“Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.”
Teyzem; 1986 yılında Halit Refiğ yönetmenliğinde çekilen ve Ümit Ünal‘ın senaryosunu yazdığı bir filmdir. Filmin başrolünü Müjde Ar canlandırırken; diğer rollerde Mehmet Akan, Tomris Oğuzalp ve Necati Bilgiç gibi isimler yer almıştır.
Halit Refiğ sineması; daha çok ulusalcı ve halkçı bir çizgide ilerlemiştir. Teyzem filmi ise bu çizginin dışında sayılabilecek ve sinemamızda kült olmuş filmlerden biridir. Şüphesiz ki senaryosunu hazırlayan Ümit Ünal’ın burada yeri çok özeldir. 1986 yılında Milliyet Gazetesi‘nin düzenlediği Senaryo Yarışması‘nda Teyzem ile birincilik ödülü kazanmıştır.
Kısaca konusundan bahsedecek olursak; annesi ve üvey babasıyla yaşayan Üftade hayatına tüm olağanlığıyla devam ettiği sırada, günlerden bir gün kapıları çalar. Gelen kişi evden yıllar önce ayrılan ablasıdır fakat bu kez yanında küçük oğlu Umur da vardır. Artık o evde kalmaya başlayan Umur ve teyzesi Üftade arasında son derece içten bir ilişki başlar.
Toplum mu Aileden Çıkar, Aile mi Toplumdan?
Film; büyük Umur’un konuşmasıyla başlar. Size bir hikaye anlatacağım. Bunu benden başka hatırlayan kalmadı diyerek bize teyzesini anlatmaya başlar. Bodrumdan çıkardığı fotoğrafları görürken geçmişe gideriz. Küçük Umur; Ankara’da otururken, babasının siyasi suçlardan aranmasıyla beraber annesi Azade ve babasıyla İstanbul’a gelir. Böylece Umur, 7 yaşında ilk kez teyzesi ve İstanbul ile tanışır.
Azade’nin babası o küçükken vefat etmiştir. Annesi çareyi ev sahibi ile evlenmekte bulmuştur. Azade bu yüzden şehir dışında okumuş ve orada farklı bir yaşam kurmuştur. Ailesiyle uzun yıllar görüşmemiştir. Biz seyirci de Umur ile beraber bu aileyle tanışırız. Anneannesi ve üvey dedesi mesafeli dursalar da teyzesi Üftade ve dayısı Niyazi onu sevinçle kucaklar.
Üvey baba Recep; gençliğinde subay şimdilerde ise muhafazakar bir esnaftır. Adeta evin diktatörü konumundadır. Kahvaltıda Niyazi’nin saç kesimine karışır, Üftade’nin dışarı çıkmasına bile zar zor izin verir. Niyazı baskılara karşı Almanya‘ya çalışmaya gider.
Filmde dört kadın varlığıyla dikkat çeker: Umur’un annesi Azade; ufak yaşta evden ayrıldığı için evine geldiğinde bile o aile içinde konumlanmaz. Ona adeta bir yabancıymış gibi davranırlar. Anneanne filmde kocası Recep’i onaylamak için nadiren konuşur. Filmin ilerleyen kısımlarında felç geçirerek nadir duyulan sesi iyice kısılır. Filmde farklı konumlandığını düşündüğümüz kişilerden biri Şenay karakteridir. Serra Yılmaz‘ın canlandırdığı karakter Üftade’nin arkadaşıdır. Onun dert ortağı sayacağımız karakter, Üftade, abisiyle evlendikten sonra değişir. Daha sert ve kadını suçlayıcı bir kılığa bürünür. Üftade ise toplumun dayattığı kadın stereotipine uymamakta direnir. Çocukken üvey babası tarafından istismara uğramıştır. Bu yüzden bu evden gitmeyi arzular.
Toplumdan Kaçış Mümkün mü?
“Bu hayat bana göre değilmiş. Bu evin ötesinde de önemli bir şey yokmuş meğer…”
Üftade; Umur ile gezmeye gittiğinde onu abisinin arkadaşı Erhan‘a aşık olduğunu görürüz. Aslında bu aşkı duyma sebebi onu bu hayattan kurtaracak kişi olarak görmesi yüzündendir. Çünkü toplum; özgürlüğe kavuşma arzusunu ancak başka bir erkek tarafından kurtarılırsa sağlayacağını öğretmiştir.
Erhan ile buluşmalarına Umur da eşlik eder. Bu buluşmalar sadece bakışmalar ile sağlanır. Ona mektuplar yazar. Hatta evdeki gizli bir odada bu yazıları, fotoğrafları saklamaktadır. Sevgi dolu bir ev arayışını o küçücük odaya sığdırır. Erhan’ın onu kurtarmayacağını anladığında, Şenay’ın abisi Basri ile evlenir. Amacına ulaştığında mutlu olacağını zannederken büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaşır. Burada da baskı görmeye devam etmektedir. Boşanıp ailesinin yanına döndüğünde Azade gibi artık o da o aileden olmadığını hissetmeye başlar.
Recep evlerini müteahhite vermiş, gizli odası çamaşırların konulduğu odaya dönüşmüştür. Niyazi, Almanya’dan döndüğünde evin satılmasına karşı çıkacağını zanneder. Annesinin susuşunun yerine Niyazi geçerek artık babasını o onaylamaya başlar; çünkü o da umduğunu bulamamış ve topluma karışmıştır. Üftade; bu durumda gittikçe içine kapanır. Sessiz attığı çığlıkları evdekiler duymazken İzmir‘de yaşayan Umur hisseder. Rüyalarında teyzesiyle konuşmaya devam eder.
Seyirci yaşanan olaylar ile beraber Erhan’ın varlığından şüphe duymaya başlar. Büyük Umur filmin sonlarına doğru yaşanan bu durumu sadece teyzesiyle ikisinin gördüğünden bahseder. Böylece birlikte yaşadıkları bu ikili delilik haline bizleri de dahil eder. Üftade; bu duruma daha fazla dayanamaz. Yaşananları aileye haykırmaya başlar. Yaşadığı tacizleri, baskıyı anlatır. Ancak toplum yaşananları ya görmezden gelmiş ya da unutmuştur. Bir sahnede Umur ile Üftade arasında şu konuşma geçer:
“-Annemler olmadan mı döndün hamamdan?
+Ben hamamda temizlenemem ki. İçim kirli benim her şeyi biriktirdim.”
Toplum onun hiçbir şeyi unutmamasına kızgındır. Üvey babanın istismarını anlattığında “deli zaten” denerek yaftalanır. Yaşadığı acıya dayanamayıp intihar ettiğinde ise “zaten o da öyle bir insandı” denir. Tüm notları ve fotoğrafları yakılır. Toplum artık rahatlamış ve onu da unutmuştur. Umur ise bazı notları ve fotoğrafları gizlice saklayarak meydan okur.
Toplumdaki Üftadeler
Filmin anlattığı hikayede; Ümit Ünal’ın hikayesindeki bazı olaylar kendi hayatıyla benzeşmektedir. Bu durumu şöyle açıklar: ” Teyzem çok genç yaşta evlenmiş ve bir yıl içinde kucağında çocuğuyla ailesinin yanına dönmüştü. Evde tutucu bir üvey baba ve hastalıklarıyla uğraşmayı bir tür şefkat arayışına, ilişki biçimine dönüştürmüş bir anne vardı. Annem, anneannem ve üvey dedemle çatışmaları yüzünden, ailesiyle ilişkilerini çok gevşek tutuyordu. Bu yüzden teyzemi ilk defa yedi yaşımda görmüştüm. Kendisini ev işlerine ve benden üç yaş küçük kızına adamış sessiz sedasız bir kadındı. Sessiz sedasızlığı sonraki yıllarda daha zehirli bir içe kapanmaya dönüştü ve teyzem, anneannemin feci bir tutkuyla koltuklar, sehpalar, büfeler, aynalar, kadife perdeler, cam biblolar vesaireyle tıka basa doldurduğu evde kimsenin dikkatini çekmeyen, varlığı yokluğu bir eşyalardan birine dönüştü. Ama ev eşyaları, hatıraları en yoğun çözünürlükte kaydeden araçlardır ve bir gün gelip tozlu yüzeylerinin altına depoladıkları hatıraları kusmaları kaçınılmazdır. Üvey baba yaşlandı ve etkinliğini yitirdi, anneanne felç geçirip yatağa bağlandı ve ben 18-19 yaşıma geldiğimde bir gün teyzem delirdi.” Onu etkileyen şeylerden birisi de teyzesinin de aynı şekilde hayatını kaybetmesi ve gazetede bu haberin “Bir Kadın Ezildi” başlığıyla verilmesi olmuştur.
Toplum yarattığı ataerkil toplum ile hayatımızdaki Üftadeleri arttırmakta ve onları yok etmektedir. Filmin bir sahnesinde Umur; İstanbul’u ve teyzesini resmetmektedir. Annesi teyzesinin yüzünü neden çizmediğini sorduğunda onun yüzünü hatırlamadığını söyler. Böylece aralarında farklı bir iletişim olan Umur’un bile onu hatırlamadığını anlarız. Toplum nezdinde Üftade gibi kadınlar hatırlanmamaktadır. Duygu Asena‘nın dediği gibi kadının adı yoktur!
“- Eee Umur söyle bakalım. Senin de bir sevdiğin var mı?
+Yok
-Hadi hadi yaşın daha küçük ama bir sevdiğin vardır mutlaka.
+Yok dedim ya.
– Bana bak bu hayat aşksız çekilmez. Anlat bana sevdiğin güzel mi?
+Hem de çok güzel.
-Ya peki kimmiş bu güzel?
+ Teyzem…”





