metaforu olabileceğini gösterir. Keskin siyah figürlerle oluşturduğu dramatik sahneler, izleyiciyi hem estetik hem de tarihsel açıdan rahatsız eden ama düşündüren bir yüzleşmeye davet eder. Bu yaklaşımıyla Walker, siyahın sanattaki hem biçimsel hem de politik gücünü vurgulayan bir anlatı sunar.
Bu yerleştirmede, uzun ve merkezi bir direğin etrafında el ele tutuşmuş çocuk siluetleri ritüel gibi dönüyor. Direkten yukarı yükselen ince iplerin uçlarında uçan kuş figürleri yer alıyor. İlk bakışta masum bir çocuk oyununu andıran bu kompozisyon, Kara Walker’ın sıkça işlediği özgürlük arayışı ve tarihsel travma temalarını aynı anda yansıtıyor. Bu figürler, masumiyet ile tarihsel travmanın yükünü simgeleyerek esere derinlik katıyor. Siyah siluetlerin güçlü kontrastıyla tarihsel şiddet ve kolektif hafıza arasında görsel bir bağ kuran sanatçı, izleyiciyi estetikle rahatsız edicilik arasında bir yerde bırakıyor.
Francisco José de Goya y Lucientes (1819–1823)

Eğer şimdiye kadar siyahın çağrışımlarıyla içiniz kararmadıysa, Goya’nın Kara Resimler (Black Paintings) serisinden bir eserle bu durum değişebilir. Bu seri, Goya’nın yaşamının son yıllarında, hem fiziksel hem de psikolojik olarak zor bir dönemden geçerken, Madrid’deki kendi evinin duvarlarına yaptığı karanlık ve rahatsız edici sahnelerden oluşur. Seçtiğim çalışma, Women Laughing (Gülen Kadınlar, 1819–1823), ilk bakışta masum bir anı yansıtır gibi görünse de, alt metninde insan doğasına dair çarpıcı bir karamsarlık ve içsel şiddet taşır.
Goya’nın bu dönemdeki işleri, hem bireysel zihinsel çöküşünün hem de İspanya’daki savaş sonrası kaotik atmosferin izlerini taşır. Sanatçının önceki neoklasik ya da saray ressamlığı tarzından tamamen uzaklaşarak, iç dünyasındaki karanlığı dışavurduğu bu eserler, izleyicide hem görsel hem de psikolojik bir rahatsızlık yaratma amacı güder. Seri, dönemin İspanyol toplumu kadar, insanlığın evrensel trajedilerine ve varoluşsal korkularına da ayna tutar. Goya’nın, kendisine ait olup olmadığı bile tartışmalı olan bu resimlerde, hem kendi içsel karanlığına hem de dönemin toplumsal bilinçaltında biriken korku ve huzursuzluklara ışık tuttuğu görülür.
Anish Kapoor – Descent into Limbo (2016)

Descent into Limbo eseri, mekân sabit kalmasına rağmen alışılmış derinlik algısını bozarak izleyicide yeni ve paradoksal bir boşluk hissi yaratır. İzleyicide hem çekici hem itici bir boşluk duygusu uyandırır. Bu paradoksal deneyim, insanın bilinmeyene karşı korku ve merakını eş zamanlı yaşamasına yol açar.
Sanatçı Anish Kapoor, bu etkiyi yaratmak için Vantablack adlı, neredeyse tüm görünür ışığı emen özel bir pigment kullanır. Bu malzeme, esere “gerçek bir boşluk” hissi verir. Görsel yanılsama, Immanuel Kant’ın süblim (yüce) kavramına paralel bir duygu uyandırır; izleyicide hayranlıkla karışık hafif bir korku ve sarsıntı yaratır. Böylece eser, araf ya da İngilizce karşılığıyla limbo hissiyatını güçlü bir metafor olarak taşır.
Limbo terimi, Hristiyan kültüründe ne cennet ne cehennem olan, arada kalmış bir mekân anlamına gelir ve uluslararası sanat literatüründe eseri tanımlamak için yaygın olarak kullanılır. Türkçe metinlerde ise araf ifadesi, bu ara durumu anlatmak için tercih edilir.
Ai Weiwei

Yukarıdaki görselde, Ai Weiwei’nin 1995 tarihli Dropping a Han Dynasty Urn performansını görüyoruz. Sanatçı, 2000 yıllık tarihi bir vazoyu yere atarak kırıyor. Siyah-beyaz fotoğrafın sade fonunda gerçekleşen bu eylem, kültürel mirasın modernleşme uğruna nasıl yok sayıldığını simgeliyor. Siyah burada tarihsel bir kopuşun rengidir; gelenek ile yenilik arasındaki çatışmayı vurgular.
Ai Weiwei , çağdaş sanatın en etkili ve politik sanatçılarından biridir. Heykel, enstalasyon, video sanatı, mimarlık, fotoğraf ve sosyal medya aktivizmi gibi pek çok farklı alanda üretim yapmıştır. Çin’deki otoriter rejimle açıkça çatışan Ai Weiwei, Batı’daki sanat kurumlarıyla güçlü ilişkiler kurmuş ve eserlerinde birey-toplum-devlet üçgenine dair sorgulayıcı bir dil geliştirmiştir. Çinli olması ve yaşadığı siyasi baskılar, siyah rengin Ai Weiwei’nin sanatında direniş ve isyan sembolü olarak yansıtılmasına neden olmuştur. Kendi yaşamı ve sanatı aracılığıyla, siyahın yalnızca bir renk değil; özgürlük mücadelesinin, bastırılmış seslerin ve toplumsal adalet arayışının simgesi olduğunu ortaya koyar.
La Commedia Umana (2020) – Siyahın Gotik ve Alegorik Yüzü

Görselimizde yer alan La Commedia Umana, İtalya Murano adasında üretilmiş ve Ai Weiwei’nin şimdiye kadar camda yaptığı en büyük asılı yerleştirmedir. Siyah Murano camından yapılmış gotik tarzda bir avize, kemikler, iskeletler ve anatomik formlarla bezenmiştir. Bu karanlık yapı; göz alıcı bir estetikle, gözetim toplumunun ölümcül doğasına dair alegorik bir eleştiri sunar. Sansür, gözetim ve ölümcül otorite yapıları, bu avizenin siyah parlak yüzeyinde hem güzellik hem de tehdit olarak karşımıza çıkar. Siyah, burada hem fiziksel karanlığı hem de politik karanlığı temsil eder.
Law of the Journey (2017) – Göçmenlik ve Kolektif Yas

Bu görselde, Prag Ulusal Galerisi’nde sergilenen, 70 metre uzunluğundaki şişme mülteci botu enstalasyonu yer almaktadır. Law of the Journey, göçmen krizine dair bugüne kadar yapılmış en çarpıcı sanat çalışmalarından biridir. 258 yüzsüz, siyah figür, umutsuzca bir botta sıkışmış şekilde yerleştirilmiştir. Siyah renk, hem kimliksizleşmeyi, hem de toplumların bu acılara gözlerini kapatışını vurgular. Ai, eserle hem bireysel hafızalara hem de kolektif vicdana seslenir: Bir mülteci krizi yok, sadece bir insan krizi var. Bu eser, siyahın sessiz ama güçlü direnişini, toplumun görmezden geldiği travmaları görünür kılma çabasını temsil eder.

Snake Ceiling (2009): 600 siyah çanta, 2008 Sichuan depreminde ölen çocukları anmak için tavandan sarkıtılmıştır. Siyah, burada yasın ve adalet talebinin rengidir.
Cats (Black) (2022): Sanatçının oğlu Ai Lao ile birlikte yaptığı, kişisel bir şiirsellik taşıyan iş. Siyah burada gizem, özgürlük ve sezgi ile ilişkilidir.
Middle Finger in Black (2023): Altın varakla siyah üzerine işlenmiş “orta parmak” simgesi, Ai’nin otoriteye yönelik evrensel eleştirisinin simgesidir. Louvre’dan Tiananmen’e kadar birçok ikonik mekâna yöneltilmiştir.
Snake Bag (2008): 360 siyah-gri sırt çantasından oluşan yılan formudur.

Bu görselde Ai Weiwei’nin Snake Ceiling adlı eserinin farklı bir sergi düzenlemesiyle sunulan versiyonunu görmekteyiz. 600 adet siyah okul çantasından oluşan yılan formu, tavana yerleştirilerek, izleyiciyi daha geniş bir perspektiften sarmalar. Bu yerleşim biçimi, Sichuan Depremi’nde yıkılan okul binaları nedeniyle hayatını kaybeden 5.000’den fazla çocuğun anısını izleyicinin mekânsal farkındalığına taşır. Siyah renk, hem yasın hem de devletin inkâr politikalarına karşı geliştirilen görsel bir hafıza eyleminin taşıyıcısıdır.
Çocuklara ait sırt çantalarının dizilimi, sessiz ama çarpıcı bir şekilde izleyiciyi utanç, öfke ve empati arasında bırakır. Bu versiyon, Law of the Journey sergisinin temasıyla da örtüşerek, toplumsal kayıpların görünür kılınması, inkârın teşhir edilmesi ve kolektif hafızanın canlı tutulması gibi kavramları güçlendirir. “Her çanta, kaybedilen bir çocuk. Her dikiş, devlet ihmaliyle açılan bir yara.”
Tüm evrenin, yaşam alanımızın; renklerin, duyguların, kokuların iç içe geçtiği bu alanda, siyahı incelemek birçok sorgulamayı da beraberinde getirdi. Uzayın renkleri ve yıldızlara bir süre odaklanıp, sonra dünyamıza yavaşca yaklaştıgınızı hayal edebılırseniz, dünyamızdaki çeşitlilik ve siyah anlıkta olsa sembolık bır farkındalık kazanmanıza neden olabılır, dunyanın inanılmaz duygular görsellerle dolu bır alan olması; siyahın da bu evrende büyülü bir hikmeti olduğunu çıplak gözle görebiliyoruz.
Yazımızı sonlandırmadan önce, tüm yazdıklarımı toparlamaya çalışacağım. Tüm evrenin, yaşam alanımızın; renklerin, duyguların, kokuların iç içe geçtiği dünyamızda siyahı incelemek birçok sorgulamayı da beraberinde getirdi. Uzayın rengini ve yıldızları bir süre izleyip sonra dünyamıza yavaşça yaklaştığınızı hayal edin. Bu anda, dünyamızdaki çeşitlilik ve siyahın varlığı, anlık ama güçlü bir farkındalık yaratabilir.
Teknolojinin, sistemlerin ve yapay zekanın dönüşümü dünyayı hızla değiştiriyor. Olumsuz haberler ve karanlık anlar bizi zaman zaman huzursuz etse de, içimizdeki ışığı kaybetmemeliyiz. Çünkü her zorluğun yanında bir kolaylık saklıdır. Umudun rengi ışıktır. İçimizdeki iyi ile kötü, karanlık ile aydınlık arasındaki dengeyi keşfetmek; dünyada karşılaştığımız sistemsel adaletsizliklerle yüzleşmek, daha güçlü ve bilinçli bir geleceğin gerekliliği olabilir. Zor günler, insanları ve toplumları olgunlaştıran en büyük öğretmendir. Korkmak değil, farkındalığımızı yüksek tutmak gerekir. Mevlana Celaleddin Rûmî’nin de dediği gibi, “Işık Yaradan Sızar.” Gerçekten değerli olan şeyler, ancak farkındalıklı bir yaşam, sağlam ve sağlıklı bağlarla, sevgiyle anlam kazanır. Bu uzun okumamızı bir niyet cümlesiyle sonlandıralım.
–Yin ve Yang’ınız hep dengede olsun; siyahın sakinliğiyle, ışığın huzuruyla kalın.–
Kaynakça:
Jung, Carl Gustav. Arketipler ve Kollektif Bilinçdışı. Princeton University Press, 1981, ss. 45–72. Erişim Tarihi: 20.06.2025
Malevich, Kazimir. Siyah Kare (1915). The Museum of Modern Art Sergi Kataloğu, The Museum of Modern Art, 2014. Erişim Tarihi: 20.06.2025
Soulages, Pierre. Outrenoir. EPFL ArtLab Sergi Kataloğu, 2016. Erişim Tarihi:22.06.2025
Walker, Kara. Kara Walker: A Subtlety or the Marvelous Sugar Baby. Domino Sugar Factory, Brooklyn, 2014. Erişim Tarihi: 22.06.2025
Hawking, Stephen. Zamanın Kısa Tarihi. Bantam Books, 1988, ss. 201–215. Erişim Tarihi: 28.06.2025
Kawakubo, Rei. “Söyleşi.” Vogue Türkiye, Kasım 2015. Erişim Tarihi:28.06.2025
Feynman, Richard. Feynman Fizik Dersleri, Cilt 1. Addison-Wesley, 1964, bölüm 29. Erişim Tarihi: 02.07.2025
Nietzsche, Friedrich. İyinin ve Kötünün Ötesinde. Çev. Judith Norman, Cambridge University Press, 2002, ss. 50–70. Erişim Tarihi:02.07.2025
Kline, Franz. Franz Kline: Katalog Raisonné. Whitney Museum of American Art, 2010, ss. 78–85. Erişim Tarihi:08.07.2025
Ai Weiwei. Ai Weiwei: According to What? Hirshhorn Museum and Sculpture Garden, 2012. Erişim Tarihi:11.07.2025
Madsen, Axel. Chanel ve Dünyası: Arkadaşlar, Moda ve Şöhret. Yale University Press, 2014, ss. 102–115. Erişim Tarihi:12.07.2025
Sartre, Jean-Paul. Varlık ve Hiçlik. Çev. Hazel E. Barnes, Routledge, 2003, ss. 180–195. Erişim Tarihi:14.07.2025
Soulages, Pierre. Soulages: Bir Retrospektif. The Metropolitan Museum of Art, 2019. Erişim Tarihi: 18.07.2025


