Roman savaştan uzağa götürülmek istenen çocukların uçağının ıssız bir adaya düşmesiyle başlıyor. Aralarında kendilerini yönetecek hiçbir büyüklerinin yani otoritenin olmadığı bu adada kendilerini kurtaracak olan büyüklerinin gelmelerini bekleyen çocukların hayatta kalma mücadeleleri anlatılıyor. Bu mücadele aşağıda inceleneceği üzere çocukların büyüklerini temel alarak hayatta kalma içgüdüsüyle otoriteyi inşası, iş bölümü, kural koyma ve bunları uygulama, kendi kimliklerinin yeniden inşası, meşruiyeti ve serbest konuşma ortamını sağlama, bu ortamın güç meraklıları tarafından yozlaştırılması gibi temel toplumsal olaylar üzerinden yürütülüyor. Tüm bu olayları yazıda sosyoloji teorileri çerçevesinde inceledim.
Adada iktidarın inşası sürecinde muktedir olanın kendisinin de uyacağı bir üst merci oluşturma süreci geçiriliyor ve bu yapısalcı fonksiyonelist görüşle uyuşuyor. Bu görüşe göre toplumsal yapının varlığını kurma ve sürdürmede bireylerden ziyade kurumlar ve toplumsal yapı etkilidir. Bir an evvel kurtarılmak ve güvenli alanları olan ailelerinin yanlarına dönmek isteyen çocuklar bunun için belirsiz bir süre bekleyeceklerdi. Ancak bu belirsiz sürede nasıl beslenecekleri, nasıl ısınacakları, nerede yatacakları gibi hayati konular karşısında kural ve düzenlemelere ihtiyaç duyuyorlardı. Durum öylesi ümitsizdi ki içinde kendilerinden başka insanın yaşamadıklarını bildikleri bu adada kurallar olmaksızın hayatta kalamayacakların farkına vararak yeni kurallar türetmeye kalktılar. Tüm bunları yaparken de geçmişlerinden gelen kuralların bir kısmı, yani ebeveynin ve toplumun hayaleti, adada yalnız olmalarına rağmen bir oto-asimilasyon sürecine uğramışçasına yerli yerinde gibiydi. Otoriteyi baştan inşa sürecinde çocukları kurtuluşa erdirmek için kuralları koyacak bir lider seçmeleri gerekiyordu. “Ateşle uğraşacak belirli kişiler olmalı… Daha çok kurallarımız olmalı.” (46) derken yeni seçilmiş lider Ralph, toplumsallaşmanın temel adımlarından iş bölümü ve kanun yapımı sürecine bir atıfta bulunuyordu. Öyle ki hayatın devamlılığı için bu ikisi adada olmazsa olmazdı ve tüm konuşmalarda bu geçiyordu. Ralph’in de göreve gelir gelmez yapmaya çalıştığı şey toplumsal bekanın üst merci ve yapılarca savunulabileceği ön kabulüne dayanıyordu yorumu yapılabilir. Zira kurallar olmazsa çabucak ölecekleri fikri çocukların hemen hemen hepsi tarafından dillendiriliyordu.
Bir başka önemli nokta ise toplumun hayaletinin varlığı noktasında ortaya çıkıyor. Maurice ve Roger adada yaşayan çocuklardan ikisidir. Çocuklar oyun oynarken Maurice onlardan birinin gözüne kum fırlattıktan hemen sonra yaptığı işin muhtemel yaptırımlarını düşününce endişeye kapılıyor hatta geçmişte gördüğü cezai yaptırımlar öyle ağır basıyor ki, özür dilemeyi düşünecek noktaya geliyordu (68). Adada kendisini yargılayacak bir otorite olmamasına karşın akran/ebeveyn baskısını ensesinde hissediyordu. Bir diğer örneğimiz olan Roger da yapısal fonksiyonelizm teorisine uyacak davranışlar sergiliyor denilebilir. O da evvelki toplumsal yapının kurallarının bir başka örneğini tecrübe ediyordu. Çocuklardan birine taş atmak isteği ağır basmasına rağmen, yaşadığı korkusal koşullanma onu bundan alıkoyuyordu. “Roger’ın eski yaşantısına bağlı kesin yasaklar, bu alanda egemendi. Analar, babalar, okullar, polisler, yasalar çömelen çocuğu korumaktaydı… yıkılıp giden bir uygarlık, Roger’ın kolunu koşullandırıyordu hala.” (70). Yapısalcı fonksiyonalistlerin savunacağı üzere çocukların daha önce içinde bulundukları yapı, onların davranışlarının şekillenmesinde temel etken olarak yer alıyor.
Bir diğer teorik çerçeve ise sembolik etkileşimciliktir. Bu fikir özetle kurumlar ve yapılardan ziyade bireylere odaklanır. Temelinde insanların nesnel olan durumları öznel bir şekilde yorumlayıp farklı anlamlar atfetmesi yatar. “Ben” ve “diğerleri” üzerinden şekillenen algı davranışlarımızı şekillendirir ve bu anlamlar toplumsal etkileşim sonucu ortaya çıkar iddiasındadır. Yeni değer ve normların oluşumu, otoritenin meşrulaştırılması ve kimlik değişimi gibi kitapta sıkça işlenen konuları bu teori altında birleştirebiliriz. Ralph’in lider seçilmesinde asıl rol boru benzeri bir ses çıkaran alelade bir deniz kabuğunundur (20). Çocuklardan hiçbiri kendisini tanımamasına rağmen seçimde birinci çıkmasının temel sebebi çocukların ilginç buldukları bu deniz kabuğunun Ralph’in elinde olmasıdır. Öyle ki bu ona Tanrı tarafından liderliğinin bir sembolü olarak verilmiş gibidir. Bu deniz kabuğu aynı zamanda elinde tutanın konuşma hakkına sahip olduğunu gösteren bir nevi belirteç olarak kullanılmaktadır (172). Alelade bir deniz kabuğu adada hem iktidarın hem de özgür konuşma ortamının, çocuklar arasında uygulanabildiği kadarıyla, işareti olmuştur. Adadaki diğer herhangi bir doğal materyalden farklı olmamasına rağmen çocuklar kendi aralarında ona bir mana atfetmiş ve bunun üzerinden iktidarı ve adadaki kısıtlı toplumsal ortamı şekillendirmişlerdir. Benlik duygusu da bu görüş çerçevesinde önemli bir yer tutuyor. Zira diğerlerini nasıl değerlendirdiğimizi ve ürettiğimiz anlamları doğrudan etkiler. Adadaki çocuklardan bir diğeri olan, avcıların başındaki Jack’in avlanırken yüzünü boyamasıyla ortaya çıkan manzara soyut bir kimlik değişimini de gözler önüne seriyor. Öyle ki Jack yüzünü boyadığında farklı bir benliğe bürünüyor ve olmadığı bir kişiye dönüşüyordu. “Sanki başlı başına bir benliği vardı bu maskenin ve bunun arkasında saklanan Jack, utanma duygusundan da kendi benliğinden de kurtulmuştu” (72). Jack bu maskeyi edindiğinde avlanmak ve artık karnını doyurmak isteyen bir çocuktan hiç kimseye konuşma hakkı tanımayan, canlı bir varlığa üstün gelerek onu öldürme heyecanını duymak zevkiyle yanıp tutuşan küçük bir faşiste dönüşüyordu. Aynı şekilde diğerleri de avcılar yüzlerini boyadığında onlara sanki artık bir başkasıymış gibi farklı bir saygı duyuyorlardı. Beraberce inşa ettikleri bu ortak semboller ilerleyen kısımda çocukların oluşturmakta olduğu toplumsal yapıyı alt-üst edecektir.
Kaynakça
Golding, William. Sineklerin Tanrısı, çev. Mina Urgan. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul, 2016.
Fulcher, James abd John Scott. Sociology. Oxford University Press. 4th. Edition: London, 2011.