Serimizin bu içeriğinde Rönesans döneminde birçok başyapıta imza atan Floransalı ressam olan Sandro Botticelli’yi keşfedeceğiz. Venüs’ün Doğuşu ve Primavera gibi ikonikleşen eserleriyle bilinen sanatçı için Rönesans’ın ruhunu özetlediği söylenir.
Günümüzde sanat eserlerini, hele ki başyapıtları yakmak kültür vandallığı olarak görülecektir. Ancak dört yüz yıl kadar önce Floransa’da birçok sanatçı eserlerini halkın gözü önünde ateşe atmak zorunda hissetmişlerdi. Sanat tarihinin en kötü adamlarından biri denilebilecek Dominik rahip Girolamo Savonarola, dünyanın en büyük ressamlarından birini, Botticelli’yi bile eserlerini yok etmeye ikna etmeyi başardı.

Sandro Botticelli ve Rönesans
Erken dönem Rönesans sanatçılarından olan Sandro Botticelli Floransa’da Yunan ve Roma fikirlerinin yeniden canlanmasından etkilenerek, klasik zamanlardan beri dini olmayan konuları betimleyen Batılı sanatçılarının ilklerinden oldu. Sanatın sadece dini amaçlara hizmet etmekle kalmayıp zevk için olabileceği fikri Batı sanatı için bir atılımdı. Botticelli, Orta çağ Gotik resim stili ile yeni ortaya çıkan hümanist gerçekçilik arasındaki boşluğu doldurdu. Yüksek Rönesans sanatçılarının eserlerinde yalnızca dekoratif bir kalite olarak bulunan insan anatomisi ve perspektifiyle ilgili gelişen bilgiler onun çalışmalarında bulunmaktaydı. Geleneksel Hristiyan konulardaki duygusal derinlik, dini sanatın büyük ölçüde ikonografik olduğu bir zamanda benzersizdi. O ise dini konularını da sıradan bir insanla özdeşleştirecek şekilde resmetti ve aralarındaki insan ilişkilerini vurguladı. Bu, özellikle erken dönem Madonna ve Çocuk resimlerinde belirgindir; anne ve çocuk arasında Botticelli’ye özgü sayılabilecek bir sıcaklık ve şefkat vardır.

Sandro Botticelli Kimdir?
Rönesans resminin ve Floransa okulunun en önemli temsilcilerinden ve ünlü ressamlarından olan Sandro Botticelli’nin (1445-1510) asıl adı Alessandro’dur. Tombulluğu sebebiyle en büyük ağabeyi Giovanni kendisine “küçük fıçı” anlamına gelen “Botticelli” lakabını takmıştır.
Sandro, diğer 3 kardeşi gibi bir süre babasının yanında çalışmıştır. Dükkandaki yoğun deri kokusu, zorlu bir işçilik, rutubet ve karanlık onu çabuk yormuştur. Kısa süre içerisinde güzel yapılar, incik boncuklar, süs eşyalarıyla ilgilenmeye başlamıştır. Bu nedenle babası onu çırak olarak bir kuyumcunun yanına vermiştir. O dönemin İtalya’sında sanatçı olmak isteyen gençler işe genellikle kuyumcuda çırak olarak başlardı. El sanatları ile yüksek sanatlar arasındaki ayrımın kesin olmadığı bir dönemde, kuyumcular ile ressamlar arasındaki yakınlık, Botticelli’nin, Fra Filippo Lippi’nin atölyesinde resim yapmaya başlamasını açıklamaktadır.
Fre Filippo Lippi, özellikle Madonna ve Çocuk olmak üzere sade ve güzel tablolarıyla tanınır. Çizginin netliği ve kadın figürü kullanımı Botticelli’nin stili üzerinde, önemli bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Botticelli’nin Fra Filippo’nun yanındaki çıraklığı ona harika bağlantılar da sağladı. Lippi, güçlü Medici ailesinin himayesinden kazanç sağlamaktaydı ve Botticelli kısa süre sonra bu bağlantıdan da yararlanmaya başladı. Botticelli ise neredeyse tüm yaşamını Medici ailesi ve onların arkadaş çevresi için çalışarak geçirdi ve ‘Primavera’ gibi en iddialı laik resimlerinden bazılarını onlar için yaptı.

1472’de Botticelli’nin konumu, Compagnia di San Luca adlı Floransalı ressamlar grubuna katılmasına izin verdi. Bu dönemdeki ilk çalışmaları, şehrin en önemli dini mekanlarından biri olan Santa Maria Novella için Magi’ye Tapınma dahil olmak üzere Floransa’daki kiliseler için üretildi. Tablo, Medici ailesinin diğer üyeleriyle birlikte Cosimo de’ Medici ve oğulları Piero ve Giovanni’nin portrelerini içermekte. Bunlara ek olarak, tablonun sanatçının bilinen tek otoportresini içerdiği düşünülmektedir (tablonun en sağında seyirciye doğru bakan figür).

Botticelli’nin yıldızı yükselişteydi. Öyle bir üne sahip oldu ki, 1481’de Papa tarafından Vatikan’da yakın zamanda tamamlanan Sistine Şapeli’nin duvarlarını süslemeye yardım etmesi için Roma’ya çağrıldı. Musa’nın Yaşamı ve İsa’nın Baştan Çıkarmaları’ndan sahneleri betimleyen freskler çizdi ve aynı zamanda bir dizi papalık portresi için görevlendirildi. Bu görevin doğası, o sıralarda ne kadar saygı gördüğüne işaret ediyor.
Bir yıl sonra Botticelli, kariyerinin en üretken aşamasına devam etmek için Floransa’ya döndü. 1478-90 dönemi Botticelli’yi en yaratıcı dönemi sayılabilir. Bu, ‘Venüs’ün Doğuşu‘ ve ‘Venüs ve Mars‘ gibi ünlü mitolojik eserlerini ürettiği dönemdi. Bu eserlerinde muhtemelen kuyumculuktaki erken eğitiminden dolayı çizginin dekoratif kullanımını, kompozisyonunun ahenginde ve figürlerinin esnek konturlarında görülen klasik geleneğin unsurlarıyla başarıyla birleştirdi.
Botticelli, tarihçilerin daha sonra “altın çağ” olarak nitelendirecekleri Lorenzo de’ Medici’nin himayesindeki Floransa Okulu ile ilişkilendirilir. Medici ailesi Floransa’da adeta bir cumhuriyet denilebilecek bir yönetimin başındaydılar. Lorenzo the Magnificent olarak bilinen Lorenzo dei Medici, 1469’da, Botticelli’nin kendi atölyesini kurduğu sıralarda Medici ailesinin başına geçti. Hem görsel hem de edebi sanatlara oldukça yoğun ilgisi vardı ve Botticelli’nin mitolojik karakterler barındırdığı üslubunu ve Neoplatonist çevreyi teşvik ve finanse etti.
Fra Girolamo Savonarola, Lorenzo de’ Medici’nin isteği üzerine 1490’da Floransa’da çalışmak üzere görevlendirilen Dominikli bir rahipti – ancak birkaç yıl içinde Savonarola Medici Evi’nin önde gelen düşmanlarından biri haline geldi. 1490’lar çalkantılı geçen bir on yıldı – Medici ailesi, Floransa’dan kovuldu ve İtalya’nın barışı işgallerle bozuldu. Lorenzo’nun ölümünden sonra da karışıklıklar artmıştır. Hükümetler düşüp, imparatorluklar çökerken, İtalya da uçsuz bucaksız bir savaş alanına dönmüştü. Floransa’daki San Marco manastırında ikamet eden Ferraralı bu keşiş, retoriği güçlü bir konuşmacıydı ve Floransa Yüksek Rönesansı sırasında Katolik Kilisesi’ndeki yolsuzluğa, yoksulların sömürülmesine karşı geldiği vaazları verirken öne çıktı. Savonarola tüm bunları açıklamakla kalmadı, aynı zamanda bir umut ışığı görmeyi de mümkün kıldı – bunların hepsi, Floransa’nın Hristiyan dünyasının reformunda özel bir rol oynayacağı ilahi bir plandı.

Bu zaman diliminde, Botticelli antik Yunan ressam Apelles’e atfedilen kayıp bir başyapıtın yeniden bir inşasını resmetti: İftira alegorisi. Botticelli’nin bazı masalsı işaretleri de sahneyi zamansız bir antik çağda değil, Rönesans Floransa’nın kabus versiyonunda gösteriyor. Calumny’nin saçından sürüklediği çıplak delikanlı, bir pagan gibi kollarını göğe kaldırmaz, Hristiyan duasında onlara katılır. Botticelli, Calumny’yi masumiyete karşı büyük bir komplo içerisinde gösteriyor adeta.
Antik çağ versiyonundaki hikayesinde ise kaybolmuş olan eser Yunan yazar Lucian tarafından tarif edilir. Lucian burada ressam Apelles’in, masum bir gencin Cehalet, Kıskançlık, İhanet ve Aldatmaca tarafından haksız yere suçlandığını resmettiğini belirtir ve aslında resmin, haksız yere suçlanan sanatçının kendisinin başına gelen bir olaydan ilham aldığını savunur.

Benzer biçimde Botticelli (bir rakibi tarafından) eşcinsel olmakla suçlandıktan sonra aynısını yaptı. Rönesans Floransa’sında eşcinsellik üst sınıflar için bir sorun değildi, ama aslında yasalarca yasaklanmıştı ve Katolik Kilisesi’nin etkisi ile bu nedenle ölüme mahkum edilmek mümkündü. Görünüşe göre bu eserde Botticelli, insanlığın her zaman sahip olduğu tüm yanlış değerlere, tüm sınırlara bir tür şikayet iletmek istedi, ancak suçlandıktan sonra duygularına da bağlandı. Neyse ki Botticelli için masum olduğuna karar verildi, ama nihayetinde, bu eser onun son laik resmi oldu denilebilir. Muhtemelen bu olaydan korkan ve Girolamo Savonarola’nın vaazından etkilenen Botticelli, farklı bir tarza geçiş yapacak ve artık aynı “güzelliğin ressamı” olmayacaktır.
‘Sanatçıların Hayatları’ adlı kitabında Vasari’ye göre, son yıllarında Botticelli, fanatik Dominikan rahip Savonarola’nın takipçisi oldu. Bu dönemde Botticelli, önceki çalışmalarının estetik çekiciliğini kaba ve ağır görünen basit bir üslup lehine reddetti. Daha sonraki eserlerinin dindar duyguları, o sırada Floransa’daki dini ve siyasi ayaklanmalarla alakalı gibi görünüyor. ‘The Mystical Navity’, Botticelli’nin bu döneme ait en iddialı tablosudur ve bu kıyamet önsezisini yansıtır (Vasari, 152)

Laik sanat ve kültürü bir çeşit ahlaksızlık olarak gören keşiş kehanetler duyurdu ve sonra onların 1495’te tahminlerinin nasıl gerçekleştiğine dair bir bildiri yayınladı ve şehirde kalabalıklarda takipçi kazandı. Keşişin gücü arttıkça, kehanetten kişisel mallara geçti, şehre ihtiyacı olan dindarlık duygusunu geri kazandırmak için sanatı ve diğer eşyaları yok etti.
Savonarola çeteleri Floransa’da dolaşmaya teşvik etti, hatta konusu yeterince dini kabul edilmeyen herhangi bir sanat eserini çıkarmak için evlere bile girdi. Yüzlerce resim ve heykelin yanı sıra, kişisel uçarılıkla ilişkilendirilen aynalardan zarlara, kitaplara, oyun kartlarına ve moda giysilere kadar nesneler de yakıldı (Charney 2018).
Giorgio Vasari, Sandro Botticelli’yi, ‘‘vaizin retoriğine tutkuyla bağlı, kendi resimlerinden bazılarını yakılmak üzere meydana taşır,” diye belirtir. Botticelli’nin dünyaca ünlü Primavera ve The Birth of Venus ikisi de yalnızca Floransa’nın dışında ve hem Savonarola’nın adamlarının hem de Botticelli’nin ulaşamayacağı bir Medici kır evi olan Villa di Castello’da tutuldukları için hayatta kaldı. Vasari ayrıca, çalışmaları gözden düştüğü için Botticelli’nin depresyona girdiğini öne sürüyor. Hiç evlenmemişti, yalnızca aile ve arkadaşlarının eşliğini tercih ediyordu. Ölümünden sonra 19. yüzyılın sonlarına kadar, Floransa sanat ve kültürüne yönelik artan bir takdirin, çalışmalarına yeniden ilgi duymasına neden olana kadar adı neredeyse tamamen ortadan kayboldu.
Kaynakça:
Charney, Noah. The Museum of Lost Art: Phaidon Press, 2018.
Vasari, Giorgio, Sanatçıların Hayat Hikayeleri: Sel Yayıncılık, 2020.