HBO’nun unutulmaz ve zamansız yapımlarından Six Feet Under, göz ardı edilen “ölüm” olgusunu son derece cesur bir şekilde günlük hayatla birleştiriyor. Bu birleşimi sıra dışı bir yerden cenaze evi işleten Fisher ailesini merkeze alarak yapıyor. Dizi, ölümü tüm açılardan irdelerken hayata dair her şeyi karakterlerin çıkmazları üzerinden izleyiciye yansıtıyor. İnce ince işlediği efsane karakterlerle kendimizi dahi sorgulatarak ön yargılarımızı bir kenara bırakmamızı sağlıyor. Dramın içine ustaca işlenen kara mizahla birlikte çarpıcı detaylar, karakterlerin replikleriyle bütünleşerek bizi afallatıyor. Öyle bir evren oluşturulmuş ki sadece ana karakterler değil herhangi bir bölümdeki yardımcı karakterin söylediği söz bile içimizde bir yere dokunabilme gücüne sahip. Peki, Six Feet Under evreni bir kitap olsaydı hangi satırların altını çizerdik? Six Feet Under dizisinin unutulmaz repliklerini derledik!
1. Yalnız Hissetmemek Adına

“Kötü hissetmem hoşuna gidiyor çünkü kendini yalnız hissetmiyorsun.”
Sezon 1, Bölüm 9
Diziyi izlememin üstünden ne kadar geçerse geçsin unutamayacağım repliklerin en başını bu repliğin çektiğini söyleyebilirim. Bu vurucu cümleyi, ilk sezonda Nate ile kardeşi David arasındaki bir nevi yüzleşme diyebileceğimiz bir sahnede Nate’den duyuyoruz. Nate âdeta David’in yüzüne haykırarak belki de çoğumuzun hayat içinde yapmak istediğini yapıyor.
Nate, özgürlüğü için aile evinden uzaklaşmayı seçerken aile mesleğini devam ettirmek David’e kalıyor. Babasının ölümüyle aynı evin içinde iki erkek kardeş kendilerini kaçınılmaz bir yüzleşmenin içinde buluyorlar. David nihayet karşısında üstüne yıkılan sorumlulukların hesabını soracak bir kişi bulurken Nate ise özgürlüğünü ve mutluluğunu tercih ettiği için suçlanmayı kabul etmiyor. Bu replik de tam bu patlama noktasına eşlik ediyor.
2. Düşünmeden Üzülmek

“Tanrım beni gerçekten üzen şeyi düşünmeden üzülemez miyim?”
Sezon 1, Bölüm 10
Claire’in duygusal olarak dibe düştüğü anların birinde abisi Nate ile dertleşirken bir isyanın karşılığı olarak görüyoruz repliği. Hayatlarına ve birbirlerine uzak olan abi ve kardeşin bu dertleşmesi ikilinin şüphesiz en sevdiğim sahneleri arasında. Genelde sorunlu kişilerle kurduğu ilişkilerde onlara iyi gelmeye çalışan Claire aslında birinin hayatında önemli bir yer edinmeye çalışıyor. Ailede babası ölünceye kadar işleyen rutin hayatlarında birbirlerinin hayatlarına pek dokunmadan yaşıyorlar. Bu noktada Claire birinin hayatına dokunarak onunla özel bir bağ kurmak istiyor. Romantik ilişkisinde yakaladığı bağı kaybettiğini hissettiğinde “Böyle bir şeyi hak ettirecek bir şeyim mi var? Birisine çok yakın hissetmek ve sanki hiçbir anlamım yokmuş gibi birden yok olmaları.” diyerek kendini ifade ediyor. Aslında burada hayatından bir anda yok olan babasına ağlıyor. Bir cenaze evinin içine doğması sebebiyle normalleştirdiği ölüm, Claire’in babasının ölümüyle ve hisleriyle yüzleşmesini kapalı kapıların ardına saklıyor.
Abisinin sorusuyla asıl kaybettiği bağın babasıyla olduğunu kabullenmek zorunda kalan Claire, tam bu noktada üzüldüğü şeyi düşünmeden üzülmek istiyor çünkü düşünmek sorgulamaları ve yüzleşmeleri de beraberinde getiriyor. Claire de bu noktada çoğumuz gibi hiç değilse düşünmeden üzülsek olmaz mı diye tüm imkansızlığıyla soruyor.
3. Ölüm ve Sessizlik

“-Ama anlıyorum onu. Tepende devamlı bir gölge varmış gibi hissetmek. -Senin gölgen ne? -Ölüm ve sessizlik.”
Sezon 1, Bölüm 12
Yine Claire’den rehberlik öğretmeniyle konuşurken duyduğumuz bu replik cenaze evinde doğup büyüyen birinin ruhunun izlerini taşıyor. Claire ölümle tanışmıyor tabiri caizse ölümün içine doğuyor. Odasında oyun oynarken, üst katta doğum günlerini kutlarken alt kattaki ölümün karanlık sessizliği hiçbir zaman değişmiyor. Claire hayatındaki bu gölgeyi kabullenmiş biri olarak dizide yaşına göre oldukça olgun davranıyor bana kalırsa.
Tüm Fisher ailesi, replikteki ölümün ve sessizliğin gölgesinde kalıyor. Replik, bu yönden dizinin ölüm çevresinde dönen temasını bir nevi özetliyor. Cenaze evi işleten bu sıra dışı ailenin her ne kadar işleri ölümle olsa da ölüm her zaman karşı karşıya gelmekten kaçındıkları bir durum olarak kalıyor.
4. Her Hayat Biricik

“İnsanlar, başka hayatlara dokunmadan yaşanan hayatın ne anlamı var diye düşünebilir. Ama böyle bir yargıya varmak ukalalık olur. Her hayat bir katkıdır. Sadece bunu anlamıyor olabiliriz.”
Sezon 2, Bölüm 5
Yalnız yaşayan bir kadının kimsenin katılmadığı cenaze töreninde rahipin konuşmasıyla her hayatın ayrı bir öneminin olduğunu dizi tekrardan hatırlatıyor. Hiç tanımadıkları bir kadının bu kadar yalnız olması hatta cenaze töreninin ayrıntılarını bile kendi kendisine planlamış olması özellikle Ruth’u oldukça etkiliyor. Öyle ki kadının cenazesiyle bizzat ilgilenip tüm çocuklarını da törende toplayarak her şeyi olması gerektiği gibi yapıyor. Rahip de konuşmasının devamında “Herkes hayatımıza bir sebeple girer ve bize öğretmeleri gereken şeyi öğrenmek bizim sorumluluğumuzdur.” diyerek hayatımızdaki her insanın bir yeri olduğunun altını tekrardan çiziyor. Gerçek hayatla paralel çizgide ilerleyen dizide de her karakter gerisinde bir iz bırakmayı başarıyor. Dizinin finalinin bu kadar etkileyici olmasının altında yatan sebep de karakterlerle kurduğumuz bağlar oluyor.
5. Ölümün Zamansızlığı

“Herhangi bir günmüş gibi geliyor. Her şeyin olabileceğini fark etmiyorsunuz. Ve sonra oluyor. Bir şey oluyor. Ve söylenmemiş o kadar çok şey kalıyor ki geriye. Ve her şey ziyan edilmiş vakitten ibaret.”
Sezon 2, Bölüm 6
Eşi tekne gezisinde korkunç bir şekilde ölen kadının David ve Nate ile konuşurken yaşadığı yasın ve şokun etkisiyle söylediği bu replik, ölümün zamansız oluşunu acımasızca gösteriyor. Dizide gördüğümüz neredeyse tüm ölümler aniden ve zamansız olmasına rağmen bildiğimiz bir şeyi olanca açıklığıyla ve sakince duymak yine de bir tokat etkisi yaratıyor.
Six Feet Under, 2000’li yılların başında tüm dünyanın bir nevi yeni bir başlangıç olarak gördüğü ve nice umutlarla girdiği bir dönemin insanını ölümle yüzleştiriyor. Ele aldığı bu olguyu hayatın içinden oldukça gerçek, zamansız ve acımasız oluşuyla ele alıyor. Dizide neredeyse her bölümün başında birkaç dakikalık zaman dilimlerinde hiç tanımadığımız insanların ölüm hikâyelerini izliyoruz. Şüphesiz birçoğu aklımızın ucundan geçmeyecek ölüm senaryolarından oluşuyor ama diziden sıyrılıp gerçek hayata döndüğümüzde de bir köşede bizi bekliyorlar hissinden kendimizi alamıyoruz. Tıpkı Fisher ailesinin de alışamadığı gibi biz de bu duruma dizinin sonunda dahi olsa alışamıyoruz.
6. Beklemekten Vazgeçmek

“- Sanırım şükretmemiz gereken birçok şey var. – Ya öyle ya da beklentilerimizi o kadar azalttık ki bundan daha iyi olabilecek her şeyden vazgeçtik.”
Sezon 2, Bölüm 8
Dizide geçmiş sahnelere gittiğimiz anlarda ya da karakterlerin hayallerinin büyük kısmında ilk bölümde ölen baba Nathaniel yer alıyor. Bu sahnelerin büyük çoğunluğu trajikomik olarak işlenirken aynı zamanda Nathaniel, ailesinin geri kalan üyelerinin hayatlarındaki zorlu dönemeçlerde onlara eşlik ediyor. Claire, Nate ve babalarının geçmişte yaşadıkları sıradan bir anda hayatlarından şikayetçi olmadıklarını ifade ederlerken Nate şükretmekten babasıysa beklentilerden bahsediyor. Sahneyi ilk izlediğimde toplumca geldiğimiz durum, hayallerimizin ve beklentilerimizin geldiği nokta aklıma geldi direkt. Yaklaşık yirmi beş yıl önceki bir diyaloğun günümüzü bu kadar yansıtması beni izlerken uzunca düşündürmüştü.
Şükretmemiz gereken çok şeyi bulabileceğimiz doğru fakat artık yeni güzel şeyler beklemekten de o kadar uzaklaştık ki belki de artık çoğumuz elimizdekileri kaybetmemekle yetinmeye çalışıyoruz. Bu üzücü durumda bizi de çocuklarını da asıl gerçekle yüzleştirme görevi yine babaya düşüyor. Baba ve oğulun sonrasında karşılıklı sinirleri bozulmuş bir şekilde gülmeye başlaması ise eminim çoğumuza yabancı gelmeyecektir.
7. Her Yaşın Gerçeği: Ölüm

“Bilirsin, bir bebek öldüğü zaman ümitler de ölür.”
Sezon 2, Bölüm 13
Nate, ikinci sezonun sonlarına doğru önemli dönüm noktalarının merkezinde yer alıyor. Bir anda babası olduğu bir bebeği öğrenmesi ve onu kabullenmedeki sancılı sürecinin yanında hayatını tehdit eden bir hastalığının olduğunu da öğreniyor. Daha en başında bir cenaze evinde yaşamak istemediğine karar vererek aslında ölüm gerçeğinden kendini uzak tutmaya çalışıyor. Hiç aksatmadığı sabah koşularından sonra her gün tanık olduğu ölüme kendisinin bu kadar yakın olduğunu bilmek tam anlamıyla afallamasına neden oluyor. Tam bu zamanda bağ kurduğu genç bir çocuğun ölümüne şahit olmak da ona iyi gelmiyor. Hatta bence ölüme bu kadar yakın olduğu için bir noktada ölümün eşiğindeki biriyle istemsiz bağ kuruyor, farkında olmadan nasıl öleceğini ya da ölüme nasıl hazırlanması gerektiğini öğrenmeye çalışıyor.
Nate, ölen gencin krematoryum sürecinin de bizzat başında bulunarak bir anda dünyadan yok olmanın, kül olup gitmenin gerçekliğine bizzat şahit oluyor. Oradaki görevlinin ölmüş bir bebekle yaşadığı anıyı anlattığında ölümle ilgili belki de söylenecek son söz söyleniyor.
8. Gerçeklerin Cilvesi

“İlişkilerdeki gerçekler hayatı daha iyi kılmaz David. Hayatı mümkün kılarlar.”
Sezon 3, Bölüm 12
David’i dizinin başlarında oldukça duygusuz ve tam bir görev adamı olarak tanıyoruz. Sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldığı aile mesleği için hukuk hayalini bile bir kenarda bırakmış biri. Bunun yanında cinsel kimliğini kabullenme yolunda zorluklar yaşarken bunu çevresine de kabullendirmek zorunda hissederek kendine daha fazla yükleniyor ve zaman zaman da bunun patlamalarını yaşıyor. Hatta bu yüzden Keith ile güzel giden ilişkisi kötü etkileniyor ve uzunca bir süre de ipin üzerinde ilerliyor.
David, kendini yenmeyi başararak cinsel yönelimini ve Keith ile olan ilişkisini açıklamak için cesaret kazanıyor ve açıklıyor da. Ne var ki her şeyin beklediği gibi yoluna girmediğini fark ettiğindeyse eksik ya da yanlış olanı bulmaya çalışıyor. Bu durumda zaman zaman ona destek olduğunu gördüğümüz rahipten yardım istiyor. Tam da bu noktada rahip onu bir yanılgıdan kurtarıyor. Gerçekler bizi mutlu etmek ya da işleri yoluna koymak için değil gerçekleşme ihtimali olan senaryolara şans tanımak için vardır.
9. Beklentiler ve Gerçekler

“Sanki istasyona vaktinde varmak ve doğru trene binmek için ne kadar enerji harcarsan harca oraya vardığında seni alacak birinin olacağının garantisi yok.”
Sezon 5, Bölüm 4
Dizide karakterlerin içinde bulundukları duygu durum hallerini gündelik hayattan basit örneklerle anlatmaları beni izlerken oldukça etkilemişti. İlk duyduğumuzda garipsediğimiz belki de “ne alaka?” dediğimiz bu örnekler durup düşündüğümüzde o kadar yerinde bağlamlar kuruyor ki o an için âdeta biz de karakterin ruhuna bürünüyoruz.
Nate, zaman zaman anlamakta güçlük çektiğimiz bir karakter olmasının yanında tam olarak ne istediğini de anlayamadığımız biri. Zaten Nate de kendine ve yaptıklarına anlam veremiyor, sadece içindeki geçmeyen boşluğu doldurmaya çalışıyor. Hayatına her giren kadınla boşluğun dolduğunu sansa da sonrasında hâlâ içinde olan o boşlukla yüzleşiyor. Bu boşluğun yanı sıra hayatta olmak istemediği ne varsa hepsinde kendini başrolde buluyor. En başta babası gibi olmak istemiyor ama günün sonuna geldiğinde hem cenaze evi direktörü hem de kendisi de bir baba oluyor. Hastalığının tekrar nüksetmesiyle ölüm korkusu da dört bir yanını sardığında onu huzura eriştiren kişi üvey babası George’un kızı Maggie oluyor.
Nate, kırk yaşına girdiği doğum günü kutlamasında daralıp herkesten uzaklaştığında Maggie ile dertleşiyor. Yeni yaşına girerken insanın hayatta yapayalnız olduğunu ve kendisinin de bir şekilde günler geçsin diye yaşadığını söylüyor. Gerçekten de Nate, tüm dizi boyunca doğru treni bulmaya ve ona yetişmeye çalışıyor fakat vardığı hiçbir istasyon ona aradığını veremiyor. Maggie’nin onu anlamasına muhtaç olduğu sahnede Maggie’nin cevabı Nate’in ruhuyla çoktan tanıştığını gösteriyor: “Eğer hayatı bir erdem koyduğunda mutluluk alacağın bir satış otomatı gibi görüyorsan, hüsrana uğrayacağını biliyorum.”
10. Akıp Giden Zaman

“Zaman, eğleniyormuş gibi yaptığında akıp gider. Brenda’yı, o çok istediği bebeği seviyormuş gibi yaparken akıp gider. Zaman, insanlar ‘aşk’ derken neden bahsettiklerini biliyormuş gibi davranırken akıp gider.”
Sezon 5, Bölüm 4
Dizinin ilk birkaç dakikasında ölen baba Nathaniel Fisher‘ın olur olmadık yerlerde ailesinin zihnine sızıp onları rahatsız ettiğinden bahsetmiştik. Onlara korkularını, kaçmaya çalıştıkları gerçekleri, ikili hesaplaşmalarını hatırlatarak gölgeleri gibi oluyor. Nate, kırk yaşına girerken de onu yalnız bırakmıyor ve beraber aile albümünü karıştırıyorlar. Nate oldukça az kalan zamanını bilmeden ömrüne daha kırk yıl daha biçerken babası neyse ki onu bundan haberdar etmiyor. Her şeyden habersiz Nate’in gülerek sorduğu “Eğleniyorsan zaman akıp gider değil mi?” sorusuna karşı babasının verdiği cevap yine keyfini kaçırmayı başarıyor. Daha sabah Brenda’ya yaptığı mutluymuş tavırlarına artık kendini de inandıramayacaktır. Repliğin devamındaki “Şununla yüzleş evlat. Bu dünyada iki tür insan var. Biri sen, diğeri senin dışındaki herkes. Bu ikisi hiçbir zaman buluşmayacak.” sözleri aslında Nate’in hayatındaki büyük ikilemi tekrar gün yüzüne çıkarıyor. Bencilliğin ince çizgisinde yürüyen Nate, sık sık kendisi ve çevresindekiler arasında kalıyor. Kimseyi üzmemeli mi yoksa ne pahasına olursa olsun mutlu olmak ya da yaşayacağı mutluluk ihtimali için bildiğini mi okumalı? Nate, sinirimizi bozan bu yol ayrımlarında genellikle ikinci seçeneği tercih ediyor.
11. Birinin Şansı Olmak

“Çok şanslıyım. Şanslı olanın ben olmamdan nefret ediyorum. Kimse bana sahip olduğu için şanslı değil. Kimse bana ait olduğu için şanslı değildi.”
Sezon 5, Bölüm 4
Ruth’un ikinci kocası olarak dizi evrenine giren George, başta her şeyi bilen tavırlarıyla hem Fisher ailesinin hem de bizim sinirlerimizi bozan bir karakter. Bir süre sonra garipleşen ruh haliyle psikotik depresyonu olduğunu öğreniyoruz. Sonradan öğrenilen bu durum Ruth ve George arasına bir duvar örüyor. Ruth her ne kadar destek olmaya çalışsa da gittikçe eşinin durumuna olan sabrı tükeniyor. George ise küçükken annesinin intiharından beri süregelen hayatındaki herkesin bir noktada ondan uzaklaşmasını, ona tahammül edememesinin ağırlığını taşıyor. İyileşmek için çaba sarf etmesine rağmen elinde olmayan hastalığından dolayı her zaman özür dilemekten de yorulmuş biri.
Yine Ruth’dan özür dilediği bir anda yaşadığı patlamayla içinde biriken duygularını olduğu gibi ifade ediyor. Çevresindeki herkese özellikle de Fisher ailesine kendi yanında olmaya çalıştıkları için minnettar olduğunu ve mahcup tavırlarını görüyoruz. Çocukluğundan beri gizlediği ama dolup taştığı bu eksiklik hissi, onu şanslı olmaktan bile nefret edeceği bir noktaya götürüyor. Artık birilerinin şansı, iyi ki dediği biri olmak istiyor.
12. Kaybolmayan Boşluk Duygusu

“Yedi milyon yaşındayım. Bir türlü yok olmayan bir boşluk duygum var. Her yere gittim, her şeyi yaptım.”
Sezon 5, Bölüm 7
Ruth, ilk bölümden eşi Nathaniel’ın ölümüyle hayatıyla ilgili sonrasında derinleştireceği bir uyanış yaşıyor. Sıkışıp kaldığı ev, aile ve iş üçgeninde kendi sınırlarını aşmaya hiç cesaret edemediğini, kendi iç sesini hiç dinlemediğini fark ediyor. Yaşadığı bu farkındalıkla ikinci bir hayata başladığını düşünüyor, biz de bu şansını değerlendirmek için elinden gelen her şeyi yapan Ruth’u izliyoruz. Ruth’daki bu değişim en çok çocuklarını şaşkına çeviriyor fakat Ruth bunu umursamayıp her seferinde daha da fazla şaşırtıyor. Nice adamlarla tanışıp vakit geçiriyor, yaşayamadığı gençliği adına bir sürü çılgınlık yapıyor, bazen de inzivaya çekilip kendini sorguluyor. Günün sonunda oğlu Nate gibi o da içindeki boşluğu dolduramıyor.
Birlikte örgü ördüğü arkadaşlarının birinin kutlamasında artık daha fazlasının olmayacağını fark ederken aniden söyledikleri bence tam olarak Ruth’un bir şeyleri değiştirmek için olan çabasını anlatıyor. Sonu her ne olursa Ruth, gerçekten yaşamış olmak için gösterdiği çaba ve cesaretiyle unutulmaz bir karakter.
13. Saklanamayan Anlar

“Bu ânın fotoğrafını çekemezsin, çoktan geçip gitti bile.”
Sezon 5, Bölüm 12
Son repliğimiz dizinin ikonik finalinin unutulmaz sahnesinden geliyor. Claire, doğup büyüdüğü evden ayrılırken ailesinin son defa fotoğrafını çekmek istediğinde ona gerçeği söyleyen bir ses vardır. Bu sesin sahibi artık babası değil babasının yanına giden kaybettikleri ağabeyidir. Nate, hiçbir fotoğrafın o ânı tekrar yaşatmayacağını hatırlatır. Fotoğraf makinesinde nice anlar biriktirdiğini sanan Claire için bu gerçek şüphesiz oldukça can yakıcı.
Six Feet Under, unutulmaz sahneleri ve replikleriyle ele geçirdiği zihnimizi kolay kolay bırakmayacak bir yapım. Derince düşünmeye daldığımız zamanlardaysa Nathaniel Fisher’ın ikonik gülüşüyle bizi uzaktan izlediğine eminiz!
Kaynakça:
Öne çıkan görsel: themoviedb.org


