Şiddetin Politik Yönleri

Şiddet serisinin önceki yazılarında iç güdücü yaklaşımların ardından, şiddetin dışsal koşullar tarafından şekillendiğini söyleyen kimi yaklaşımlara kısaca değinilmişti. Fakat şiddeti anlayabilmek için ona farklı açılardan da bakmamız gerektiği şüphe götürmez. O nedenle şiddete politik açıdan bakarak onun siyasal alanla olan ilişkisini ortaya koymamız gerekir. Örneğin siyasal ideolojilerden biri olan anarşizmde, insanın özgürlüğü esastır. Buna karşın şiddetin amacı özgürlüğü kısıtlamak ve istenmeyeni yaptırmaktır. İşte çatışma da tam burada başlamaktadır; bir tarafta amacı özgürlüğü kurmak olan, diğer tarafta özgürlüğü yıkmak olan vardır. Anarşist düşüncede özgürlüğü kısıtlayıcı her türlü kural, yaptırım ve kaideler reddedilirken, bunları gerçekleştiren erkin kullandığı şiddet de pek tabii kabul edilmez. Dolayısıyla baskı ve tahakkümün olduğu yerde şiddet de vardır dersek; anarşist düşünce için bunu ortadan kaldırmak bir zorunluluktur, fakat anarşist düşüncenin bunu şiddetle mi yoksa şiddete başvurmadan mı yapacağı sorun olmaktadır (Bakır, 2007: 100-101). Bu bağlamda, asıl sorun teşkil eden insan özgürlüğü üzerinde baskı ve zor kullanan bir erkin varlığıdır. Bu erk, şiddetin varlığının nedeni olmaktadır ve aslında şiddetin ta kendisidir. Dolayısıyla bu şiddeti ortadan kaldırmak adına şiddete başvurmak da meşru kabul edilmektedir. Bu, şiddete karşı şiddettir (Bakır, 2007: 105).

Şiddetin politik yönleri yazı dizisi üç bölümden oluşacaktır. İlk bölümde şiddeti Pinkerist açıdan değerlendirip Thomas Hobbes’un Leviathan’ının şiddete çözüm olup olamayacağına değineceğiz. İkinci bölümde biyo-iktidar ve şiddet ilişkisiyle Foucault’dan bahsedeceğiz. Son olarak da 20. yüzyılı şiddet yüzyılı olarak nitelendiren Hannah Arendt ile şiddetin araçsallaşmasına bakacağız.

Şiddete Pinkerist Bakış

Birçok kişi son dönemlerde yerel ve küresel çapta şiddet olaylarının artığını, hatta özellikle medya tarafından şiddet bombardımanına tutulduğumuzu söylerken, bilişsel psikolog Steven Pinker bunun aksini iddia ederek dikkatleri üzerine çeker. Pinker, özellikle Doğamızın İyilik Melekleri: Şiddet Neden Azaldı? adlı eserinde, arkaik zamanlardan bu yana şiddetin giderek azaldığını ve dahası belki de şu sıralar insanlık olarak en barışçıl dönemlerimizde yaşadığımızı savunur (Pinker, 2019). Pinker’in şiddetin azaldığına yönelik ortaya attığı argümanlara başka bir yazıda ayrıca değineceğiz, fakat şiddetin Pinker açısından ne anlama geldiği üzerinde kısaca durmamız gerekir.

Pinker’a göre şiddet ne biyolojik bir hastalık ne dışarıdan öğrenilen bir davranış bozukluğu ne de iç güdüsel bir dürtüdür. Pinker, çeşitli araştırmalara dayandırarak şiddetin, geçmişte ve şu an bile tüm insan topluluklarında görülmüş ve görülüyor olmasını, onun evrimsel bir güç olduğunun işareti olarak yorumlar (Pinker, 2016, s. 376). Pinker, saldırganlığı değişen çevresel nedenlere, mantıksal yapılara, nörobiyolojik temellere ve sosyal dağılımlara sahip bir dizi psikolojik sistemin ürünü olarak değerlendirir (Pinker, 2019, s. 13).

Pinker, insan bedeninin tasarımı ve insan beyni incelendiğinde saldırganlığa yönelik belirtilerin görülebileceğini düşünür. Özellikle erkek bedeninin tasarımı (kadına göre daha iri, güçlü ve kütleli oluşu) ya da testosteronun baskınlık düzeyi bunda önemli belirleyicilerdir. Keza tüm kültürlerde erkek çocuklarının itiş kakışlı oyunları oynamaları ilerisi için dövüş alıştırması olarak görülmektedir. Dahası insanların şiddete en çok başvurdukları yaşları da yetişkin oldukları değil, yeni yürümeye başladıkları dönemdir. Bu döneme dair yapılan araştırmalarda erkek çocukların kız çocuklarından daha fazla olmak üzere vurma, ısırma, tekme gibi saldırganlık özellikleri gösterdiği görülmüştür (Akt. Pinker, 2016: 377-378). Bu noktada yapılan yanlış, şiddeti anlayabilmek ve dolayısıyla onu ortadan kaldırmak adına yapılan çalışmaların yıllardır yanlış soru üzerinden yürütüldüğüdür.

Bunun ötesinde Pinker, toplumsal yaşantımızın da saldırganlık gerçeğiyle şekillendiğini belirtir. Kahramanlık efsanelerinin ve epik şiirlerin popülerliği; spor olarak estetize edilmiş şiddet gösterilerin varlığı (özellikle Kolezyum’da[1] yapılan gladyatör dövüşleri); dövüşme yarışlarının olması (Boks, Kick Box); “yenilen” ve “kazanan” kavramlarının olması; entelektüel tartışmalarda bile bir fikri alt etmeden, onu yenmekten bahsedilmesi; sosyal reform adıyla suçla, fakirlikle, uyuşturucuyla savaşın yapılıyor olması; tıbbi tedavi olarak hastalıklarla mücadele etmek; AIDS ve kansere karşı savaş vermek belki de bu gerçekliğin göstergeleridir (Pinker, 2016: 380). Aslında Pinker, şiddetin verili bir gerçeklik olduğunu ve insanların her zaman bu gerçekliğe hazır olduğunu söylemektedir. Burada kavranması gereken, insanların neden şiddete hazır olduğu ve neden sadece belli koşullarda ona başvurduğudur. Dolayısıyla cevaplanması gereken sorular, “Şiddet ne zaman, en azından birazcık akılcı ve ne zaman açıkça yersizdir?” sorularıdır (Pinker, 2016: 379-380).

Leviathan Şiddeti Önler mi?

Pinker’ın derdi, şiddet gerçekliğinin nasıl olup da azalış gösterdiğini ve bunda etkili olan süreçleri açığa çıkarmaktır. Bu amaçla şiddetin azalmasında en etkili yöntemlerden birisi olarak güçlü bir siyasal erkin varlığına önem verir. Özellikle toplum sözleşmeci düşünürlerden Thomas Hobbes’un Leviathan’ından etkilenmiş gibi görünen Pinker, Hobbes’un üç temel kavga nedeni olarak gördüğü durumları günümüz koşullarınca değerlendirir. Bunlar rekabet, güvensizlik, şan ve şereftir.

Pinker’a göre insan ihtiyaç duyduğu nesnenin önünde bir engel görürse onu ortadan kaldırmak adına şiddete başvurabilir. Bu engel, bir insan da, bir topluluk da olabilir. Verimli toprakları ele geçirmek için girişilen savaşlar -modern savaşlardaki çıkar çatışmasına benzerdir- buna örnek olarak gösterilebilir (Pinker, 2016: 381). Esasen bu düşünce Lorenz’in türü korumak adına girişilen mücadele için söylediklerine denktir. Lorenz de soyun devamı adına aynı türden canlıların mücadeleye girdiğini söylemekteydi. Başka bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde hayatta kalmak adına girişilen rekabettir ki bu da şiddeti meşru hale getirmektedir.

İkinci etken olan “güvensizlik”in bugünkü anlamı “Hobbesçu tuzak”tır. Başkalarına duyduğumuz güvensizlik, bizi nükleer silahlanma yarışına sokmuş, sürekli ittifak arayışına itmiş, ilk vuranın, silahı ilk ateşleyenin “ben”in olmasını arzulatmıştır. Bir tarafın sahip olduğu bu niyet, öteki tarafından öldürülme korkusunu da saplantı haline getirmesine neden olmuştur. Böylece, tarihte görülen Birinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş dönemi, Arap-İsrail Savaşı, 1990’lardaki Yugoslavya savaşları Hobbesçu tuzağın eserleri haline gelmiştir (Akt. Pinker, 2016: 386-387). O sebeple caydırıcı düşünceyle bile hareket edildiğinde karşı tarafın bunu tehdit olarak algılayabileceği gerçeği söz konusudur. Gündelik yaşantımızda kendi canımızı korumak adına elimizde tuttuğumuz bir sopa belki de ölüm sebebimiz olabilir. Bu düşünce çerçevesinde güvensizlik korkusunu yenmek adına girişilen önlemler aslında şiddeti doğuran nedenler de olabilmektedir.

Son olarak “şan ve şeref” uğruna şiddet ise bugünkü anlamıyla “tartışma”ya karşılık gelmektedir. Günümüzde öylesine trajikomik tartışma sebeplerinden dolayı şiddet ortaya çıkmaktadır ki yaşanan cinayetlerin temel nedeni olarak “tartışma” gösterilmektedir. Çoğu rapora göre oldukça önemsiz nedenlerden dolayı ağız dalaşına girmek, küfürleşmek, hakaret etmek, bağrışmak şiddet olaylarını doğurmaktadır (Akt. Pinker, 2016: 388). Öteki tarafından edilen bir küfür, kişi tarafından “şerefine” bir saldırı olarak algılanması mümkün görünmektedir. Özellikle ülkemizde çokça rastladığımız tartışma yüzünden ortaya çıkan şiddet, gazete ve televizyonları sürekli işgal etmektedir. Bu çerçevede örneğin, bugün bir bardak[2] yüzünden bile insanlar birbirlerini yaralayabilmekte, trafikte yol verme kavgasına[3] tutuşmakta, yan baktın[4] diye ortalığı savaş alanına döndürmektedir.

Gurur kültürü olarak görülebilecek bu durum, dünyanın her yerinde var olduğu gibi, gurur, kızgınlık, dostları ve akrabaları sevmek gibi evrensel insani duyguları açığa çıkarır. Robert Nisbett ve Dov Cohen, Culture of Honor (Onur Kültürü) kitabında, bu kültürün hâkim olduğu toplumları şiddete yatkın olarak görür; dahası bu toplumlarda hukuk, toplumun her alanına ulaşmamış ve hırsızlık gibi toplumsal meseleler fazlasıyla bulunmaktadır (Akt. Pinker, 2016, s. 391). Çünkü etkin yasal bir yürütmenin olmadığı yerlerde şiddet, mülkiyet haklarının koruma yolu olarak görülmektedir. Böylesi toplumlarda kişiliğe yapılan bir tavır, hareket, bakış ya da bir imalı söz, kişinin gururuna yapılan bir saldırı olarak nitelendirilmektedir. Özellikle ataerkil toplumlarda “erkeklik” olarak adlandırılan ve altının doldurulması güç olan kavramlar yüzünde birçok şiddet meydana gelmektedir. “Namus”, “fanatiklik”, “kan davası”, “kıskançlık”, “intikam”, “prestij ve statüye ilişkin algılamalar” gurur kültürünün yansımaları olarak görülebilmektedir.

Öte yandan geçmişte girişilen birçok savaşın, özellikle maddi getirisi az olan savaşların “ulusal onur” kılıfıyla çıkartıldığı da aşikardır (Pinker, 2016: 390). Dolayısıyla şiddetin diğer nedeni olarak sözüm ona “şan ve şeref” görülmektedir.

Hobbes, şiddeti doğuran üç olası nedeni açıklamakla yetinmez aynı zamanda bunu engellemek için çözüm de sunar. Ona göre olması gereken güçlü ve şiddet uygulama tekelini elinde bulunduran bir siyasal erktir. Bireysel güvenliği garanti altına almak için gerekli olan bir devletin varlığıdır. Bu devlet, insanları doğa durumunun kaotik ortamından kurtaracaktır. İnsanlar bir başkasına güvenmez zira, “kılıcın zoru olmadıkça ahitler sözlerden ibarettir ve insanı güvence altına almaya yetmez” (Hobbes, 2007, s. 127). Dolayısıyla insanları başkasına şiddet uygulamaya kalkışmasına engel olacak bir güç gereklidir. Bu güç Leviathan’dır:

“İşte devletin özü o kişide toplanmıştır; tanımlamak gerekirse, bu öz, büyük bir topluluğun üyelerinin birbirleriyle yaptıkları ahitlerle, her birinin huzur ve sükunu ve ortak savunmaları için, içlerinden birinin, onun uygun bulacağı şekilde hepsinin birden gücünü ve imkanlarını kullanabilmesidir.”

Pinker’a göre de silahlı bir yetkenin verdiği yasal hükümler, genel şiddeti azaltmak için icat edilmiş en etkili teknik gibi görünüyor. Devlet öncesi toplumlardaki cinayet oranlarının korkunç boyutlarda olması, hukuk kurallarının tam işlemediği toplumlarda “onur kültürü”nün etkisiyle şiddete başvurma oranlarının yüksekliği gibi nedenlerden dolayı, Leviathan gibi güçlü ve kudretli bir erkin varlığı şiddeti önlemede etkili olabilir. Hobbes’un üç temel kavga nedeni Leviathan çatısı altında önlenebilir, doğa durumunun kaotik ortamından insanlar korunabilir. Leviathan’ın amacı “homo homini lupus” koşulunu, yani birinin bir başkasını öldürme tehlikesini ortadan kaldırmaktır.

Fakat, Leviathan’ın şiddet tekelini elinde bulunduruyor olması, şiddeti engelleyebileceği gibi şiddetin kendisi de olabilir. Zira Hobbes’un Leviathan’ı şiddete karşı şiddet ya da şiddet tehdidiyle savaştıkları için kendileri de tehlikeli olabilir. Leviathanları demokratikleştirmek bir çözüm gibi görünse de toplumsal her arzuyu da yerine getiremezler. Burada asıl öncelikli konu insanları şiddetle cezalandırmak değil, onlara şiddete başvurmaktan vazgeçirmenin bir yolunu öğretmektir (Pinker, 2016, s. 398).

 

[1] Erich Fromm da Roma’daki Kolezyum’u “sadizm için dikilmiş en büyük anıt” (Fromm, 1990: 29) olarak görmesi Pinker’i destekler niteliktedir.

[2] https://tr.sputniknews.com/20200716/benim-bardak-sana-geldi-tartismasi-yuzunden-cikan-kavgada-iki-kisi-yaralandi-1042470259.html

[3] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/yol-verme-kavgasi-kanli-bitti-1900765

[4] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/kirmizi-isikta-neden-baktin-kavgasi-olu-ve-yaralilar-var-1896946

Kaynakça

Bakır, K. (2007). Anarşizm, Bilim ve Şiddet: “Mihail Bakunin”. Doğu Batı Dergisi,
10
(43), s. 99-114.

Fromm, E. (1990). Sevginin ve Şiddetin Kaynağı. (Y. Salman, & İ. Nalân, Çev.)
İstanbul: Payel Yayınları.

Hobbes, T. (2007). Leviathan. (S. Lim, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pinker, S. (2016). Boş Sayfa İnsan Doğasının Modern İnkârı (3 b.). (M. Doğan, Çev.) İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Pinker, S. (2019). Doğamızın İyilik Melekleri Şiddet Neden Azaldı? (İ. A. Demir, Çev.) İstanbul: Alfa Yayıncılık.

 

 

 

Evren Ersoy
Evren Ersoy
"Kitle kültürü süssüz bir makyajdır"

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks