Fransız Yeni Dalgası, orijinal ismiyle Nouvelle Vague, 1950’lerin sonunda doğduğu kabul edilen, filmlerin yapılma ve dağıtılma şekillerini derinden etkileyen, oldukça önemli bir sinema hareketi. Bir grup genç yönetmenin Hollywood-vari stüdyo filmlerini reddetmesi ve daha derin, kişisel ve deneysel hikayeler anlatma arayışına girmesi sonucu ortaya çıkan Fransız Yeni Dalgası’nın mirası, günümüzde hâlen filmlere ilham olmaya devam ediyor.
İşte on madde ile Fransız Yeni Dalgası hakkında bilinmesi gerekenler:
Doğuşu:
Fransız Yeni Dalgası’nın doğuşundan önce kısaca André Bazin ve Alexandre Astruc’ün, 1946 – 1949 yılları arasında La Revue du Cinema isimli dergide yazdıklarından bahsetmek yerinde olacaktır. Bu ikili ‘film dili’ ve ‘yönetmenin kalemi olarak kamera’ gibi konulara değinerek çığır açan makalelere imza attılar. Yayım hayatı 1949 yılında sona eren Revue’den esinlenen bir grup genç, 1951 yılında Cahiers du Cinéma isimli sinema dergisini çıkarttı. Dergi başlangıçta derin ve yer yer tartışmalı film eleştirileriyle öne çıkıyordu. 1950’lerin sonlarına doğru derginin François Truffaut, Jean-Luc Godard ve Éric Rohmer gibi yazarları kendi filmlerini çekmeye başladılar ve bu filmler Fransız Yeni Dalgası’nın doğuşuna vesile oldu.
İdeolojik olarak ise hareketin doğuşunu tetikleyen birkaç etken olduğu söyleniyor. Öncelikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’da hakim olan sosyal ve politik karmaşıklığın, insanların yeni arayışlara girmesini ve sanatta birtakım avangart tekniklere yönelmesini harekete geçirdiği düşünülüyor. Bir başka faktör, teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan hem hafif hem ekonomik el kameralarının, film yapmak isteyen ama büyük bütçelere sahip olmayan yönetmenlere, filmlerini çekebilmeleri için fırsat tanımış olması. Bir diğer önemli neden ise, o dönem hakim olan tek tip ve formülsel sinema anlayışına tepki gösteren, hatta dönemin toplumdan uzak sinemasını cinéma de papa (daddy’s cinema) olarak addeden yönetmenlerin; kendilerini bu kalıplardan kurtararak daha yenilikçi, doğal ve özgün filmler yapmaya yönelmeleri. İşte tüm bunların sonucunda Fransız Yeni Dalgası, büyük bir tsunami halinde önce Fransız sinemasını sonrasında ise dünya sinemasını adeta yıkıyor ve baştan yaratıyor.
Cahiers du Cinéma, Rive Gauche (Left Bank – Sol Banka) ve Diğerleri
Fransız Yeni Dalgası ile ilişkili yönetmenleri ve film eleştirmenlerini kabaca üç gruba ayırmak mümkün: Cahiers du Cinéma, Sol Banka ve diğerleri.
Cahiers du Cinéma, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, 1951 yılında ortaya çıkan bir Fransız film dergisi. Derginin aynı zamanda Yeni Dalga’nın da öncüleri olan yazarları, hem filmlerinde hem yazılarında zaman zaman rumuzlarını da kullanıyorlardı. Örneğin Jean-Luc Godard, Pierrot le Fou (Çılgın Pierrot) dahil olmak üzere bazı filmlerine ve yazılarına Hans Lucas olarak imza attı. François Truffaut ise aynı zamanda çocukluk arkadaşının ismi olan Robert Lachenay rumuzunu kullanıyordu. Asıl ismi Maurice Scherer olan Éric Rohmer’ın ise, yazar Sax Rohmer’ın soyadını alarak yarattığı mahlası kendi isminden daha çok biliniyor.
Diğer taraftan Sol Banka yani Rive Gauche (İngilizce kaynaklarda The Left Bank olarak da geçer), daha çok sanatçılardan ve entelektüellerden oluşan bir gruptu. Agnès Varda, Alain Resnais gibi yönetmenlerin yer aldığı bu grubun; kurgu ile belgesel arasındaki sınırı iyice muğlaklaştıran ve zaman zaman politik meselelere de vurgu yapan, daha farklı bir sanatsal yaklaşımı vardı. Bu sanatçıların çoğu aynı zamanda Cahiers’nin ezeli rakibi olan ve sol kanada yakın duruşuyla bilinen gazete Positif’de de yazıyordu. Öyle ki 1982 yılında Positif, Yeni Dalga’yı içi boş ve artık o kadar da yenilikçi olmamakla itham edecek ve bu şekilde Cahiers ile aralarında ‘dergi savaşları’ başlayacaktı.
Son olarak, o dönem film yapan ve iki gruba da tam anlamıyla dahil olmayan, Jacques Demy, Louis Malle gibi yönetmenler de mevcuttu.
Aralarında birtakım farklılıklar olmasına rağmen, tüm bu yönetmenler kendi kişisel tarzlarıyla Yeni Dalga’ya hem artistik hem düşünsel anlamda önemli katkılar yaptılar. Keza akımın bu kadar zenginleşmesini sağlayan tam da bu nüanslar oldu. Zaten daha sonra Truffaut Yeni Dalga için ‘‘Bir hareket, okul ya da grup değildi, bir nicelikti’’ diyecekti. Film tarihindeki belki de en önemli anları niteleyen bir nicelik.

Auteur Kuramı
Fransız Yeni Dalgası ile alakalı en önemli noktalardan biri auteur kavramını sinemaya kazandırmış olması. Öyle ki Yeni Dalga öncesi stüdyo filmlerininin pazarlanmasında çoğunlukla aktörler ön plandaydı ve yönetmenler çok öne çıkmayan figürler olarak görülüyordu. Ancak 1954 yılının yılbaşı günü, henüz 22 yaşında olan François Truffaut’nun Cahiers du Cinéma’da yazdığı Une Certaine Tendance du Cinéma Français (Fransız Sinemasının Belirli bir Eğilimi) makalesinden sonra bu durum değişti. Çünkü Yeni Dalga temsilcilerine göre yönetmen, sanatsal kontrolü ele alması gereken, yaratıcı bir otorite konuma dönüşmeliydi. Geleneksel sinema diline adeta savaş açan Truffaut daha da ileri giderek ‘‘Geleneksel kalite anlayışı ve auteur sinemasının birlikte barış içinde var olabileceğine inanmıyorum’’ diyecekti.
Auteur kuramına göre, yönetmen filmin birincil yaratıcısıydı ve nevi şahsına münhasır, karakteristik stilini çalışmasının tümüne yansıtmalıydı. Bu durum Yeni Dalga yönetmenlerinin filmlerine, kişisel bir vizyon ve özgün bir sanatsal duruş katmalarını sağladı. Yönetmene auteur olarak verilen bu rol, filmlerin yapım ve anlaşılma biçimlerini değiştirdiği gibi, yönetmenlerin sadece ticari film yapan zanaatkârlar yerine, sanatçılar olarak benimsenmelerine vesile oldu. Hatta sinemayı 7. sanat olarak konumlandırdı. Öte yandan bu durum, filmlerin tanıtımında ve dağıtımında yönetmenlerin kişisel vizyonlarını ve ayırt edici seslerini de öne çıkaran bir pazarlama stratejisinin öne çıkmasını sağladı.
Günümüzde hala bunun etkilerini birçok yönetmende görmek mümkün. Eğer bir filmin kısa bir bölümünü görüp hangi yönetmene ait olduğunu hemen anlıyorsanız bu filmin bir auteur yönetmen tarafından çekilmiş olması kuvvetle muhtemel. Örneğin bir Wes Anderson filminde, dinamik komedi ögeleri, simetrik kompozisyonlar, tutarlı renk paleti ve ustalıkla tasarlanmış sanat yönetimi hemen gözünüze çarpacaktır. Veya bir Denis Villeneuve filminde; kimlik, hafıza gibi kavramların işlendiği, karanlık bir atmosfer ve görsel açıdan çarpıcı sinematografi görmek olasıdır.
Deneysellik ve Görsel Stil:
Fransız Yeni Dalgası hakkında bilinmesi gereken bir diğer nokta ise, sinema alanındaki yeni gelişmeleri benimsemesi ve bu konudaki sınırları sürekli zorlamasıydı. Yeni Dalga yönetmenleri, el kameraları, doğal ışığın kullanımı, jump cut (sıçramalı kesme – bir çekiminin orta bölümünün silinmesi ve planın başının ve sonunun birleştirilmesi. Hareket eden bir nesnenin yeni konuma atladığı görüleceği için bu teknik zamanda devamlılığı bozar ve şok edici bir etki bırakır), doğrusal olmayan hikaye anlatımı gibi birçok yeni teknikle sinema dilini cesur bir şekilde geliştirdiler. Örneğin Truffaut’nun Jules ve Jim filminde, dış sesin kullanımı, flashback’ler ve alışılmadık kurgu tekniklerinin; film izleyicisi üzerinde bıraktığı etki, bir yandan rahatsız edici olurken, öte yandan seyircinin ilgisini canlı tutmayı başardı. Benzer şekilde Alain Resnais’nin Hiroşima Sevgilim filmini zamansal ve mekansal olarak altüst eden jump cut’lar ve doğrusal olmayan kurgu, filme hem yenilikçi hem de güçlü bir özgün tarz getirdi.
Yeni Dalga yönetmenlerinin yeni teknikleri keşfetme ve sinemanın sınırlarını zorlama fikirleri, yeni bir sinematik özgürlük ve deneysellik düşüncesinin ortaya çıkmasını sağladı. Çünkü artık yönetmenler, yeni fikirler denemeleri, basmakalıp sinema kavramlarını sorgulamaları ve risk almaları konusunda cesaretlenmişti.
Cinsiyet Rolleri ve Kadın:
Fransız Yeni Dalgası hakkında bir diğer önemli bilgi, sinemada o döneme kadar görülen geleneksel cinsiyet rollerine ve temsillerine meydan okuma şekliydi. Öyle ki birçok Yeni Dalga filmi, güçlü ve derinlikli kadın karakterleri anlatılarının merkezine alarak, sinemada daha önce görmeye alışık olunmayan bağımsız kadın temsillerine yer verdi. Örneğin Godard’ın Serseri Aşıklar filminde Jean Seberg tarafından oynanan kadın başrol, erkeklerle olan ilişkileriyle basitçe tanımlanamayacak olan, bağımsız ve özgür ruhlu bir karakterdi. Aynı şekilde Varda’nın 5’ten 7’ye Cleo filmi de, anlatısını kendi kimliği ve özgürlüğünü ön planda tutan bir kadın başrol üzerine kuruyor.
Yeni Dalga’nın güçlü ve derinlikli kadın temsillerine yaptığı vurgu, sonradan gelecek olan feminist yönetmenlerin de önünü açarak, sinemadaki geleneksel cinsiyet rollerinin ve temsillerinin ileriki yıllarda bile sorgulanmaya devam etmesine vesile oldu. Aynı zamanda sinemada yepyeni bir kadın temsili görülmesini sağladı ki; bunun öncesinde kadınlar kendi arzuları, motivasyonları ve derinlikleri olan karakterlerden ziyade, tek boyutlu klişe rollerle veya filmin anlatısında aktif rol oynamayan, pasif karakterler olarak tasvir ediliyorlardı. Fransız Yeni Dalgası aynı zamanda, Agnès Varda ve Marguerite Duras gibi önemli kadın yönetmenleri sinemaya kazandırarak, onların estetik ve ideolojik bakış açılarının da sinemada kendine yer bulmasını sağladı.

Müzik:
Müzik kullanımı Fransız Yeni Dalgası’nın alametifarikalarından biriydi. Godard ve Truffaut başta olmak üzere hareketin birçok temsilcisi müzik ile oldukça ilgiliydi ve filmlerinde bazı duyguları yaratmak için sıklıkla müziğe başvurdular. Müzik kullanımını Yeni Dalga filmlerinde özel kılan durum ise, Elvis Presley (I Don’t Want To Be Tied isimli şarkı Vivre sa Vie filminde), The Beatles (A Hard Day’s Night isimli şarkı Jules ve Jim filminde), Miles Davis gibi popüler sanatçıların şarkılarının filmlerde kullanılması oldu. Bunun öncesinde film müziği olarak, filmler için bestelenen ve genellikle orkestralar tarafından icra edilen müzikler kullanılıyordu. Yeni Dalga filmlerinde bu gelenek kırıldı ve önceden var olan şarkılar da filmlerde kullanılmaya başlanarak, sinemaya daha dinamik bir hava kazandırılmış oldu. Elbette filmlerde müziğin bu şekilde kullanımının günümüzde hala ne kadar yaygın olduğundan bahsetmeye gerek yok ancak yeri gelmişken Fransız Yeni Dalgası’nın müzik sektörü üzerindeki etkilerine kısaca değinmek de mümkün. Etkisi edebiyat, moda gibi birçok alanda sinemanın dışında taşan Yeni Dalga’nın ileri zamanların müzik sektörüne de ilham olduğu biliniyor. Örneğin 1960’larda kurulan rock grubu Velvet Underground’un kurucusu Lou Reed, Godard’ın büyük bir hayranıydı ve sık sık şarkılarında Yeni Dalga’nın deneysel ve avangart tarafından ilham aldığını dile getirdi.
Bütçe:
Yeni Dalga filmleri genellikle büyük stüdyolar yerine bağımsız yapımcılar tarafından fonlanıyordu. Bu durum yönetmenlere yaratıcılıklarını gösterebilecekleri daha fazla alan sağladığı gibi, filmlerini çok düşük bütçelerle, hızlıca çekmeleri gerektiği anlamına da geliyordu. Ancak durumu kendi avantajlarına çevirmeyi başaran yönetmenler, çoğunu İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden benimsedikleri, gerçek mekanda set kurma, hafif el kameraları ile çekim yapma, doğal ışığı kullanma, profesyonel olmayan aktörlerle çalışma gibi tekniklere yöneldiler. Filmlere son derece gerçekçi ve doğal bir hava katan bu yöntemler, daha ayakları yere basan bir estetik anlayışın doğmasını sağlarken aynı zamanda iyi film yapmak için ihtişamlı stüdyolara ihtiyaç olmadığını da kanıtlar nitelikteydi. Günümüzde hala; limitli kaynaklarla film yapmanın yanı sıra bunun getirdiği tarzla da ilgilenen birçok bağımsız yapım, kendine referans noktası olarak Yeni Dalga filmlerini alıyor.

Hollywood Filmleri ile İlişkisi:
Fransız Yeni Dalgası hakkında çok bahsedilmeyen bir ilginç bilgi ise 1940 ve 1950’lerde çekilmiş olan Hollywood filmlerinden zaman zaman etkilenmiş olması. Her ne kadar Yeni Dalga yönetmenleri filmlerini ana akım sinemanın geleneklerinden uzaklaştırmaya çalışmış olsalar da, özellikle bazı Hollywood filmlerindeki enerji ve özgürlük hissiyatına da zaman zaman öykündüklerine şahit olmak mümkün. Örneğin, Yeni Dalga’nın kilit figürlerinden biri olan Godard; Nicholas Ray, Howard Hawks ve Samuel Fuller gibi Amerikalı yönetmenlere olan hayranlığıyla biliniyordu. Fuller’ın sert ve çarpıcı tarzından oldukça etkilenmiş olan Godard’ın, Serseri Aşıklar filminde Michel Poiccard karakterinin Fuller’ın kendisinden esinlenilerek yazdığı biliniyor, hatta Fuller bu filmde gazete satıcısı bir figüran olarak da yer alıyor. Bir başka örnek olarak ise, Çılgın Pierrot filminde Ferdinand ve Marienne’in araba yolculuğu yaptığı sahne düşünülebilir. Bu sahnede arabayla bir sinemanın önünden geçiyorlar ve o sırada gösterilen film, Fuller’ın Shock Corridor isimli filmi.
Benzer şekilde, François Truffaut da Alfred Hitchcock‘tan büyük ölçüde etkileniyor ve Hitchcock’un şüphe uyardırma üzerine dayalı ve psikolojik açıdan karmaşık tarzını kendi filmlerine dahil etmeye çalışıyordu. Hatta, Truffaut 1966 yılında Hitchcock/Truffaut isimli bir kitap yayımlayacak ve Hitchcock’un çalışmalarını ayrıntılı olarak inceleyerek, onun ana akım sinema yönetmeni olmanın ötesinde, önemli bir sanatçı olduğunu belirtecekti.
Bu konuyla alakalı bir diğer ilginç nokta ise Yeni Dalga filmlerinin, dönemin Hollywood yapımı B filmlerinden de oldukça etkilenmiş olması. Hollywood’un altın çağ döneminde, sinemayı daha çekici kılmak ve daha fazla bilet satmak için salonlarda iki film birden gösteriliyordu. Bu filmlerden ikincisi, çok daha düşük bütçeli ve ana filme göre nispeten kalitesiz bulunan B filmi veya ikinci film adı verilen yapımlardı. B filmlerinin hayranı olan Yeni Dalga temsilcilerinin çoğu, bu filmlerin ruhunu ve doğallığını kendi filmlerinde de yansıtmayı hedeflediler.
Aslında Fransız Yeni Dalgası ve Amerikan sineması arasındaki bu ilişki, Yeni Dalga yönetmenlerinin kâr odaklı ana akım sinemaya karşı muhalif duruşları göz önünde bulundurulduğuna kulağa oldukça şaşırtıcı geliyor. Ancak yine de bu durum, hareketin derinlikli ve çok yönlü doğasını bir kez daha gözler önüne serdiği gibi, Yeni Dalga’nın çeşitli sinema geleneklerinden hem esinlendiğinin hem de onlara yeni anlamlar kazandırdığının altını çiziyor.
İtalyan Yeni Gerçekçiliği ile İlişkisi
İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Fransız Yeni Dalgası, İkinci Dünya Savaşı sonrası arka arkaya ortaya çıkan ve dünya sinemasını derinden etkileyen iki akım olarak biliniyor. Aralarında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da çok, bu nedenle ikisinin birbirine karıştırılmaması gerekiyor.
İtalyan Yeni Gerçekçiliği, 1940’ların sonunda ortaya çıkan ve sosyal meselelere odaklanan, ana akım stüdyo filmlerinin büyüleyici yapısına karşı çıkan, profesyonel olmayan oyuncuların kullanıldığı ve gerçek mekanlarda çekilen filmlerden oluşuyordu. Hareketle özdeşleşen Vittorio de Sica, Roberto Rossellini gibi yönetmenler filmlerine belgesel-vari bir hava katarak gerçekleri tüm yalınlığıyla göstermeyi amaçlıyor ve savaş sonrası ülkenin içler acısı durumuna vurgu yapmayı hedefliyorlardı.
Öte yandan 1950’lerin sonuna doğru ortaya çıkan Fransız Yeni Dalgası’nın öncelikli derdi -görsel olarak Yeni Gerçekçilikten oldukça etkilenmiş olmasına rağmen- sinemanın sınırlarını zorlamak oldu. Akımın Jean-Luc Godard ve François Truffaut gibi ünlü temsilcileri, toplumsal sorunlara parmak basmak yerine, jump cut ve doğrusal olmayan hikaye anlatımı gibi yeni keşfettikleri tekniklerle, sinemaya yeni bakış açıları getirmeyi hedeflediler. Filmlerin siyasal tarafından ziyade sanatsal tarafına vurgu yapmak istediler.
Her iki akımın da stüdyo filmlerinin yapaylığına karşı çıkmaları, daha gerçekçi bir yaklaşım benimsemeleri, gerçek mekanlarda doğal ışıkla çekim yapmaları ise aralarındaki birçok benzerlikten birkaçı. Hatta Godard gibi Yeni Dalga’nın önemli temsilcilerinin, Rossellini gibi Yeni Gerçekçilerden oldukça etkilendiği de biliniyor.
Le Fin – Son:
1950’lerin sonlarına doğru başladığı kabul edilen hareketin ömrü, sinema üzerindeki etkisi kadar uzun sürmedi ve 1960’larda sonunda sona erdi. Hareketin bittiği tarihi kesin olarak belirlemek mümkün olmasa da, buna zemin hazırlayan birkaç olayın yaşandığı söyleniyor. Bunlardan bir tanesi, Fransa’da 1960’ların sonuna doğru değişen politik ortam. Öğrenci ve işçi gruplarının öncülüğünü yaptığı Mayıs 1968 protestolarının toplumsal ve siyasi çalkantıları, Fransız toplumu ve kültürü üzerinde derin bir etki yarattı ve Fransız Yeni Dalgası’nın pek çok değerinin de sorgulanması sağladı. Bir başka neden ise Fransız sinemasının daha ticari hale dönüşmesi, bunun sonucunda iyice ünlenen Yeni Dalga yönetmenlerinin daha geniş kitlelere hitap eden filmler yapmaya zorlanmaları ve bu nedenle kendi sanatsal vizyonlardan taviz vermek durumunda kalmaları oldu. Son olarak Fransız Yeni Dalgası ile özdeşleşmiş olan birçok yönetmen başka türde projelere ve ilgi alanlarına yöneldi. Örneğin Godard politik bir figür haline gelirken, Truffaut edebiyatla daha çok ilgilenmeye başladı.
Tüm bunlara ve kısacık ömrüne rağmen Fransız Yeni Dalgası, sinema üzerindeki en önemli ve etkili hareketlerden biri oldu. Sinema alanında bir devrimdi ve sadece Fransa’da değil, akıllara gelebilecek her ülkenin sinemasında yönetmenlere ilham oldu; filmlerin yazılma ve yapılma şekillerini değiştirdi. Günümüzde hâlâ, mirasını birçok filmde gözlemlemek mümkün.

Eğer Yeni Dalga filmlerine giriş yapmak istiyor ancak nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, sizin için hareketin en önemli temsilleri olduğunu düşündüğümüz beş filmi de buraya ekledik:
- Serseri Aşıklar – À bout de souffle (Jean-Luc Godard, 1960): Jean-Paul Belmondo ve Jean Seberg’ün başrolleri paylaştığı bu film, içerdiği ikonik jump cut’lar ve özgönderimsel referanslarıyla Yeni Dalga’nın mihenk taşlarından biri kabul ediliyor.
- 400 Darbe – Les Quatre Cents Coups (François Truffaut, 1959): Truffaut’nun uzun metrajlı ilk filmi olan 400 Darbe, Paris’teki yalnız bir küçük çocuğun başından geçen maceraları konu alıyor.
- Hiroşima Sevgilim – Hiroshima Mon Amour (Alain Resnais, 1959): Resnais’nin ilk uzun metrajı olan film, hafıza ve travma konularını, arkaplanına Hiroşima’daki bombalamayı da alarak işliyor.
- Jules ve Jim – Jules et Jim (François Truffaut, 1962): Jeanne Moreau, Oskar Werner ve Henri Serre’in başrollerini paylaştığı film, buruk bir aşk üçgeni üzerinden dönemin Fransa toplumunun değişen geleneklerini tartışıyor.
- 5’ten 7’ye Cleo – Cléo de 5 à 7 (Agnès Varda, 1962): Genç şarkıcı Cléo’nun yaptırdığı tıbbi testin sonucunu beklediği zaman aralığını gösteren film, aynı zamanda Paris şehrinin güzelliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kaynakça:
Frayling, Christopher, Tony Nourmand. French New Wave: A Revolution in Design. London: Reel Art Press, 2019.
Astruc, Alexandre. “The Birth of a New Avant-Garde: La caméra-stylo.” in The New Wave: Critical Landmarks. Edited and translated by Peter Graham. Garden City, NJ: Doubleday, 1968.
Bazin, André. “On the politique des auteurs.” Cahiers du Cinema in English 1 (1966).
Buscome, Edward. “Ideas of Authorship.” Screen 14, no. 3 (October 1973).
Corrigan, Timothy. “The Commerce of Autorism: A Voice Without Authority.” New German Critique 49 (Winter, 1990).
Graham, Peter, Ginette Vincendeau. The French New Wave: Critical Landmarks. London: British Film Institute, 2022.
Hess, John. “La politique des auteurs (part one): World view as aestheticts.” Jump Cut 1 (1974).
Truffaut, François. “A Certain Tendency of the French Cinema.” Cahiers du Cinéma in English 1 (1966).